Doğurganlık ve ölüm temalarını sık sık ziyaret eden Fransız sanatçı Louise Bourgeois’yı örümceklerden, annelerden ve binalardan da büyük, “Anne” isimli devasa örümcek eseriyle tanıyoruz. Yumurtaları kesesinde, korkunç ve inanılmaz güzel, öyle bir şey… Geçen gün Bourgeois’nın “Aynalar” isimli aşağıdaki eserine rastladım:
İçimden “Cehennemden gelen dişçi muayenehanesi” ya da “İçime sıkışmış demir baloncuklar” olarak adlandırdığım bu esere öyle bir tutuldum ki. Daha sonra Bourgeois’nın bu eserden bahsettiği kısa bir video buldum. Sanatçı aynaları hakkında şöyle diyor:
Videonun kaba bir çevirisi de aşağıda:
Sunucu: Bu eserde bir çok ayna var…
LB: Burada bir ayna sembolü var, demeye çalıştığı bir çok aynanın, yani bir çok gerçeğin olduğu. Senin bir gerçeğin var, onunki ve benimki de var… Gerçi bende bir kaç tane var ya. Bu eserin anlamı bu işte.
LB: Tabii ki ayna, bir çok anlama gelebilecek bir sembol. Örneğin Narcissus’un hikayesi. Narcissus çok yakışıklı, gururlu ve kendini beğenmiş. Bir derenin yansımasında devamlı kendini izliyor. Neden kendini izliyor? Biliyor musun? Kendini beğendiğinden, bence.
Sunucu: Öyle diyorlar. Ama bu eserde sözkonusu olan o değil, öyle mi?
LB: Değil mi? Tam da öyle. Narcissus aynaya benzeyen suya baktığında, neden gözlerini yansımadan ayıramadığını bilmiyordu. Ne gördüğünü biz de bilmiyoruz. Ama akıntıya bakıp durmak sonu oldu. Düştü ve görmeye çalışırken boğuldu, yani gerçelik algısını kaybetti. Söylemeye çalıştığım bir çok gerçeğin olduğu. İnsan buna ayak uydurmayı bilmeli. Ve başkalarının ne yaptığınızı anlamadığını, görmediğini kabul etmeyi de. Bu fikir bence bana çok uyuyor. Ve durumun böyle olması da beni hiç rahatsız etmiyor, hem de hiç.
Bourgeois’nın eserlerinin kendisi tarafından açıklanmaya ihtiyacı olduğundan değil ama, çabuk elleri, sabırsız ifadesi o kadar hoşuma gitti ki. Söylediğinden fersah fersah fazlasını biliyor ama bir kısmını anlatmaya sabrı, birazına da isteği yok gibi, hakikaten çok harika bir mizacı varmış. Narcissus’a gelince…