"Adet sancısı normaldir, genç kızlarda olur öyle, evlenince geçer, psikolojik..." Türkiye'deki teşhis sorunu kadınların zamanına, parasına ve sağlığına mal oluyor.

KÜLTÜR

Yanlış Teşhislerin Mağduru Hastalar – Peki Sorumlusu Kim?

Otuz iki yaşındaki Gökçe*, bir gece yarısı çektiği sancılara dayanamayarak Bursa’da özel bir hastanenin acil bölümüne gitti. “Doktor regl olduğumu duyar duymaz, son derece umursamaz bir tavırla sancıyı buna bağladı. Israrla aradaki farkı ayırt edebildiğimi söylememe rağmen ‘adet döneminde böyle şeyler olur’ diyerek ağrı kesici verip gönderdi.” Sancılar ertesi gün de devam edince kadın doğum hastanesine giden Gökçe, ağrının böbrek taşından kaynaklandığını öğrenmiş.

 

Lise öğrencisi Gamze’nin de hikayesi benzer. En yakın arkadaşının sancısı tutup ağrıdan kusmaya başladığında, hastaneye götürmek için okul müdürüne haber vermiş. Müdürün ‘altı üstü regl sancısı, biraz abartmıyor musunuz’ imasına direnerek ısrar edip hastaneye gittiklerinde, orada da ağrı kesici iğne vurup “regl ağrısının” geçmesini beklemişler. Ancak arkadaşı ağrıdan çığlık atma noktasına geldiği için annesini aramış Gamze. Uzman doktora gittiklerinde büyük boyutta bir taş düşürdüğünü, böbreklerinin yırtılmak üzere olduğunu öğrenmişler.

 

Geçtiğimiz günlerde aynı sorunun ABD’deki tezahürüyle ilgili bir yazının çevirisini yayınladığımızda, o yazıya Amerikalı bir kadının ‘hikayelerimizin sonu yok’ yorumu yaptığını not etmiştim. Türkiye’den de aynı yorum geldi: “Hayatımız bu hikayelerle dolu, hangisini anlatsak?”

 

Çeviriyi yayınlamamızın ardından görüştüğüm veya bana ulaşan 40’tan fazla kadının müracaat ettikleri kurumlar arasında devlet hastaneleri, özel hastaneler, askeri hastaneler, vakıf hastaneleri, poliklinikler/aile hekimleri, özel klinikler ve revirler var. Yaşları 14 ile 65 arasında değişiyor. Teşhis ve tedavi için gittikleri doktorlardan duydukları cümleler arasında “regl ağrısı, normal” dışında, “genç kızlarda olur öyle,” “evlenince geçer,” “boşandığı için böyle yapıyor,” “okuldan kaçmak için rol yapıyor,” “ilgi çekmek için yapıyor,” “kabul edin sebepsiz ağrı işte,” “ben bile psikoloğa gidiyorum çok önemseme,” “ne büyüme meraklısısın” ve “kendini dinleme” var. Bu kadınların bazılarına daha sonra başka doktorlar tarafından Addison hastalığı, otoimmün hastalıklar, migren, endometriyozis ve kanser teşhisleri kondu.

 

Konuştuğum kadınlar, şikayetleri devam ettiği halde ‘bezdiği için’ doktora gitmeyi bırakmış, hayatının en az on yılını şiddetli ağrılarla geçirmiş, ölümün eşiğinden dönmüş, teşhisi ‘psikolojiktir’ tanısıyla yıllarca gecikmiş, yumurtalığı veya rahmi alınmış veya doğurganlığı ciddi zarar görmüş, gereksiz yere anti-depresan veya antibiyotik kullanmış, doğru teşhis konana kadar seneler boyunca farklı doktor ve hastanelere zaman ve para harcamış hastalar.

 

Bir yanda, sorunun toplumsal cinsiyet boyutu duruyor. Örneğin, “ortaokulda başlayan baş ağrılarım için şikayet ettiğimde önce babam ciddiye almadı, sonra doktorlar” diyen Kübra, “aslında sadece kadınların ve yaşlı kadınların değil, kız çocukların ve genç kızların da aynı sorunla karşı karşıya olduğu” görüşünde. Yukarıdaki örnekteki lise müdürü gibi, özellikle şikayet ağrı ve/ya kadın hastalıklarıyla ilgili olduğunda, ‘abartma’, ‘hastalık hastalığı’, ‘ilgi çekmeye çalışma’ ya da ‘evhamlılık’ imasının hedefinde kadınlar oluyor.

 

Kadın hastalıkları, doğum ve tüp bebek uzmanı Prof. Dr. Banu Kumbak Aygün, “psikolojiktir” çatısı altında toplanabilecek bu teşhislere örneğin endometriyozis hastası kadınların haklı olarak çok sinirlendiğini söylüyor. “Kadını yatalak hale getiren somut bir ağrı var ortada. En büyük sıkıntılardan biri bu; psikolojiktir, ya da adet sancısı normaldir denmesi.”

 

Bu görmezden gelici, hastayı tam olarak dinlemeden yapılan yorumların bir kısmının kadın doktorlardan geldiğini ve doktorun cinsiyetinin belirleyici olmadığını belirtmek gerek. Elbette benzer “teşhislerin” kadın doktorlardan da gelmesi, hem toplumda hem tıp dünyasında yerleşmiş toplumsal cinsiyet kalıplarının işlediği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ancak Türkiye’de tıpta cinsiyetçilik alanındaki araştırmalar bu açıdan henüz oldukça sınırlı.  

 

Yanlış teşhis ve tedavi, hasta hakkı ihlali

 

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2015’te Türkiye’de 473 milyon ayakta tedavi müracaatı oldu. AGİT verilerine göre ise, 2015’te Türkiye’de kişi başına düşen doktor ziyareti 8.4 kere (ve Türkiye bu sıralamada 35 AGİT ülkesi arasında dördüncü). 2009’dan beri hasta hakları kurullarında gönüllü olarak görev yapan Hasta Hakları Aktivistleri Derneği, bu rakamın 40 yaş üstü hastalarda senede 20 ziyarete ulaşabildiğini söylüyor.

 

ABD’deki National Academies of Sciences, Engineering and Medicine‘in 2015’te yayınladığı bir rapora göre, çoğu insana hayatı boyunca en az bir kere yanlış teşhis koyuluyor, ve bunun sonuçları bazen çok ağır da olabiliyor. Ancak Hasta Hakları Aktivistleri Derneği, yanlış teşhislerin ötesinde, Türkiye’de kişilerin hastaneye gidiş ortalaması ve genellikle aynı şikayetler nedeniyle müracaat etmesinin hastaların tedavi edilemediğinin delili olduğunu söylüyor.

 

“Hekimin doğru teşhis koyamaması ve hastayı yeterince dinlemeden ön yargıyla hareket etmesi hasta hakkı ihlallerinden biri. Hastaların birçoğu aynı hastalık nedeniyle farklı doktorlara müracaat ediyorlar. Yanlış teşhis yapıldığı ve doğru ilaçların verilmediği de hekimlerin birbirine yönelik suçlamaları arasında.”

 

Hasta Hakları Aktivistleri, doğru teşhisin konulmamasının tedaviyi geciktirdiği gibi hasta ve yakınlarının ekonomik menfaatlerini de olumsuz etkilediğini, aynı zamanda kamu veya özel fark etmeden her müracaatın devletin kasasından para çıkması anlamına geldiğini vurguluyor. Her gereksiz tahlil, tetkik ve reçete bu kayba dahil, üstelik derneğe göre “bu durum her koşulda uluslararası ilaç şirketlerinin işine geliyor.”

 

Bilimsel veriler doğrultusunda doğru teşhisinin konulması ve tedavisinin yapılması hastanın temel haklarından biri, ancak derneğin topladığı şikayetler arasında doktorların muayene sırasında hastayı yeterince dinlememesi, göz teması kurmaması, elle muayeneden kaçınması, teşhisin ilk seferde konulamaması var.

 

33 yaşındaki Semra, “MR ve kan tahlillerine odaklanıp ne hikayeyi ne de elleriyle muayeneyi önemsemiyor artık doktorlar” diyor. Tahlillerinde her şey temiz görünmesine rağmen ağrıdan uyuyamadığı, yere basamadığı günlerde doktorunun kahkahayla gülüşünü, “sebepsiz ağrı” teşhisini ve anksiyete ilaç önerisini asla unutamayacağını söylüyor (aylarca arayıştan sonra şu an başka bir doktorla tedavi oluyor ve iyiye gidiyor).

 

Dr. Aygün, “anamnez (hastanın hikayesi) hala en önemli şeydir, hatta tıbbın %70’i hala budur. Hastayla konuşmak çok önemli” diyor, ancak ortada bir de kapasite sorunu olduğu görüşünde. Hasta “polikliniğe gidip de günde 100 hasta bakan doktora derdini anlatamaz zaten; ama bu sağlık sistemiyle alakalı.”

 

Devlet hastanelerindeki yoğunluk tedavi süreçlerini gerçekten de olumsuz etkileyebiliyor (Türkiye’de acil servise başvuru rakamları da haddinden fazla yüksek). Pendik’te bir devlet hastanesinde dahiliye doktoruna yıllardır uğraştığı akne problemi şikayetiyle giden Şenay, doktordan tahlillerin hormonlarda dengesizlik gösterdiğini öğrenmiş ve tedavi olarak ‘evlenince geçer’ cümlesini duymuş. “Ben orada evli değilim ama aktif cinsel hayatım var diyemezdim çünkü içeride başka insanlar da vardı. Hızlı olması için doktor aynı anda üç dört hastayı içeri alıyordu.”

 

Daha sonra bir kadın doğum uzmanına giden Şenay, evlenmenin bir tedavi yöntemi olmadığını teyit etme imkanı bulmuş. Peki “evlenince geçer” tanısını veya “evli misin” sorusuna “hayır” cevabı verildiğinde doktorun bunu kadının cinsel hayatının olmadığına delil olarak kafi bulmasını hastanelerdeki yoğunlukla açıklayabiliyor muyuz?

 

Bir türlü teşhis edilemeyen kadın hastalıkları

 

Konu teşhis kabusları ve kadınlar olduğunda, endometriozis hastalığına ayrı bir sayfa ayırmak gerekiyor: Dünyada 15-49 yaşlarındaki her 10 kadından birinde görülüyor. Dünya genelinde yaklaşık 180 milyon, Türkiye’de 1 milyondan fazla kadın hastalıktan muzdarip.

 

Bu rakamları aldığım Endometriozis ve Adenomyozis Derneği’nin yönetim kurulunda da görev yapan Dr. Aygün, buna rağmen hastalığın teşhisinin “7 yıl, belki de daha uzun” sürdüğünü söylüyor (bu süre ABD’de benzer uzunlukta). Kanserden ya da diyabetten çok daha sık görülen bir hastalığı teşhis etmek neden kadınlar için çok ağır fiziksel ve duygusal maliyete rağmen seneler sürüyor?

 

Endometriyozisin iki tipik belirtisi aşırı ağrılı adet dönemi ve cinsel ilişki sırasında ağrı. Dr. Aygün teşhisteki gecikmenin bir sebebinin toplumda adet ağrısının ‘normal’ olduğuna dair yaygın algı olduğunu söylüyor. “Bu algı doktorlarda da var. Toplumda adet ağrılı olur diye oturduğu için doktor görüntülemede bir şey bulamayınca [kadın hastaya] inanmıyor. Endometriozis Derneği olarak Sağlık Bakanlığı ile proje yürütüyoruz farkındalık yaratmak için, bu farkındalık okullarda, sağlık personelinde, aile hekimlerinde genelde yok. Kadın doğumcularda var ama diğer doktorlarda yok.” (Bu önemli zira endometriozis, ya da halk arasında bilinen adıyla çikolata kistleri, ileri safhalarında başka organlara yayılabiliyor).

 

Aygün’e göre diğer bir temel problem de Türkiye’de jinekolojik muayene önündeki engeller ve yaygın utanç duygusu:

 

“Anne babalar evli olmayan kızları doktora götürmüyor. Endometriozis teşhisinin altın standardı laparoskopi, ancak hastalar, özellikle bekar hastalar istemiyor. Oysa hastalığın fiziksel belirtileri ultrasonda çıkmayabiliyor. Ultrasonda bir şey görmesek bile, bazen basit muayenede bile vajende görüyoruz, ama hastalar pelvik muayene, alttan jinekolojik muayeneyi istemiyorlar. Halbuki kulak-burun-boğaz doktoruna gittiğinizde ‘boğazıma bakma ya da sadece elinle muayene et’ diyemezsiniz, endoskopla bakması gerekir. Aynı şekilde genç kadınlar evliliklerine negatif yansıyacağından korktukları için ağrıyı dile getirmekten çekiniyorlar.”

 

Aygün, doktorların da jinekolojik muayeneye direnen hastalarla polemiğe girmek yerine MR’a çok başvurduğunu belirtiyor. Gerçekten de Türkiye kişi başına düşen MR ünitelerinde AGİT ülkeleri arasında 20. sırada olmasına rağmen, kişi başına düşen MR tetkiklerinde AGİT lideri. Mesela ikinci sıradaki ABD’de, aynı zamanda Birleşik Krallık ve Kanada’da gereksiz MR kullanımını kısıtlamak için sağlık kuruluşları kampanyalar yürütüyor, zira “MR son çare olmalı.”

 

Hasta Hakları Aktivistleri Derneği’nin ellerindeki rakamlara göre kadınlar daha çok hak arıyor, ancak kurulda çözüme ulaşan şikayetlerin %43’ü, yani yarısından azı kadın hastaların. Bu yazı için konuştuğum, hikayelerini paylaşan kadınların da bir numaralı ortak noktası, hasta olarak şikayetlerinin dinlenmesini istemeleri.

 

Hayatımın yarısından fazlasında migren yüzünden hayat kalitem düşüktü. Fakat bu teşhisin konmasına üzülmedim, sevindim. Sonunda biri beni ciddiye almıştı çünkü” diyen Kübra, vaktini ve kaynaklarını teşhis peşinde harcayan birçok kadının derdine tercüman oluyor.

 

Hastaların mahremiyetini gözetebilmek adına bu yazıdaki isimlerin bazıları değiştirilmiş ve soy isim kullanılmamıştır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YOrhan Pamuk’u Bezdirmişsiniz
Orhan Pamuk’u Bezdirmişsiniz

Orhan Pamuk, sırf yurtdışında başarılı diye eleştirilmekten (hâlâ) şikayetçi: “Romanın başarısını kendisine karşı bir silah olarak kullanıyorlar.”

KÜLTÜR

YKazuo Ishiguro ile Röportaj: Kurgu Sanatı
Kazuo Ishiguro ile Röportaj: Kurgu Sanatı

Edebiyat nobelinin yeni sahibi Kazuo İshiguro ile hayat hikayesi, ilham kaynakları, çalışma rutini üzerine yapılmış en kapsamlı röportajlardan biri.

ENGLISH

YIn Turkey, female patients bear brunt of misdiagnoses
In Turkey, female patients bear brunt of misdiagnoses

The common request shared by every woman I spoke to for this article was that they would be properly listened to.

Bir de bunlar var

Feminist Okumalar: “Kendisi gibi” Yazmak, “Kendisi gibi” Okumak
İyi Sıcak
Simone de Beauvoir Canını Yakanları Hayata Havale Etti Mi?

Pin It on Pinterest