Bahar Çuhadar’ın hazırladığı Radikal haberi herkesin merak ettiği soruyu soruyor: Televizyonda niye sıradan LGBT bireyler göremiyoruz? Cinsel yönelimi varlığının hatta dizinin de önüne geçmeyen, herkes gibi sadece hayatının bir parçası olan karakterler niye bizim dizilerde yok?
Haberde benim de halen aklımda olan bir örnek yer alıyor: “Bir İstanbul Masalı”nda Emre Karayel’in canlandırdığı, Mehmet Aslantuğ’un oynadığı Selim Arhan’ın en yakın arkadaşı Zekeriya. Diziyi izlerken ben lise birde ya da ikide olmalıyım, Zekeriya açılır gibi olduğunda heyecandan aklım çıkmıştı. Zekeriya, en yakın arkadaşı Selim Arhan’a bazı hisleri olduğunu ima etmiş, aralarında Selim’in hislerini paylaşmadığını söylediği uygarca bir konuşma geçmişti. Gözlerime inanamamış, ertesi gün heyecanla bahsedip durmuştum: “Zekeriya’yı terslemedi! Çok acayipti, ilk defa böyle bir şey oldu! Neredeyse açık açık söyledi!” Bu bölümden hemen sonra, ne olduysa malesef Zekeriya ışık hızında bir heteroseksüelleşme, heteroseksüelleşme de demeyelim, şeffaflaşma sürecine girdi. Zekeriya’nın cinsel yönelimi meselesi, o konuşma hiç olmamışçasına, buharlaştı, Zekeriya da dünyanın en sıkıcı “sadece arkadaşının iyiliğini isteyen arkadaş”ına evrildi. Bir hikaye dalı olarak Selim ve Zekeriya’nın arasındaki bu mesele, makaslanıverdi. Niye? Niyesi çok da, Çuhadar’ın haberi de bu soruya bu işle uğraşanlardan cevap arıyor:
Türk dizilerinde eşcinseller seyirlik
Yelda Eroğlu, senarİst: Türk dizilerinde neredeyse hiç eşcinsel ‘karakter’in olmadığı doğru ama eşcinsel ‘tip’ o kadar da nadir değil. Komedi dizilerinde varoluşu itibariyle bir gülmece öğesine indirgenmiş eşcinsel ‘tip’leri hatırlayalım. Sonra da dramalarda dejenerasyonun pik seviyesini temsilen arz-ı endam ettirilen eşcinsel ‘tip’leri. Jean-Pierre Jeunet, ‘Amelie’yi kitlelerin sevgi ve mutluluk masalı haline getirmek için nasıl siyahları Paris’ten yok ettiyse, Türk dizileri de eşcinselleri yok ederek seyirlik hale geliyor. Şimdilerde sadece izlenmeyerek de cezalandırılmıyor ‘aykırı’ karakterlerin cirit attığı diziler. Islah ve terbiye edilsinler de isteniyor ki… Bir senarist olarak en büyük kâbusum; yazacağım eşcinsel bir karakteri ‘ıslah ve tedavi’ etmek zorunda kalmak.
Muhafazakârlık sansürü arttırdı
Gaye Boralıoğlu, senarist: Muhafazakârlık; ister istemez riyakârlıktır, insan doğası muhafazakâr değil. Toplumumuzda eşcinselleri madara olmuş halde göstermeye bayılırlar. Böylelikle kendi korkularını maskelemiş olurlar, bu bir nevi onaydır. Hiç, travesti bara gittiniz mi bilmiyorum, giderseniz görürsünüz, müşterilerin büyük çoğunluğu, namazında niyazında, mazbut aile babalarıdır. “Sen eşcinselsin” diyecek olsan asla kabul etmez…
AKP ile birlikte muhafazakârlık toplumun genelinde arttıkça eşcinsellik de daha fazla baskılanmaya başladı. ‘Bir İstanbul Masalı’nı yazdığımızda ortam biraz daha rahattı. Eşcinsel karaktere yapımcı ya da kanal itiraz etmedi, sadece bu karakteri ele aldığımız sırada reytinglerin belli bir noktayı garantilemiş olmasını tercih edeceklerini söylediler. Zekeriya ile ilgili gerçeği yedinci, sekizinci bölümden itibaren ortaya çıkardık. Seyirciden kayda değer bir olumsuz tepki almadık. Tam tersi gey-lezbiyen çevreleri ilk defa sahici bir eşcinsel karakter izlettiğimiz için bizi kutladılar. Ne var ki muhafazakârlık arttıkça bu konudaki kaygılar, sansürler, otosansürler çoğaldı. Sansür ve otosansür senaryo yazarı için ölüm demek; senaryonun gücü çatışmalardan, uçları ele almaktan gelir. Şimdi bütün hikâyeler birbirine benzer hale geldi. Seyirci de bildiği hikâyeleri izlemekten bıktı. Sonuçta sektör krize girdi.
Transsan, seks işçisi rolü geliyor
Seyhan Arman, oyuncu: Konu Türk dizileri olunca trans oyuncuya trans rolü geliyor ve o karakter mutlaka seks işçisi oluyor. Buna rağmen genelde o role beni almıyorlar. Kast direktörlerinin ya da yönetmenlerin aklında klişe bir trans karakter var ve ben onların akıllarındaki tipe uymuyorum. Sakallarım ve beyaza dönük bir sarı peruğum/saçım yok! Türk dizilerinde bir LGBT temsili yok var olan ise LGBT’leri temsil etmiyor, karikatür LGBT karakterleri gösteriyor.
Örneğin ‘Akasya Durağı’ dizisinde o kadar çok homofobik/transfobik yayınlanmış sahne var ki… Bir rol için cast direktörüne “Varoluşuma ters düşecek bir senaryo ise oynamam” dediğimde “A olur mu öyle şey, dur seni senaristle tanıştırayım” dedi. Senarist de “Öyle bir şey olmaz, bizde hep gey ve travesti karakterler oynuyor” dedi. Anladım ki yazdığı karakterlerin homofobi ve transfobiyi beslediğinin farkında değil ve o fobinin sokağa trans kadınların öldürülmesi olarak yansıdığını anlamayacak bile!
Bu gerçek dışı karakterlerde oynayan LGBT bireyler de suçlu. “İki dakika TV’de görüneyim” diyen LGBT bireyler nasıl aşağılandıklarını fark etmeden ya da umursamadan oynuyorlar. İtiraz etmiyorlar.
‘Ahlaka’ RTÜK karar veriyor…
Tuğrul Eryılmaz, ‘Kayıp Şehir’ dizisinin senaryo danışmanı: Yapımcıların derdi şu: Seyirciye çok ters gelecek karakterleri öne çıkarmayın ve sempatik göstermeyin. Türkiye’de de bu; cinsel, dinsel ve hatta etnik azınlıklardır. Türkiye’de yerleşmiş, toplumun ahlakıyla ilgili kanal yöneticilerinin, yapımcıların ve RTÜK’ün verdikleri kararlar bunlar: “Halk bunu sevmez.” Ama araştırmayı kim yaptı diye sorsan; cevabı yok. Bu durum facia tabii; kanalıyla, yapımcısıyla, yazanıyla, çizeniyle… Televizyon patronları ya da RTÜK karar veriyor; kim kimin ahlakını bozar. Adamı, kadını bırakın sempatik göstermek, günlük hayatı içinde bile göstermek bir zorluk. Baktığında bir öğretmen, bir mühendis, bir işportacı olarak göremezsin eşcinselleri. Ama herkes bilir ki dünyada yüzde 5-10 arası bir gey nüfus yaşıyor. ‘Kayıp Şehir’de bir trans oyuncu (Ayta Sözeri) bir transseksüeli oynuyor. Bir lezbiyen ya da gey aşk hikâyesi görmüyorsun. Ama bunun bile başarı olduğunu düşünüyorum. ‘Kayıp Şehir’de yazar arkadaşlar o insanları günlük hengâmeleri içinde göstermeyi başardı.
Önce LGBT’leri görsünler…
Kaos GL Derneğİ’nden Ali Erol: ‘Kayıp Şehir’ öncesinde TV’de ilk kez, ‘Bir İstanbul Masalı’nda bir eşcinsel bireye, dizinin adının tersine gerçekçi bir yaklaşım izlemiştik. Dizinin altı yıl sonraki tekrarında gey karakter sansürlenmişti! Aktüel etmenleri de kapsayan çok katmanlı bir kıskacın işlediğini akılda tutup sürece öyle bakmalı. Medyanın mutfağındaki ortalamayı, vur abalıya diye eleştirip yüklenmek yerine yayıncıları da bezdiren RTÜK’ü de unutmamak lazım. Örneğin Cnbc-e’nin yabancı dizilerdeki ‘gey’ ifadesini bile Türkiyeli LGBT örgütlerin kullandığı gibi ‘gey’ diye vermesi, LGBT toplumunun Batı’da günlük hayatın her kanalına ve ilişki ağına dahil olmasından ötürü sergilediği çeşitliliği diziler üzerinden göstermesi çok anlamlıydı. RTÜK bu kanala “İllallah” dedirtti. Cinsiyetçi ve homofobik esprilerle eşcinselliğin damgalanmasına, hedef gösterilmesine RTÜK’ün seyirci kalması ve yayılmasına katkıda bulunması anlaşılır. RTÜK’ün günümüzdeki formu AKP üzerinden yükselen muhafazakârlığa bağlanabilir. Medya da homofobi ve cinsiyetçiliğe karşı yeni taktikler geliştirmeye gönüllü olmadığından, RTÜK vesaire de günah keçisi olabiliyor. TV’ler önce LGBT’lerin kendi ‘normal’ mücadelelerini görür ve gösterirse, dizilerdeki Lezbiyen/Gey/Biseksüel/Trans görünürlüğüne karşı RTÜK’ün bile diyecek bir şeyi kalmayacaktır.
Biraz cesaret…
Tomrİs Giritlioğlu, yapımcı, senarist: Dizilerde genel olarak masal izlemeyi seviyor seyirci. Reel hayatın dışında bir hikâye öne çıkıyor, bunda yapımcıların da kanalların da sorumluluğu var. ‘Kayıp Şehir’de transseksüel bir karakterimiz var. Kanaldan bize itiraz gelmedi çünkü sokağa çıktığımız zaman karşılaştığımız insanlar arasındaydı translar, eşcinseller. Onları yok sayma hakkımız yok. Siyah karakter de ilk kez bizim dizide oldu. Biraz daha cesaret, bu tarz işlerin çoğalmasını arttırabilir. Kamera, hayatın içindeymiş gibi yapılan hikâyelere yönelmek gerekiyor. Yoksa bütün hikâyeler birbirine benziyor, seyircinin dizilerden sıkılması da bu yüzden. Reytinin tek kıstas olması çok acıklı. Biz ‘Kayıp Şehir’e Türkiye çapında seyirciden mükemmel tepki alıyoruz, reyting doğru bir kıstas değil. Dizinin bütün samimiyeti seyirciye geçti; iyi eğitim görmüş seyircimiz de var, muhafazakâr seyirci de gençler de. Bu konuda hiçbir engelle karşılaşmadım şimdiye kadar, bundan sonra da karşılaşmam umarım.
Korkulan temsiller
Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver, Galatasaray Üni. İletişim Fakültesi: Dizilerimizde egemen çevrelerin en korktukları temsillere yer yok: LGBT bireyler bunların başında. Kürtler açısından da ya ‘light’ tiplemeler ya da malum dizilerde kahraman askerlerimize kasteden ‘terörist’ler söz konusu. ‘Normal’, hayatın içinden insanlar olarak, siyasi düşünce sahiplerine de entelektüel üretim yapanlara, sanatçılara, Musevi, Ermeni kimliklerine de yer verilmiyor (ya da çok az ve yan karakter, karton tipleme olarak veriliyor).
Bunu belirleyen temel etkenlerden ikisi, ticari kâr ve siyasi iktidara ‘uygun’ olma arzusuysa, üçüncüsü de RTÜK’ün Demokles’in kılıcı gibi kanalların üzerinde sallanan tanımlanması mümkün olmayan bazı yaptırım kriterleri: Türk aile yapısına uygun olmama, gençlerin ahlaki gelişimine zarar verme gibi hukusal ya da bilimsel nesnellik temeli olmayan kriterler yapımcı ve yayıncılar için caydırıcı oluyor.
Haberin tamamı için buraya.
(Görsel Orhan Atasoy’un efsanevi klibinden. İnsan unutuyor, ışığı da Edward Hopper gibiymiş, gene bir içime oturdu ki)