Bugün halka kavuşmuş bu endüstriyel miras alanının arka planında hem gönüllülerin hem akademisyenlerin hem de pek çok öğrencinin emeği var.

KÜLTÜR

Umut Veren Portreler: Gazhane

İstanbul’a ve Türkiye’ye çöken kentsel dönüşüm heyulasında hafızamızı korumak için ayağımızın değdiği, elimizi sürdüğümüz, yürüyüp geçtiğimiz veya yürüyüp durup baktığımız yerlerin, muhitlerin, mekanların ne iken ne olduğunu inceleyen bir seri olacak portreler. Sermayenin ve iktidar ihalelerinin parmağı olan dönüşümler pek iç açıcı değil ancak arada umut veren başka türlü dönüşümler de var. Mücadele etmenin yapıtaşı umudu koruyabilmekse bu portre de ona hizmet etmiş olsun.

 

Önce mini bir sözlük:

Gazhane: Doğalgazın alternatifi olan ve sokak aydınlatması, hanelere mutfakta gaz sağlamak için kullanılan havagazının üretildiği endüstriyel saha. İstanbul’da ilk gazhane, 1855’te Dolmabahçe sarayının aydınlatması için bugün İnönü stadının olduğu yerde kuruluyor. Bir diğer gazhane Yedikule’ye (halka hizmet etmek için açılan ilk gazhane) ve üçüncü gazhane de Hasanpaşa’ya kuruluyor.

Havagazı: Kömürün endüstriyel bina-fırınlarda ısıtılarak, ortaya çıkan gazın ayrıştırılmasıyla elde edilen yakıt. 1820’lerde sokak aydınlatması, 1920’lerden itibaren ev içi faaliyetler için kullanılıyor. 1920’lerde (şimdi Bilgi Üniversitesi) olan Silahtarağa Elektrik Santrali’nin devreye girmesiyle havagazı sadece yemek pişirmek için kullanılmaya başlanıyor. Fabrikada çalışan işçiler arasında KOAH ve akciğer kanseri görülme sıklığı fazla. Havagazı, çevre salınımı açısından doğalgazdan daha kirli bir yakıt değil.

 

 

Gazhane’ye ilk kez, uzun yıllar önce, henüz İETT karargahı iken öğrenci akbili çıkartmak için ayak basmıştım. Oranın aslında yıllar önce işlemiş sonra terk edilmiş bir endüstriyel miras sahası olduğunu bilmeden, sadece işimi görmek için gitmiş, etrafa pek de dikkat etmemiştim. O günden aklımda kalan kocaman, metruk binalar, gri-karanlık bir atmosfer ve ıssızlık oldu.

 

 

 

İki buçuk yıl önce Hasanpaşa’ya taşındığımda, semt pazarına giderken yolun sol tarafında inşaat sahasını görüp, içeride neler olduğunu da çok anlayamadığım inşaat levhalarına ve onları örten “Dönüşüyoruz! Çok yakında!” minvalindeki coşkulu bilgilendirme panolarına bakıp, eyvahlar olsun, kiraları artıracak bir Bomontiada projesi daha diye düşünüp hayıflandığımı hatırlıyorum.

 

Bir bilgiye değil, seziye dayanan bu öngörümden bahsederken tesadüf eseri, bir arkadaşım Gazhane’nin arkasında aslında oraya endüstriyel miras olarak sahip çıkan ve kamuya açık bir dönüşüm geçirmesi için direnen bir kent hareketi olduğundan, hedeflenenin alıştığımız ticari bir dönüşüm olmadığından bahsetti. Kent politikalarına dair deneyimle sabitlenen gerçekçi-karamsar duruşumun içine iyimser bir soru işareti geldi yerleşti. Hemen sonrasında internette ufak bir aramanın ardından Gazhane Çevre Gönüllülerinin dirayetli yolculuğunu ve kazanımlarını anlatan bir röportaja denk geldim.

 

En sonunda açıldı Gazhane, tüm merakım ve sorgulayıcı bakışımla içine girip bakabildim. İstanbul kentsel projelerinin gerek anında gerek sonradan hayal kırıklığına uğrattığı bünyem bu dönüşümü pek beklemiyormuş, şaşırdım.

 

 

Mevcut durumda Gazhane, İçinde lüks herhangi bir işletmenin yer almadığı, sadece Beltur’un çeşitli işletmelerinin (kafe, dondurmacı ve hamburgerci) ve İBB kitapçısının olduğu, tamamen, tamamen kamusal kullanıma ayrılmış kocaman bir alan. Bu alanın içinde, önceden endüstriyel fırın binası, revir, bakım merkezi olan binalar kütüphane, çalışma odası, sergi salonlarına dönüştürülmüş durumda. Sergi salonlarından bir tanesi şu an Serkan Taycan’ın İstanbul çeperlerinde kentsel dönüşümü belgeleyen “Kente Doğru” sergisine, diğer iklim krizine ayrılmış durumda. Yani sergi seçimleri oldukça politik. Geçici sergi salonunda kısa süreli performans/video sergileri oluyor. Bir de Türkiye tarihindeki karikatür ve mizah yayınını arşivlemiş bir karikatür sergisi var, burada da erken dönem mizah dergilerinin nüshalarına ve geçmiş dönemlerden çeşitli karikatüristlerin orijinal karikatürlerine ulaşabiliyoruz.

 

Yaz boyu Gazhane meydanında düzenlenen, dinleyicilerin yere serildiği, müzik sahnesini ve hemen arkasında yükselen kırmızı fırın binasını izlediğimiz gece konserlerine gide gele yavaş yavaş Gazhane ile bir ilişki kurmaya başladım. Konserler ücretsiz, dinleyiciler canı müzik çeken herkesti. Gazhane’de her şeyden önce (kentsel dönüşmüş Bilgi Üniversitesi veya Bomonti Bira Fabrikası, ya da dönüşememiş tümden yıkılıp yeniden bir AVM olarak inşa edilmiş Galataport’un aksine) içeride herhangi bir özel işletme/marka bulunmaması dikkatimi çekti. İçeride ticari işletme olarak sadece belediyeye ait üç Beltur (kafe, hamburgerci ve dondurmacı) ve yine belediyeye ait bir İstanbul kitapçısı var. Bunlar dışında para harcayabileceğiniz bir yer yok, Beltur’lar ise günümüz enflasyonuyla ucuz olmasa da piyasaya göre makul fiyattalar. Aslında bir mekanın neler gözetilerek tasarlandığı, içine girince insana kendini hemen hissettiriyor. Nasıl Galataport 747 liralık tuzluk satan lüküs dükkanları, marka tabelalarına dönüşmüş binaları ve “kaybettirilmiş” tarihi yapıları ile insana cebinde harcayacak binlerce liran yoksa bir hiçsin mesajı veren, bir semte satın alınacak bir parsel muamalesi yapan ve kültürel tescilli binaları yıkmakta bir beis görmeyen bir zihniyetin ürünüyse, Gazhane de o kadar mekanın ticari değil kamusal kullanımını dert etmiş bir perspektifin meyvesi. Tabii bu özenli dönüşümü sağlamakta sancıyı en çok çeken Gazhane Çevre Gönüllüleri olmuş.

 

Gazhane Çevre Gönüllüleri’yle adım adım Gazhane

 

Cumartesi günleri, Gazhane Çevre Gönüllüleri içinden bir gönüllü ile Gazhane sahası geziliyor, bu da Gazhane’deki pek çok diğer etkinlik gibi ücretsiz. Benim katıldığım gezide, kendisi de gönüllü olan Yüksel Demirtaş alandaki endüstriyel binalar, havagazı üretimi, mekanın ve mahallenin iktisadi ve sosyolojik dönüşümüyle ilgili konuştu, bu etkinliği alan birlikte gezilirken karşılıklı yürütülen bir sohbet gibi de düşünebiliriz.

 

Bu gezide tüm Gazhane sahasının 1. derece endüstriyel sit alanı olarak tescillendiğini, 7500 metrekarenin sadece yeşil alan olarak belirlendiğini, dondurmacının eskiden fabrika santrali, danışmanın eskiden sağlık ünitesi olduğunu, fabrikanın çalışma prensiplerini, Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin alanı korumak için ilk olarak 1996’da çevre gönüllüleri ve mahalleliler olarak bir araya gelerek birlikte hareket etmeye başladıklarını, alanın İETT’ye devredilmesi ve İETT’nin buraya bir AVM yapmak istemesi karşısında kültür alanı olarak yenilenmesi için ısrarcı olduklarını öğrendim. Aslında Gazhane’nin restorasyonu İBB el değiştirmeden önce 2018 yılında çok büyük ölçüde tamamlanmış ancak mevcut İBB yönetimi ve Çevre Gönüllülerinin görüşmeleri ile şu anki mekan işleyişi ve işlev dağılımı planlanmış.

 

Gazhane’nin hedefine ulaşan bir dönüşüm alanı olması ile ilgili hem mahalle sakinlerinin, hem aktivistlerin hem de akademisyenlerin bir araya gelip uğraşmasının önemi vurgulanıyor. Örneğin restore edilmesi gereken binalarla ilgili önemli bir katkı İTÜ’de görev yapan mimar akademisyen Afife Batur’dan (şu an Gazhane Kütüphanesi onun adını taşıyor) gelmiş. Afife Batur’un öğrencileri sonradan restorasyon için kullanılacak olan rölöveleri hazırlamışlar ve Afife Batur da Gazhane Çevre Gönüllüleri ile birlikte restorasyon sürecinin takipçisi olmuş. Yani bugün halka kavuşmuş bu endüstriyel miras alanının arka planında hem gönüllülerin hem akademisyenlerin hem de pek çok öğrencinin emeği var.

 

Gazhane Çevre Gönüllüleri uzun erimli mücadelenin ardından gelen kazanımla işlevlerini tamamlamış ve köşelerine çekilmiş değiller, aksine aktif ve tetikteler. Örneğin günün birinde Gazhane İBB’den alınıp bakanlıklardan birine bağlanabilir, dolayısıyla işlevi ve çehresi değişebilir. İBB bir gün kamu yararı gütmeyen bir politikaya kayabilir. Mekan ise bu anlamda hala dönüşümünü tamamlamış değil, çevre gönüllüleri kanalıyla herkesin önerisi doğrultusunda katılımcı bir politika güdülerek şekillendirilmesi için uğraşmak mümkün. Hem risklere karşı birlikte ses çıkartabilmek hem de mekana katkı sağlayabilmek için Gazhane Çevre Gönüllüleri, ilgilenen herkesi her Çarşamba yaptıkları haftalık açık toplantılarına çağırıyor. Mevcut haliyle mekanın kamusal kullanım için nasıl daha kapsayıcı olabileceği, Beltur fiyatlarının indirilmesi, etkinlikler için gönüllülere bir mekan ayrılması gibi gündemler de halen mücadele etmeyi ve emek vermeyi gerektiriyor.

 

Bedenimizden dışarı ve dışarıdan içimize Gazhane: Audio Koreografi

 

Gazhane ile ilişkimi derinleştiren ikinci etkinlik ise arkadaşım Eylül’ün de içinde olduğu bir grup tarafından tasarlanan Audio Koreografi oldu. Her Pazar halen yapıldığı için, gidecekler adına sürprizi kaçırmak istemem ancak şöyle anlatayım: genel geçer bir ön bilgiyle gittiğim bu etkinlikte önce bedeninizin sınırlarınızı grup ile birlikte ancak bir başınıza deniyor ve sonra bedeniniz ile mekan, Gazhane, mahalle, binalar, taşlar, maddeler, zaman, geçmiş ve şimdi arasında bağlantılar kurma oyunları oynuyorsunuz. Sözsüz oyunlar olduğunu söylemeliyim. Son derece kendi bedeniniz ve algınıza dayanan bu oyunlarla aslında görselleşmemiş, forma dökülmemiş mekan ile sizin aranızdaki potansiyel pek çok bağı kendiniz kurabiliyorsunuz. Etkinliğin beni en çok cezbeden tarafı, insanın kendisini o ana ve kendi bedeninin duyumlarına bırakmasına teşvik etmesi oldu. Etkinlik boyunca size eşlik eden ses çevreyi nasıl algılayacağınızın sınırlarını çizmiyor ancak kendi açacağınız patikalarla ilgili size ilham veriyor. En nihayetinde herkesin Gazhane deneyimi kendine özgü oluyor.

 

Son not: Özenle çektiğim Gazhane fotoğrafları, fotoğraf filminin çok eski olması nedeniyle tab edildiklerinde gri karanlık sular gibi çıktılar. Birkaç ufak ayarla fotoğrafların kontürlerini belirgin hale getirmeye çalıştıysam da büyük ölçüde muğlak kaldılar. Ama bu muğlaklık bir yandan da bana işitsel koreografiyi herkesin kendine özgü yaşamasını sağlayan açıklığını hatırlattı. O yüzden hem gitmemişlere biraz merak aşılasın, hem de mekanla ilişkimizde keşfedilmemiş bir pay bıraksın diye yazıya çektiğim dijital fotoğrafları eklememeye karar verdim.

 

 

 

 

Tüm fotoğraflar yazara aittir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YBüyük Yuva*: İstanbul’da Dönüşüme Beş Kala, Eski Akrabamız İMÇ’ye bir Ziyaret
Büyük Yuva*: İstanbul’da Dönüşüme Beş Kala, Eski Akrabamız İMÇ’ye bir Ziyaret

Unkapanı’nı 90’lı yıllara denk gelen çocukluğumun filmlerinden, genç şarkıcılara kaset yapan müzik yapımcılarının vahası olarak biliyorum. Epey bir süre de aklımdaki bu imajı değişmedi. Yıllarca otobüsle önünden geçerken cazibesiz büyük bir kütle olarak algıladım onu.

MEYDAN

YKişisel Tarihim İçinden Türkiye Haysiyet Haritasının Bir Kesiti
Kişisel Tarihim İçinden Türkiye Haysiyet Haritasının Bir Kesiti

Hayatımız boyunca içine girip çıktığımız çeşitli kurumlar ve çatılar, kendi içlerindeki öznelere nasıl haysiyet konumları aftediyor? Yaşayanların ve bazen de ölenlerin haysiyetlerinin başına neler geliyor?

KÜLTÜR

YBüyük Yuva*: Kaosun Ev Sahibi, Bit Pazarı
Büyük Yuva*: Kaosun Ev Sahibi, Bit Pazarı

Hayatımda pek çok şey değişirken içimdeki kaosu bit pazarına devrediyorum.

Bir de bunlar var

Çok Renkli Şiirsel Queer bir Bahçe, Kadın+ Açık Mikrofon: Arzu Bulut ve İlke İmer ile Söyleşi
Orgazm: Zahmeti değerinden fazla mı?
Sömürgecinin Dilini Konuşmak Kendininkini Reddetmek Anlamına Geldiğinde

Pin It on Pinterest