Sülaymaniye’mizi, Ayasofya’mızı, Boğaz köprümüzü, müzelerimizi, vapurlarımızı, leziz yemeklerimizi, martılarımızı ve erkeklerimizi görmek istemez misin? Galata Kulesi, Kız Kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarları, mısır çarşısı, restoranlar, çiçekçiler, iskeleler, parklar, tarihi sokaklar, günbatımları, Boğaz kenarındaki yalılar, ışıl ışıl geceler, hepsi seni bekliyor. İstanbul’a hoş geldin!
Sarai Sierra İstanbul’a gelmeden önce internetteki turizm sayfalarında, gezi rehberlerinde, seyahat acentelerinin sitelerinde dönüp duran 3 dakika 18 saniyelik İstanbul videosunu izlemiş, izlerken uğursuz bir misafirperverliğin, tekinsiz bir hoş geldin’in karşısında olduğunu hissetmiş miydi acaba? Artık hiç bilemeyeceğiz. Ama öncesinde değilse bile, şehre ayak bastıktan sonra görmüştür mutlaka. Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan İstanbul tanıtım videosu 2008’den bu yana reklam panolarında, havalimanındaki ışıltılı ekranlarda, bütün metro istasyonlarında ve trenlerinde hiç durmaksızın dönüyor. Belediye çalışıyor.
Sarai Sierra üç dakikasını ayırıp bu videoya dikkatini vermişse eğer, bir eksiklik dikkatini çekmiştir mutlaka. Camilerimizle, kiliselerimizle medeniyetler beşiği tarihimiz; kalabalık meydanlarda, sokaklarda, pazarlarda ve çarşılarda tüm içiçeliğimiz, dipdibeliğimiz; gökleri delen akıllı binalarımız, son teknoloji ürünü trenlerimiz ve ellerinde kokteyl kadehleriyle günbatımını izleyen beyaz yakalılarımızla modernitemiz; biz hepimiz sana “welcome to İstanbul” diyoruz Sarai: İstanbul’da her şey var, yalnız kadınlar yok!
3 dakika 18 saniyelik bir videoyla bir şehir hakkında ne anlatabilirsiniz? Belediye zoru başarıyor yine. Misafir, turist, o yabancı, önce gökyüzünde süzülen bir martının kanatları altında bir tepeden değil en tepeden bakıyor sana aziz İstanbul! Sislerin içinden yükselen cami minareleri ve kilise çanları karşılıyor Sarai’yi. Galata kulesi, şehir hatları vapurları, takalar, balıkçılar, Boğaz derken en önce çiçekçi adam, elinde bir demetle çiçekle “buyurun” diyerek içeri davet ediyor. Kamera Sultanahmet parklarında dolaştırıyor Sarai’yi. Sonra “tarih” geliyor; arkeoloji müzesinden birkaç görselin peşisıra müze müdürü olduğunu tahmin ettiğimiz adam aynı vücut jestiyle, bir kolunu açmış, “buyurun” deyip müzeye davet ediyor bu kez. Ardından bir elinde kalkan diğer eliyle buyurun’layan bir balıkçı; ondan sonra ayakkabı boyacısının buyurun’u geliyor. Beşinci sıraya vatman yerleşiyor. Aynı gülümseyen yüz, kaskatı postur ve yana açılmış koluyla Sarai nostaljik tramvaya davet ediliyor.
Kamera hızla restoranlarda oturmuş keyif yapan adamların yanından geçtikten sonra, bir manavın göz alıcı dükkânında duraklıyor. Rengârenk meyve ve sebzelerin içinde bu kez manav Sarai’yi hoş geldin’liyor. Buraya kadar sekiz adam etti! Gerçi araya karışan İstanbul manzaralarında fonda bir iki kadın seçecek gibi oluyor Sarai ama “dinlerin beşiği İstanbul” bölümü başlıyor tam o sırada. Bu kez çeşitli din adamları Sarai’yi çeşitli mabetlere buyurun’layıp hoş geldin’liyor. Kan kırmızısı bir Türk bayrağı bir an görünüp kayboluyor sinagogların, kiliselerin, camilerin fonunda ve son olarak günbatımında İstanbul siluetinde.
Kadir Topbaş imzalıyor videoyu en sonda; Sen! Yabancı! “Welcome to İstanbul”. Bu imzanın sahibini merak etmiştir belki de Sarai; birkaç internet sitesine girmiş, İstanbul’u “Kadın Dostu Kent” ilan eden Büyük şehir başkanı Kadir Topbaş’ın sözlerine rastlamıştır bir yerlerde. 2010’da düzenlenen Uluslararası İstanbul Kadın Buluşması’ndan (WOMANist) bu yana Topbaş aynı sözleri hiç durmadan tekrar ediyor ne de olsa: “Bizden önce Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Galata, Pera gibi bölgelerde akşam karanlığında bayanları sokaklarda görmediğimiz dönemler vardı. Şimdi artık sabah saatlerine kadar bir bayanın yalnız dolaşabildiğini, eğlenebildiğini, alışveriş yapabildiğini, bir kafede oturabildiğini görmekteyiz. İstanbul, güvenli, sağlıklı, dünyaya açık, özgür bir şehir oldu. İstanbul, bir kadın şehri. Kadınların izlerini, eserlerini taşıyan, kadınların eserlerinin varlığıyla övünülen bir kent. İstanbul’da artık kadınlar da erkekler kadar özgür.’
Videoda dünya şehri İstanbul’u yokluklarıyla var eden bu “özgür kadınlara” ulaşabilmiş olsaydı eğer Sarai, kadınlar ona özgürlüğün bir reklam sloganı olmaktan öteye gidemediği şehir hayatını anlatırlardı kuşkusuz. “Bak keyfine” derlerdi, “ama dikkatli ol”, “uyanık ol”, “tetikte ol”. Bu şehir kadın dostu değil, kadın öğütücüsü, düşmanı derlerdi. Belki yaşını da sorardı kadınlar Sarai’ye, “bu şehir aynı zamanda pedofil” diye eklerlerdi. Çünkü İstanbul’da büyüyen hangi kadına sorsan söyler; hayatının en yoğun tacizini ortaokul ve lise yıllarında yaşamıştır. Okul formasıyla sokakta bulunmak yılbaşı gecesi Taksim meydanından geçmek gibi ölümcül bir çılgınlıktır. (Yılbaşı geceleri hepten özel bir eğitim gerektirdiği için bu konu ayrıca konuşmak için ertelenirdi herhalde.) Formalardan kurtuldun, yılbaşlarında Taksim’den imtina ettin ve gece sokağa çıkabilme ayrıcalığına sahipsin ya da edinebilmişsin o hakkı kavga dövüş diyelim, “önce Mercan yokuşunu öğrenmelisin” derledi Sarai’ye. Biber gazı spreyleri orada satılır. Gece tek başına sokaktaysan yanında yörende cebinde bulundurmalısın bu küçük yeşil kutucuğu.
Mesela bol kahkahalı bir gece arkadaşlarından ayrıldın eve döneceksin, o saatte yaşadığın yere giden bir otobüs bulman mucize olur. Otobüs buldun diyelim, saat başında hareket edecektir mutlaka ve gecenin o vaktinde durakta on dakika geçirmek on yüz bin milyon taciz demektir Sarai. Dünyanın bazı şehirlerinde belediye otobüsleri, yalnız seyahat eden kadınları geceleri kendi yol güzergâhları üzerinde, kadının gitmek istediği yere en yakın noktada indirmek zorundaymış. İETT’nin böyle yüzeysel çözümlere karşı olduğunu bilmelisin. Bu tür geçici çözümlerin, sorunun kökenine inerek erkeklik denen belaya karşı mücadele etmeyi geciktirdiğini savunuyor İETT. Çok hassas ve bütüncül bir politikası var bu konuda. Anlaman biraz zaman alabilir.
Neyse işte, otobüs bulamadıysan metro var, aklında bulunsun. Yalnız gece 12’den sonra herkesin bal kabağına dönüştüğüne inanılan bir coğrafyada olduğunu unutmayasın sakın. Saçma mı geldi? Ne yaparsın, gecikmiş modernleşme işte. Batının masalları bu tarafa biraz geç uğradığı için masal çağından çıkmak da gecikiyor haliyle. Anlayacağın 12’den sonra metro yok. Taksiye binecek paran varsa eğer, mutlaka durak taksisine binmelisin. Öyle zamanlar olur ki taksi beklersin yol kenarında, tek tek önünde dururlar, arabanın üzerinde durak adı yazıyor mu diye okumaya çalışır, yoksa geri çevirirsin. Taksiyi geri çevirdiğini gören arabalar durmaya başlar bu sefer önünde. Yılışık adamlar arabanın içinde eğilip sana bir şeyler söylemeye çalışır, sakın ha cevap vermeyesin. Bu gizemi biz de çözemedik henüz ama sesini duymak bir tür “start” işareti gibi etki ediyor üzerlerinde, hızla tacizin bir sonraki basamağına atlıyorlar. Elinle kolunla kovalayacaksın onları, “defol git” manasında işaretler yapacaksın. Beden dilinin kovma, defetme anlamına gelen jestleri üzerine biraz çalışmalısın.
Bu arada yalnızca taksi geri çevirdiğinde değil, gece vakti yol üzerinde hangi sebeple durursan dur arabalar yanında, önünde, arkanda duracak, olmadı yavaşlayacak, laf atacak, korna çalacaktır. Bu yüzden çantandan bir şey ararken, bir yudum su içecekken, hatta ışıklardan karşıya geçmek için bile olsun duraklayıp “bir şey bekler gibi” görünmemelisin. Çünkü sen hayattan ne beklersen bekle, geceyarısı sokakta karşılaşacağın erkekler, kendilerini bekliyor olduğuna emindirler. Bundandır “işte geldim, buradayım” sırıtışıyla her köşe başından çıkıp üstüne üstüne yürümeleri. Anladın işte, beyaz atlı prens sendromu. Biraz can sıkıcı ama bekliyoruz bir gün geçecek bu masalların etkisi ümidiyle. Gerçi endişelenmiyor da değiliz. Önlerindeki kabarıklığın şaha kalkmış beyaz bir at, kendilerinin de prens olmadıklarını fark edecekleri gün toplu intiharlarla cinslerine karşı bir öz kıyım başlatırlar mı başlatırlar. Savrulabilecekleri uçları ölçmek biçmek öyle kolay değildir.
Konu biraz dağıldı mı ne, ama işte meselenin özünü kavradın sen. Her günü böyle mi geçiriyoruz diye merak ediyorsan, hayır, çoğu gece tacize uğramadan eve dönebiliyoruz. Nelerden ve nerelerden sakınmamız gerektiğini, adımlarımızı nasıl, ne sıklıkta ve sertlikte atmamız gerektiğini, yaklaşan tehditlere karşı yüzümüze yerleştirmemiz gereken farklı ifadeleri, hepsini biliyoruz. Yıllar içinde ustalaştık. Her birimizin kendine has teknikleri var. Sen şimdi yabancılığına güvenip yabancılarla konuşmaya, tanışmaya hevesli olmayasın sakın. Yabancılık her şeyden önce acemilik demektir ve bu şehirde acemilikten daha ölümcül bir şey yoktur.
Acemi olduğunu bir çaktırırsan, o videodaki adamlar gibi kollarını açmış “welcome” diyor say kendini her türlü belaya, tacize, tecavüze. Hatta “başına sert bir cisimle vurmak suretiyle” seni öldürebilirler bile. Ölümün az biraz sansasyon yaratır. Ne de olsa yabancısın; “el aleme rezil olduk yine” diye vahlanır ahali. Sonra bizim rezil olmadığımızı göstermek için senin “rezil bir kadın” olduğun işlenir çarşaf çarşaf. Ajan ya da kurye olduğun için öldürülmüş olabilirsin mesela. Hiç olmadı su yolunda kırılmış bir testi oluverirsin; kocanı filan memlekette bırakıp tek başına tatillerle çıkmışsın, Amsterdam’lara gitmişsin, Beyoğlu’nda ev kiralamışsın, internetten adamlarla yazışmışsın. Öldürülmenin olası sebepleri madde madde sıralanır günlerce. Bak, hafife alma bu dediklerimizi. Mobese kayıtlarında öyle şapkan başında, ellerin cebinde, kendi halinde yürür gibi görüntüler vererek de kurtaramazsın paçayı. Sorarlar mutlaka: bu kadın nereye yürüyor? Gerçi o da çok sürmez, unutulursun kısa sürede. Düşük ihtimal ama katilin yakalanırsa, bak belki o zaman bir iki günlüğüne hatırlarlar seni. Ama adam “öptürmedi, öldürdüm” deyiverir, hoop balonun sönüverir yeniden. Vahlanan da “aman canım, şöyle azcık heyecanlı bir hikâyeyle öldürülemez miydin ?” diye vahlanır anca. Hiç ümitlenme, böyle ucuz cinayet gerekçileriyle bir günden fazla haber olamazsın. Kurye ya da ajan olsan iyiydi bak…
Daha bu konuştuklarımız girizgahın girizgahı. “İstanbul Acemisi Kadınlara Hayatta Kalma Dersleri 101” diyelim adına, tanışma dersinde sayılırız. Ama iyisi mi sen, tüm bu anlattıklarımızla birlikte şu “welcome” videosuna bir daha bakıp memleketinde izlediğin beşinci sınıf korku filmlerini bir hatırla, sonra tekrar konuşalım. Hani şu karakterlerin tesadüf eseri yollarının düştüğü her şeyin fazla mükemmel, herkesin fazla güleç, misafirperver ve canayakın olduğu kasaba filmleri var ya. O dost canlısı kasabada toy gençlerin başına neler neler geldiğini bilmez misin?
Şimdi artık 3 dakika 18 saniyelik İstanbul videosunda, tam kan kırmızısı Türk bayrağının ardında, bizim görebildiğimiz gizli mesajı sen de görebilirsin. Dikkatli bak, o güleç yüzlerin, tekinsiz buyurun’ların, “welcome to İstanbul”un hemen altında yazıyor: there is no exit from here.