Sanatçı Irmak Dönmez ile Summart’taki Gerçekte Olmayan Şeylerin Zihinsel Tahayyülleri başlıklı karma serginin açılışında tanıştık. Sergide gösterilen İntikam Vazoları başlıklı üçlemeden etkilendiğim kadar, Irmak’ın dostça tavırları sayesinde güçlü bir feminist dayanışma kurduğumuzu da hissettim.
Royal Danish Academy of Fine Arts’ta beden ve özneleştirmenin distopik kurgudaki yeri üzerine çalışan sanatçı, 2018’de Kopenhag’daki Gallery Q’da My thoughts are breaking my hair (Saçlarım Düşündüklerime Kırılıyor) başlıklı bir kişisel sergi açtı. Pera Rotary Club’ın verdiği mesleki mükemmeliyet ödülüne (Prix d’Excellence de Vocation Professionelle) layık görüldü. Pandemiden önceki altı ayını İzlanda’daki Fish Factory Creative Centre’da geçiren Dönmez, lisans ve yüksek lisans öğrenimi gördüğü Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde doktora çalışmalarına devam ediyor.
Dönmez’le feminist, kuir ve vegan işleri üzerine konuştuk.
Sevgili Irmak, öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler. Çalışmalarından ve sanatsal yaklaşımından bahseder misin bizlere biraz?
Burada bana yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim, büyük mutluluk duydum. Sanatsal yaklaşımım içselleştirdiğim meseleler üzerine kurulu çünkü her şey ilgimi çekiyor diyemem. Kendi canımı yakan öncelikli dertler, ilgi alanlarım, takıntılarım ve biriktirdiğim nesneler üzerinden yola çıkıyorum. İçselleştirilmeyen hiçbir meselenin yeterince etkili bir biçimde aktarılamadığına inanıyorum. Bu nedenle kendi içimde olup bitenden hareket ederek, beni destekleyecek metinlere ve ortak dertleri paylaştığım sanatçılara bakıyorum.
Nergis Abıyeva ve Uras Kızıl’ın küratörlüğünü yaptığı Summart’taki Gerçekte Olmayan Şeylerin Zihinsel Tahayyülleri sergisinde İntikam Vazoları üçlemenle yer aldın. Sergi metninde “patriyarkadan ve toksik masküleniteden duyduğu rahatsızlığı agresif bir dilsellikle yansıtırken, tam tersi bir estetik algısıyla karşıtlık yaratarak anlamı [bulanıklaştırdığın]” yazıyor. Bu üçleme nasıl bir seri ve sergi bağlamında neye tekabül ediyordu?
Seramik en eski çağlardan bu yana birçok kültürün içinde var. Antik dönemlerden itibaren üretilen vazoların görsellerini arşivlemeye başlamıştım, üzerlerinde hep o dönemlere ilişkin resimler bulunuyor, vazo içine çiçek konulması ve dekoratif anlamların ötesine geçen birçok aktarım mevcut. Nergis ve Uras sergi metnini gönderdiğinde bu fikir aklımda iyice oturmaya başlamıştı, sonra kendileriyle de fikrimi paylaştım.
Kadın ve LGBTIQ+ haklarının hiçe sayıldığı, kadın/trans cinayetlerinin ayyuka çıktığı bir toplumda patriyarkaya intikam gütmek kadar normal bir his olamaz. Hissettiklerimle hiç çelişmiyorum, her kadın/trans cinayeti haberinde içimden ortalığı ateşe vermek geçiyor. Bu enerjiyi işlerim için kullandım. Sinirden üretiyorum bazen ama dans ederek.
İçimizde ne zaman nerede zarar göreceğimize dair bir anksiyete ile yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Bütün bunların bir cevabı olmak zorunda. En azından, üreterek direnen bir dayanışma biçimine katkıda bulunduğumu düşünüyorum.
Vazoların üzerinde feminist terminolojide yaygınlıkla kullanılan “man tears” (erkek gözyaşları) ve “misandry” (erkek düşmanlığı) gibi kavramları kullandım. Benzer bastırılmış hisleri paylaşanlar için duygusal bir sağaltım alanı sağlamak istedim.
İşlerimdeki ikiliği seviyorum. Çok tatlı renkler, tatlı şeyler (pastalar vs.) ama aslında bam güm girişen şeyler söylüyorum. İnsanlar bakarken önce gülümseyip sonra biraz ekşiyor, bazen rahatsız veya tedirgin oluyorlar. Bu etkiyi bırakabilmekten dolayı memnunum. İşlerime bakan insanların tepkilerini gizlice izlediğim oluyor, örneğin Oedipus’un Doğum Günü Pastası’nda çok gülen olmuştu. Orada memeli bir şeyler var diye gülerek yaklaşıyorlar, fakat işin ismini okuyunca ifadeler ciddileşiyor. Yüzlerinden ufak da olsa “error” verdiklerini okumak beni memnun ediyor.
Oedipus’un Doğum Günü Pastasından bahsetmek istiyordum ben de. Mamut Art Project’in 2020 edisyonu kapsamında sergilenen bu iş büyük ilgi gördü. Almanya’daki Kunsthalle Mannheim’ın koleksiyonuna da girdi. İşlerinde memeye sıklıkla rastlıyoruz. Oedipus ve anti Oedipus üzerinden anne çocuk ilişkisindeki çıkmazları ve beden politikalarını meme imgesiyle işliyorsun. İşlerin Türkiye’de ve dünyada nasıl karşılanıyor?
Mamut Art çalışmalarımın Türkiye’de görülmesi ve tanınması benim için son derece önemliydi. Artweeks’te ziyaretçilerin birbirine Mamut’taki işlerimi hatırlattıklarını işittim. Hafızada yer edebilmek çok kıymetli.
Kunsthalle Mannheim ise hiçbir galeri temsiliyetim ve bağlantım olmaksızın, dünyanın en önemli sanatçılarıyla beraber bir annelik retrospektifinde yer alabilmek (aynı zamanda tek Türkiyeli sanatçı olarak) benim için müthişti. Louise Bourgeois, Valie Export, Egon Schiele, Picasso, Cindy Sherman ve Yoko Ono ile eserlerimin aynı salonda olduğu bir sergiden söz ediyoruz. Açılış günü hâlâ idrak edememiş vaziyetteydim.
Dünyada çağdaş sanata ilişkin değer yargılarının Türkiye’ye kıyasla ne kadar farklı olduğunu vurgulamak isterim. Kaç sergide, kaç koleksiyonerde olup olmayışım sorgulanmaksızın işimle sergiye davet aldım ve müzenin kalıcı koleksiyonuna girdim, çünkü işimin annelik teması kapsamında bir karşılığı vardı. Ben zaten yıllardır bu konuda düşünüyor ve üretiyordum.
Burada ise dinamikler çok farklı. Sanatçının üzerine çalıştığı konuları ve hedeflerini önemseyen kurumlar ve o sanatçıları bulup destekleyen vizyoner insanlar sayıca çok az. Eser satın alınırken işi beğenmenin ve isim etiketinin ötesinde, o sanatçının geleceğine ve üretimine yatırım yapıldığı göz ardı ediliyor. Dünya çapında geleceği olabilecek birçok yetenekli insan burada zor şartlarda mücadele ediyor. Burada görev biraz kurumlara ve koleksiyonerlere düşüyor, nitelikli olanı ortaya çıkarmak, onu tanıtmak belki bir risk ama günün sonunda değerli bir duruş.
Kadın hareketi içinde mücadelesi ikonikleşen Çilem Doğan’ın tişörtünü yeniden ürettiğin Dear Past işinden bahseder misin?
Çilem Doğan’ın evli olduğu erkek tarafından öldürülmek üzereyken o zinciri kırıp hayatta kalması beni çok etkilemişti. Tutuklanırken çekilen fotoğrafındaki başı dik duruşu ve “Dear past, thanks for all the lessons” yazan tişörtüyle Çilem Doğan hepimizin hafızalarına kazındı. Biriktirdiğim fotoğraflar arasındaydı ve ölüme karşı hayatı temsil ediyordu, o güçlü duruşu geri çağırmak istedim. Küratör Gökçe Özdem Akbank Sanat’ta gerçekleşen sergi için teklif getirdiğinde bunu yapmak için yanıp tutuşuyordum. Çünkü o tişört o vitrinde sergilendiğinde, izleyicilerde derhal feminist hafızayı canlandıracağını çok iyi biliyordum. O tişört Beyoğlu’nun orta yerinde sergilendi. Üç gün sergilenmesine karşın binlerce kez paylaşıldı. Kadın dayanışması benim için umuttur. Biz sindirilen taraf olmayacağız, biz susan taraf olmayacağız. Birbirimize güç vererek savaşmaya devam edeceğiz.
“İnekler için insan sütü” işinden de bahseder misin?
Bu işi ilk kez Danimarka Kraliyet Akademisi’ndeyken üretmiştim. Sonra Mamut için yeni versiyonunu ürettim. Aslında vegan politika üzerine bir iş üretmek hedefiyle yola çıkmış değildim. Dediğim gibi, içselleştirdiğim temalar beni bir fikir olarak gelip buluyor. Anaokulunda hayvanları öğrendiğimiz zamanlardı; restoranda “Bunun içinde ne var,” diye sorduğumda büyük şok geçirmiştim. Hayvanları öldürüp yiyorduk. Günlerce kimseyle konuşmadım ve bir daha hayvan yemek istemedim ama ne yazık ki bununla ilgili aile içi şiddete maruz kaldım. Çok defa zorla hayvan yedirildi, kustum, yemek bitmeden kalkmama cezasında bir keresinde yedi saate yakın masada oturduğumu hatırlıyorum. Yemeğin içine gizlice koymak ve yok bu et değil ki diye kandırmak… Bütün bunlar Türk aile yapısında normalleştirilen şiddetler…
Çocukken okuduğum, adını hatırlayamadığım distopik bir romanda tam tersi bir sömürü sistemi vardı; hayvanlar dünyayı ele geçiriyordu ve insanlar evcil hayvandı. Buradan hareketle, inekler için insan sütü satıldığı bir olasılığı düşündüm.
Feminist, kuir ve vegan politikaların üçü de işlerimde samimi bir biçimde buluşuyor. Üçünün ortaklığı bedene müdahale ve sömürüden geçiyor. “İnekler için insan sütü” Mamut’ta sergilendiğinde veganların işime sahip çıkması benim için tatlı bir sürpriz olmuştu. “Böyle bir iş hiç yapılmamıştı, teşekkür ederiz,” minvalinde mesajlar almıştım. Bu tip işlere daha fazla ihtiyacımız var.
Feminist, kuir ve vegan politikalar üzerine üretirken nelerden besleniyorsun? İşlerini üretirken başucu kaynağı niteliği taşıyan, dönüp dönüp baktığın, feyz aldığın belli başlı eserler var mı?
Feminist ve kuir teori ile güçlü bir yerden ilişkileniyorum. Kendi bedenimde doğuştan meme anomalisi vardı ve on dokuz yaşında geçirdiğim ameliyat ve ameliyat sonrası travma beden çalışmalarına yoğunlaşmama neden oldu. Dişil bir organ olan memenin birinin bende eksik olması, ardından bunun protez olarak takılması kendimi kuir bedene ve kuir varoluşa yakın hissetmemin yolunu açtı. En tanımsız ve özgürleştiren tanım bana en yakın olan. Sevdiğim sanatçılardan birkaçı Claude Cahun, Hans Bellmer, H.R. Giger, Eva Hesse ve Sarah Lucas. Yazar olarak ise Paul B. Preciado, Judith Butler, Donna Haraway, Melanie Klein, Margaret Atwood okuyorum.
Birtakım üretim basamaklarını Instagram’da paylaşıyor, üretim neşeni takipçilerine yansıtıyorsun. Dans ve neşe kavramları senin için ne ifade ediyor?
Hayatım okul ve atölye arasında geçiyor, her şey için yoğun bir konsantrasyon gerekiyor ve sosyalleşmeye zaman kalmıyor. Aklımda birçok fikir var, üstelik hepsini bir an önce hayata geçirmek istiyorum. Arkadaşlarımı çoğunlukla açılıştan açılışa görebiliyorum. Bu nedenle her şeyi üretim sürecine sığdırdım, görüşmeleri ve dansları da internetten yapıyorum. Seramik üretimi riskli bir süreç. Aksilik olmaz ve iyi giderse mutlu oluyorum, pagan ayini yaparcasına işin etrafında dans ediyorum, tebrik için. On iki saat aralıksız çalıştığım oluyor. Arada kalkıp havamı bulmam gerekiyor. Dans etmeyi seviyorum, enerjimi yeniliyor.
Son olarak seni zihinsel olarak meşgul eden, üretime dönüştürmeyi planladığın kavramlardan bahsetmek ve yakın zamanda izleyiciyle buluşacak olan çalışmalarına dair ipuçları vermek ister misin?
Artweeks, Ferda Art Platform’da yeni işlerim var, kuir bir deniz kızı. Deniz kızının cinsel organının gizli oluşu nedeniyle kuir olarak tanımladığım hibrid bir mitolojik karakter. Yarısı kadın, diğer yarısı bilinmiyor aslında. Yeni işlerimde kuir bir deniz kızının deniz canlılarıyla ilişkilenmesini işliyorum. Ahtapotla aşk yaşıyor ve bir beta balığını emziriyor, normdışı ilişkilenmeleri övdüğüm bir seri. Şu an Deniz kızı ve “inekler için insan sütü” serisi üzerine çalışıyorum.
Ana görsel: Man Tears (Erkek Gözyaşları)