HBO’nun HBO’ya yaraşır bir mükemmeliyetle televizyona uyarladığı George R. R. Martin serisi A Song of Ice and Fire’ı, metrobüste otururken, üstgeçitlerde yürürken, iş yerinde “çalışırken” kitapları hüpletmem yetmiyormuş gibi, içimde yaşadığını bilmediğim bir tipi uyandırdı. Saatler boyu o ne dedi bu ne yaptı diye karakterleri tartışma isteğim bir yana, beni bıraksanız pelerinimi giyip, kapısında “Game of Thrones kurdu gelmiştir” yazan pet shoplardan birine girip kurdumu da aldıktan sonra zırhını miğferini kuşanıp gelmiş diğer talihsiz insanlarla Sivas Ovası olacağını tahmin ettiğim bir lokasyonda hikayenin canlandırmasını oynayacakmışım, cosplay keyfi yapacakmışım. Zira o dünyanın içinde kaybolmamak hayli zor. Tıpkı Tolkien, Pratchett ve benzerleri gibi, Martin’in başarısı da yarattığı evrenin bütünlüğünde ve o bütünü oluşturan ayrıntıların inceliğinde.
Bu ayrıntıların başını çeken şeyler ucu bucağı görünmeyen yemek ve kıyafet tasvirleri – wikipedia’dan şu an elimize ulaşan bilgilere göre ilk dört kitapta 160’ın üzerinde yemek tarifi varmış. Yemek ve kıyafetler ilgi alanının yaklaşık %55’ine tekabül edenler bu paragrafları atlayanların çıldırmış olduğunu düşünüyor, biliyorum. Nitekim benim gibiler için sonu gelmez “ezilmiş ceviz içli ve erik soslu bilmemne eti” ya da taşlı tokalarla tutturulan kadife pelerinlerin altına giyilen deri yelekler, diz altı çizmeler (BBC dönem dizisi sevenler bunu da sevdi), daha fermuar denen dahiyeni buluşa çok uzak olunması sebebiyle iplerle bağlanan ve çözmesi rahat beş dakika süren pantolonlar (ki buna rağmen çözüldüğü sahnelerin sayısı epey yüksek) ve binlerce taşla işleyenlerini kör eden korseli elbiseler şöleni en az karakterlerin kendileri kadar önemli hale geliyor.
Kitapları okurken aklıma gelen bütün potansiyel harika fikirlerimi başkaları hayata geçiriyordu, birinciliği Game of Thrones yemek kitabına verdiler. Aslında benim fikrim daha çok Game of Thrones mutfağı ile paleo diyetinin birleştirilmesi yönünde idiyse de eminim onun da eli kulağındadır. Ama benim size asıl göstermek istediğim HBO’nun Emmy ödüllü kostümcüsü Michele Clapton’ın moda tasarımcılarını nasıl etkilediği. Moda dergisi ağzıyla söyleyecek olursam etnik motiflerle ortaçağ askeriyesinin çizgilerini bir araya getiren elbiselerden bu sezon mutlaka birkaç tane edinmelisiniz. Şaka şaka, edinmek zorunda olduğunuz bir şey yok. Ama gelin şu güzelliklere bir bakalım, belki bize de ilham gelir (kış kreasyonlarına klimalı ortamda bakmanız tavsiye edilir).
Hervé Léger by Max Azria İlkbahar 2012. Khal’lara layık diyebilir miydik?
Helmut Lang Sonbahar 2012. Geçtiğimiz Şubat, Helmut Lang tasarımcıları tasarımlarında Night Watch korucularından etkilendiklerini söylemişlerdi (ranger’ın korucu olarak çevirisinden ben de sizin kadar şaşkınım).
Valentino Sonbahar 2012. Bunların Game of Thrones ilhamlı olduğu teorimi destekleyen başka kaynak yok ama önemli değil çünkü inanılmaz güzel.
En güzelini en sona sakladım. Blogger Diana Moss, Givenchy Sonbahar 2012 Couture koleksiyonundaki parçalarla Game of Thrones karakterlerini yanyana koymuş. Givenchy’nin kreatif direktörü Riccardo Tisci, Helmut Lang tasarımcılarının aksine adını koyarak ilhamını tek bir kaynağa dayandırmasa da, Diana Moss’un da dediği gibi ortada bir kurt var, daha ne olacaktı.
Tüm bunların üzerine Clapton’un eskizlerini ve tasarım sürecini görüp kendisine bir helal olsun demek isterseniz: