Baştan anlaşalım, insan her zaman Idris Elbaları, Matthew Goodeleri, hatta Adam Driverları beğenmiyor. Bazen de ağzınızdaki sıvı oranını eser miktarda arttıran Hakan Ural oluyor arkadaşlar.
Hakan Ural’ın bugünkü Sicilya esintili ağır abi hallerini kastetmiyorum tabi.
Gerçi birazdan canısıııı canıısssı örümün yarısı diye şarkıya başlayacak bu kaş simetrisi altındaki şaşkın gözler yıllar içinde kazanılmış maçoluğunu gölgelemiyor, dikkatli bakınca gençliğindeki o tuhaf ve yersizsiliğiyle cezbedici naifliği geriden geriden sezdirmiyor değil.
Ama benim hasta olduğum Hakan Ural daha çok şöyle bir şey:
Geçenlerde ecnebilerin guilty pleasure dedikleri şu yaramaz, azıcık utandıran, hınzır hınzır da sırıttıran haz konusunun açıldığı bir ortamda Hakan Ural beğenimle ziyadesiyle utandırılmamış olsam bu konuyu siteye taşımaya kalkmazdım. Ama yerli kirli hazlar arasında Mert Fırat entelinin filan adının verildiği bu aşırı yüksek beğenili ortamda Hakan Ural’ın nesine bayıldığımı anlatırken aşağılık zevkimin içindeki inci tanesini çıkarıp masaya koymak zorunda kaldım ve bir anda herkesin yüzüne yayılan ikna olmuş gülümsemeyi görüp cesaretimi topladım. (Ayrıca Mert Fırat ne arkadaşlar ya, yok Harun Tekin!)
Sibel Can’la Hakan Ural’ın evliliklerinin son günlerinde birlikte yaptıkları basın açıklamasını hatırlayanlarınız vardır. Yürek parçalayan görüntülerdi. Seks kasedi nedeniyle şantaja uğrayan Sibel Can, kocası Hakan Ural’ın konuşması boyunca ağlıyor, arada ona sarılıyor, tekrar köşesine çekilip yine ağlıyordu. Hakan Ural arada esip gürleyen delikanlı laflar ediyor ama Sibel Can ona her sokulduğunda allak bullak oluyor, ağlamamak için kendini zor tuttuğu her hâlinden belli oluyordu.
10 yaşlarında filandım o basın açıklamasını izlerken. Şakır şakır patlayan flaşların altında sergilemek zorunda bırakıldıkları dramadan da etkilenmiş olmalıyım. Hakan Ural’ın Sibel Can’a destek olmaya biçiminden, delikanlılıkla ağlamaklı bir çocuk arasında gidip gelişlerinden filan da. Ama izlediğim şeyde esas gönlümü çelen başka bir andı.
Hakan Ural’ın dil tiki. Farketmemiş olamazsınız. Adam 30 yıldır arada dilini çıkarıp dudaklarının üstünde hızlıca bir kaydırmadan beş cümle üst üste kuramıyor. İki kelime arasında genellikle sağdan, bazen de ortadan çıkıyor o dil, bir saniye içinde hızlıca bir yalanıp geri giriyor evine.
Bazen de açıktan alıyor gönlümün prensi.
Dışarı çıkarmadan, ağzının içinde de çalıştığı oluyor.
Olay anı tam şöyle:
Dediğim gibi tiki ilk farkettiğim anda daha küçüktüm, neye tutulduğumu anlayacak gibi değildim. Ama gönlümden bir şeyin ılık ılık aktığını hatırlıyorum. Artık ermeyen aklımla bu tikte ne vaatler bulduysam. Allah affetsin.
Ayrıca diyelim ki dillere karşı özel bir durumunuz yok. Yine de Hakan Ural’ın gençliğinin hiç de fena olmadığında anlaşabiliriz bence.
Eski fotoğraflarda görünen bir şey daha var Hakan Ural’da. Sanki gazino hayatına, mafyatik ortamlara, ağır abiler arasına düşmüş, dış görünüşte ayak da uydurmuş ama yüzünde bir anlık belirip kaybolan şaşkın bir çocuk ifadesi. Sibel Can’ın assolistliğinin yanında bazen daha net seçiliyor o tuhaf olmamışlık.
Sevişeceği için mutluluktan kadının boynuna çocuk gibi sarılışına bir bakın!
Ya da sevgi mi şehvet mi ikilemine:
Evet, iyi yaşlanmadığını ben de kabul ediyorum. Yüzünün çizgileri kalınlaşırken, o yan bakışlar, ağır abi pozları giderek yerleşti, sevdiğim yersiz naiflikten eser kalmadı. Düz maço oldu adam. Ama yine de değişmeyen bir şey var arkadaşlar.
Üstelik kıvraklığından da hiç bir şey yitirmemiş.
Tövbe.