Tarih 26 Haziran 2015. Yer Washington DC, Amerika Birleşik Devletleri (ABD).
Yüce Mahkeme’nin Obergefell v. Hodges davasında 4’e karşı 5 oyla aldığı karar uyarınca, hemcinsler arası evlilik, (1) ülke genelinde anayasal bir hak olarak tanındı. Yani, bundan böyle eyalet hükümetlerinin, hemcinsiyle evlenmek isteyenlerin bu kararı üzerinde herhangi bir söz hakkı olmayacak. Yüce Mahkeme’nin kararı öncesindeki son durumda, hemcinsler arası evlilik Amerika’daki 37 eyalette yasal ve bir eyalette kısmen yasalken geri kalan 12 eyalette yasaktı.(2) 26 Haziran 2015’te alınan kararla beraber ABD vatandaşları, 50 eyaletin tamamında da hemcinsleriyle evlenebilme özgürlüğüne ve belki de daha önemlisi evlilik sözleşmesinin tarafları olarak, bu sözleşmenin getirdiği yasal haklardan yararlanma imkânına sahip olacaklar.
Güncel durumda, eyaletlerin sayısal çoğunluğunda geçerli olan evlilik eşitliği ilk olarak, aslında çok da eski sayılamayacak bir zamanda, 2004’te Massachusetts’te yasalaştı. Aradan geçen 11 yılda böylesine önemli bir yol kat edilmiş olmasında elbette, bu alanda yürütülen örgütlü mücadelenin de yeri büyük oldu. Örneğin, ilk yasal kazanımın hemen öncesinde, 2003’te kurulan Freedom to Marry (Evlenmeye Özgürlük), kuruluşundan bu yana bu alandaki hak talebini giderek yaygınlaşan ve yükselen bir ses olarak duyulur kılan oluşumlardan biri. Nitekim, “zafere” ulaşmak için çizdikleri yol haritasının ilk adımını daha çok sayıda eyalette hemcinsler arası evliliği yasal hale getirmek ve bu sayede daha çok sayıda ABD vatandaşının bu özgürlüğe sahip olacağı bir eyalette yaşamasını sağlamak; ikinci adımını, evlilik eşitliği konusunda halkın %60’ından fazlasının desteğini almak; üçüncü ve son adımı ise federal düzeyde evlilik açısından cinsiyete ve cinsel yönelime dair ayrımcılığı ortadan kaldırmak olarak belirlediğini beyan eden oluşum, yaşanan son gelişmeyle birlikte nihai zaferine de ulaşmış gözüküyor.
Peki bu “zafer”, gerçekten bir zafer mi? Coşkulu slogan sevinç içinde Love Wins (Aşk Kazanır) diyor, ama bu durumda kazanan gerçekten aşk mı? Freedom to Marry’nin renkli Facebook hesabını iki yılı aşkın süredir takip eden biri olarak, bu oluşumun, hangi tahayyüller etrafında kalabalıkları bir araya getirdiğine bakmanın, bu tartışma açısından önemli bir kaynak oluşturacağını düşünüyorum.
Sosyal medya içeriklerinin başında, -benzer birçok inisiyatifin de kullandığı bir araç olarak- uzun süredir beraberlikleri devam eden lezbiyen ve gey çiftlerin “gerçek” hayat hikâyeleri geliyor. Bu hikâyeler, hemcinsleriyle beraber olan insanların da gayet “sıradan” olduğuna vurgu yapar nitelikte: Uzun süredir bitmeyen sevgileri, öncelik sıralamalarında en başta “aile”nin gelmesi, beraber yaptıkları yatırımları, vatana millete hayırlı yetiştirdikleri evlatları, topraklarına duydukları bağlılıkları, toplumda saygı gören ve geleneklerini önemseyen Hıristiyanlar oluşları gibi özellikleri öne çıkarılan bu çiftlerin hikayelerinin büyük kısmında “homoseksüel olmaları dışında” normalden sapan bir taraf göze çarpmıyor. Bu anlatıların sonucunda ortaya çıkan, -bazıları için “normalden/alışılmış olandan farklı gözüken”- birtakım kişilerin, önlerinde evlilikle ilgili bir engel olmasa yasal olarak da kurabilecekleri, vatanseverlikle yoğrulmuş aileler oluyor yine. Burada sunulan “aile” imajı, modernizmin kurumlarına evlilik bağı içinde kurban edilen ve bu kurumların müdahale alanlarını genişletmek için araçsallaştırılan romantik aşkın bir yansımasının ötesine geçemiyor. Başka bir deyişle, bu çerçeve içinde kalınarak hemcinsler arası evliliklerin yasal hale getirilmesi, sistemin kendini yeniden üretebilmesinin en temel dayanaklarından birini oluşturan evlilik kurumuna eleştirel bir yorum sunmadığı gibi, aksine onun etki alanını genişleten bir uygulamaya dönüşüyor. Siyasileri, ünlü isimleri ve büyük şirketleri de kapsayan bu destek hareketi, bu pencereden bakınca gayet ürkütücü bir siluete bürünüyor. Ve yine bu noktada, hemcinsler arası evliliği nihai hedef olarak belirleyen eşcinsel aktivizmini, queer teori gözlüğüyle eleştiren Halberstam ile hemfikir olup evlilik eşitliğini neoliberal politikaların önümüze uzattığı bir havuç olarak değerlendirmemek neredeyse imkÂnsız hale geliyor.(3) Tıpkı, şair Mark Wunderlich’in “artık gey olmayışının nedenlerini” anlatırken yazdığı satırlardan da ortaya çıktığı gibi, aslında bu durumun kaybedeni aşkın ta kendisi olabilir mi?
İnternet hayatımı mahvediyor. İnternete göre “queer” bir erkek olarak evlenmeyi istemem gerekiyor. Evlilik beni kendimden koruyacak. Beni tamamlayacak. Aşkım Devlet tarafından kabul edildiğinde ve tanındığında, kocamı hastanede ziyaret edebileceğim. Miras işlemlerinin tıkır tıkır hallolacağını garanti edebilirim. Bana söylediklerine göre evlilik hijyenik bir olay ve de hastalıklardan koruyor. Bazı eyaletler evlat edinmemi istemese bile, eminim bir sürü çok cici insan bu isteğimi destekler, çünkü çocuklar bizim geleceğimiz.(4)
Üstelik işin bir başka boyutu daha var: Hâlâ birçok LGBTİQ+ birey, sadece cinsel kimlikleri ya da yönelimleri dolayısıyla şiddet görmekte, öldürülmekte veya intihar etmekte. Bu durumun çözümü yerine, dünya evine girememeyi öncelikli bir sorun olarak belirlemek de bana biraz bencilce ve mantıkdışı geliyor. Tüm bu sorgulamalar mütemadiyen aklımı kurcalamakla ve içimi gıdıklamakla beraber, hemcinsler arası evliliği her daim heteroseksüel çiftlerin evlilikleriyle kıyaslayınca kayırdığımı ve biraz daha sempatik bulduğumu itiraf etmek zorundayım. Ne var ki, birazdan işi ABD tarihsel sürecinden daha başka bir boyutta ele alarak, hemcinsler arası evliliği temel bir hak olarak algılamam gerekliliği hatta zorunluluğuyla nasıl burun buruna geldiğimi anlatmaya çalışacağım. O yüzden şimdi sahneyi değiştiriyoruz:
Tarih 2015 yazının başları. Yer İstanbul, Türkiye.
Malumunuz, yaz ayları tünelin ucunda gözüktü mü, sosyal medyada da bir hareketlenme başlıyor; nişanı, kınası, bekarlığa vedası, düğünü derken bilumum aile kurma girişimlerinin fotoğrafları –ve diğer ilgili paylaşımlar- giderek artan bir yoğunlukla ekranlarımızda boy göstermeye başlıyor. Bu ilkbaharda ve yaz başında da -önceki birkaçından farklı olmayan bir şekilde- çeşitli sosyal medya mecralarında ilkokuldan ve önceki iş yerlerimden arkadaşlarımı gelinlikleri damatlıkları içinde görüp burun kıvırıyordum. Derken bir gün, bunun başıma geleceğini hiç düşünmezken, kız arkadaşım bir yüzük eşliğinde “onun hayat arkadaşı olup olmayacağımı” sordu. Ve o zaman fark ettim ki, “normal” koşullarda yapmadığım için asla hayıflanmayacağım şeyleri yapamıyor olmak “özel ve yasaklı durumum” dolayısıyla beni öfkelendiren bir meseleye dönüşmekte… Birçok arkadaşım gibi benim aklımda da aynı soru vardı, “eee, şimdi ne olacak?” Bir kadın ve bir erkeğin meydana getirdiği çiftler için prosedür gayet netken, bizim durumumuzda ne olacaktı? Sonuçta resmi düzeyde kabul görmeyecek bir tören yapsak bile, bizimkinin asla diğerleri kadar “ciddi” olamayacağı hissine kapılmadan edemedim bir süre. (Burada, “devlet, aşkınızı onaylasa ne olur, onaylamasa ne olur” diyen yorumları duyar gibiyim. Ama –en azından benim çok kişisel hikayemde- öyle olmuyor işte.) Kendini daha önemsiz, daha az geçerli hissediyorsun. Yetmezmiş gibi, heteroseksüeller evlenme kararı aldığında “ömür boyu mutluluklar” dilemekle yetinen bazı insanlar sana soru sorma ve öğüt verme hakkını kendinde buluveriyor, daha da ilginci kararınıza inanmakta bile bir hayli zorlanıyorlar. Dahası, diğeri hastalandığında onun adına karar veremeyecek olduğun gerçeği veya buna benzer hakları edinemeyişin, bir anda hayatına sert ve çok dışarıdan bir müdahalenin üzücü bir sonucu haline geliveriyor.
Evet, aşkın diğer insanların ve yönetimlerin onayına ihtiyacı yok. Evet, aile ve dolayısıyla evlilik, geleneksel baskıların hayatımıza tesir edebilmelerini kolaylaştıran kurumlar. Evet, mücadele, bildiğimiz bu kurumları sarsacak ve bizi gerçekten özgürleştirecek bir noktaya doğru hareket etmeli. Ama diğer taraftan da, eğer bir insan hemcinsiyle ortak malvarlığına sahip olmak, onu sağlık sigortasından faydalandırmak ya da onunkinden faydalanmak, ya da kendini, ömür boyu süreceğinin garanti altına alındığını hayal ettiği bir ilişki içinde düşünmek istiyorsa bunu yapmak konusunda da özgür olmalı!
Hem belki de evliliğe, şu anki durumda bile farklı bir açıdan bakmak mümkün olabilir. “Varoluşçu” André Gorz, karısı Dorine’e –uzun yıllar süren acı verici hastalığı sebebiyle verdiği- ötenazi kararında eşlik etmeden önce kaleme aldığı ve 58 yıllık beraberliklerinin farklı açılardan hikayesini anlatmaya çalıştığı mektubunda bunun güzel bir örneğini sunar.(5) Bu hikayenin henüz başlarında sayılabilecek bir noktada evlenmeyi düşünmeye başlar çift. André, evliliği bir burjuva kurumu olarak değerlendirdiğinden bu fikrin doğruluğundan şüphelidir. Ancak Dorine’in anladığı şekilde evlilik, canavarca bir hukuki düzenlemeden daha ötesidir: “Kendinizden bir çift yaratmak ortak tasarınızdır” ve bu çifti yaratacak taraflar, “birlikte yapacakları şey neyse o olacaklardır.”(6) André bir süre Dorine’in kafasındakinin, birlikteliklerini yasalaştırmakla ve toplumsallaştırmakla bir alakasının bulunmadığını anlayamadığını itiraf eder; ancak sonrasında Dorine’in evlilik tanımı kafasında netleşir. İmzalayacağı şey, “gerçek anlamda birlikte oldukları, her birinin diğerine dürüstlüğünü, bağlılığını ve sevgisini vaat ettiği ömür boyu sürecek bir sözleşme”dir.(7)
Evliliği değerlendirmek konusunda hangi tarafta yer alacağımız tartışması bir yana, Türkiye için hemcinsler arası evlilik yakın zamanda yasalaşacak gibi gözükmüyor. Özellikle son genel seçim öncesindeki tartışmalar bu öngörüyü destekler nitelikte. HDP’nin seçim bildirgesinde yer verdiği mevzuatta LGBTİ bireylere eşit yurttaşlık tanıyacak düzenlemeler vaadi karşısında, birçok karşıt ses yükseldi. Mesela Haziran ayı başında, eski İçişleri Bakanı ve AKP milletvekili Efkan Ala, “erkekle erkeğin kadınla kadının evlenmesi ne demektir” diyerek, durumun “bizim ahlakımız” tarafından kabul edilemezliğini vurguladı ve Lut Kavmi’nin bu sebeple helak olduğunu öne sürerek bir de tarihsel bir örnekle iddiasını destekledi.(8) Yeni Akit yazarlarından Ersoy Dede de yine benzer bir yaklaşım ve iddiayla HDP’ye yüklendi.(9) Burada olumsuz ve saldırgan tepkilerin yalnızca siyasi arenada yer almadığını unutmamak, 2014 Eylül’ünde basına yansıyan bir düğün yapan gey çift Ekin ve Emrullah’ın deneyimini de hatırlamak lazım. Düğünlerinden sonra ailelerinden ve çevrelerinden tehdit aldıklarını belirten çift,(10) yakın zamanda da kendilerini medyada hedef gösteren kurumlardan şikayetçi olacaklarını açıkladı.(11)
Ama tabii ki bu olumsuz tepkiler yalnızca Türkiye’ye özel değil. ABD’de olduğu gibi tüm dünyada da benzer tepkiler veren resmi kurumlar ve bireyler mevcut. Örnek vermek gerekirse Vatikan’ın evlilik eşitliğini desteklemediğini çok net ortaya koyan açıklamaları bulunuyor. Buna rağmen hemcinsler arası evlilik hakkı konusunda 2000’lerden bu yana dünyanın farklı yerlerinde “sevindirici” birçok gelişme yaşanmakta.(12) İlk olarak 2001’de Hollanda’da hemcinsler arası evlilik yasal hale geldi. Aradan geçen 15 yılda, son olarak ABD’nin de aralarına katıldığı 19 ülke daha evlilik eşitliğini yasalaştırdı. Mayıs 2015’te bu 20 ülke arasına katılan İrlanda’da ise bir ilk gerçekleşti ve ilgili kanun referandumla kabul edildi. Dolayısıyla, neden Türkiye’nin de günün birinde hemcinsler arası evliliğe olanak tanıyan ülkelerden biri haline gelebileceğini düşünmeyelim ki?
Sonuç olarak, evliliğe dair tartışmaların devam etmesinin, bu kurumu daha özgürlükçü bir yaklaşımla yeniden tanımlayabilmek açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama diğer yandan da bugün için, biz evliliği varlığının gerekliliği ve kapsamı bağlamında tartışadururken, hemcinsleriyle bu sözleşmeyi imzalamak isteyenlerin de bu özgürlüğe sahip olmalarının başta eşit yurttaşlık açısından elzem olduğuna inanıyorum. Tabii ki yasaların evlilik eşitliğini içermesi, toplumun genelindeki algıyı ve nefreti ilk aşamada dönüştürmeyecek; ama bu, görünürlük ve normalleşme bakımından önemli bir adım olacak.
ABD vatandaşlarından hemcinsleriyle evlenecek olanların –gönüllerinden geçen buysa- bir yastıkta kocamaları ve dünyanın herhangi bir yerinde benim durumumda olan herkesin de en yakın zamanda kendini “normaller” kadar geçerli hissedebilmesi dileğiyle!
Notlar:
(1) Metin boyunca, politik bir tercih sonucu, “eşcinsel evlilik” yerine, daha kapsayıcı olan “hemcinsler arası evlilik” kavramı tercih edilecek.
(2) Eyaletlerin 26 Haziran 2015 öncesindeki durumunu ve detaylarını merak edenler için istikamet: http://www.freedomtomarry.org/states/ Daha da çok şey bilmek istiyorum diyenler, fazladan, memleketin hemcinsler arası evlilik açısından içinden geçtiği tarihsel süreç için şuraya göz atabilir.
(3) Ömer Akpınar. “Halberstam’le Yapmamanın, Olmamanın, Katılmamanın Politikası: Gaga.” Kaos GL, 18 Mayıs 2014. (Erişim Tarihi: 26 Haziran 2015)
(4) Oşu Bubu. “Neden artık gey değilim.” 5Harfliler, 2 Nisan 2013. (Erişim Tarihi: 26 Haziran 2015)
(5) André Gorz. Son Mektup: Bir Aşk Hikayesi. Çev: Alev Özgüner. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2007; 2011.
(6) A.g.e., 21.
(7) A.g.e., 24.
(8) “Efkan Ala da hedef gösterme peşinde: Eşcinsel evlilik insanlığın helakıdır.” BirGün, 2 Haziran 2015. (Erişim Tarihi: 27 Haziran 2015)
(9) Eşcinsel evliliği savunan HDP lideri Demirtaş’a en zor soru!” Sabah, 22 Mayıs 2015. (Erişim Tarihi: 27 Haziran 2015)
(10) Eşcinsel çifte tehdit yağıyor.” Cumhuriyet, 13 Ekim 2014. (Erişim Tarihi: 27 Haziran 2015)
(11) “Düşünce Özgürlüğü Bülteni (21 Mayıs 2015).” Sabitfikir. (Erişim Tarihi: 27 Haziran 2015)
(12) Dünya çapındaki gelişmeler hakkında daha çok şey bilmeliyim diyenler hop şuraya.
Ana görsel: Düğün fotoğrafı, Budapeşte 1920