“Turneye Çıkmak” ya da “Turne” bu imgelerin peşinden koşmak oldu artık. Bu kadınları dans ettikleri çadırlarda, sahne adlarıyla ve mümkünse gerçek isimleriyle tespit etmek. Nereye gittilerse, başlarına ne geldiyse hikâyeleriyle tespit etmek.

KÜLTÜR

ECİNNİLİK

Turneye Çıkmak

Mutlu sayılabilecek bir kız çocuğunun, büyüdüğünde mutlulukla hatırlayacağı birkaç çocukluk anısından biri, elde saç fırçası koltuk tepelerinde şarkı söylediği anlar olabilir mesela. Bağıra çağıra. Olağandışı talihsizliklerle, kader ağlarını daha doğar doğmaz hızla örmeye başlamamışsa, bunu hemen her kız çocuğu yapar, teşebbüs eder, aklından en az bir geçirir mi? İşte beni koltuk tepelerinden toplayan evin diğer hanımlarının belleklerinden hiç silinmedi Nurhan Damcıoğlu suretlerim. Ben geldim kaç yaşına, Nurhan hep yaşıyor. Hem kanto yapıp, hem şarkı söylemek bir Nurhan’ın, bir de yedi yaş çocuklarının enerjisi marifetiyle mümkün ancak. Sonra hayatın olağan mecburiyetleri gereği içimdeki Nurhan tıkıldı kaldı bir yerlere. İşte aynı Nurhan’ın beni tam da bu dönemde sürüklediği bir yer daha var. Turneye çıkan sanatçıların, çeşitli illerde sanatlarını icra ettikleri Türk filmleri. Bu apayrı bir kategori. İçinde turneye çıkılan filmler, diğerleri yanında hep biraz daha güzel. Fakat o zamanlar, “turneye çıkma”nın, merdiven tepesine, ya da süslü bir sahneye çıkmak olduğunu zannediyorum:

 

 

Turnelerde esas mesleğini sevdiği adama sadece fırsat bulamadığı (!) için söyleyemeyen kadın, bu adam tesadüfen çadıra geldiğinde gösteriye çıkmayı şiddetle reddeder bir defasında. Bu kadın için artık yevmiyesinin kesilmesi, işten kovulmak tehditleri bir hiçtir: Yeter ki adam onun bir sahnede eğlencelik olduğunu bilmesin. Bir başka defa ise oğlanın annesi tarafından ucuz bir işle meşgul olduğundan istenmediği için atmıştır kendini turneye bu kadın. Yani aşk acısını dans ederek külleyecektir Çaresiz adam o şehir senin, bu kasaba benim gezer bu kadının ardında. Daha da bir başka defa ise turne artık her nereye varmışsa, sahnede  aşık olunan kadın olan biten tüm baskılara karşı bu adamı sevmek cesaretini gösterecek ve pek büyük ihtimalle ve hatta elbette yenilecektir. İçlerinden, bu aş meselesinin ardından “hızlıca ve hırsla yükselmiş” olan bir kadına sorsak, şöyle der mesela:

 

“Çünkü benim sevmeye ve sevilmeye hakkım yoktu. Hayatımı kazanmak için diyar diyar dolaşmalı, insanları eğlendirmeli, gerekirse daha da büyük fedakârlıklara katlanmalıydım. Önümde bitmeyen yollar akıyordu. Ben de sanatımda usta olmaya başlıyordum. İsmimde kendim gibi şehirden şehire, kasabadan kasabaya koşuyor, büyüyordu. Gezginci çadırlardan, tozlu yollardan kurtulmuştum. Beni görmeye koşuyorlardı. Beni alkışlıyorlardı. Her türlü yükselişin basamakları serilmişti önüme, yükseliyor, yükseliyordum. Şerefime şampanyalar patlıyor, billur kadehler kalkıyordu. Bunlar başımı döndürecek yerde hızımı, hırsımı artıyordu. Herkese yüksekten bakıyordum artık. Dans sanatı benim için süslü bir vitrin olmuştu. Ve daha pahalıya geçmeme yardım ediyordu. Kolay elde edilen bir kadın değildim artık. Kim daha fazla pey sürerse onun üstünde kalıyordum. Lüksümün bütün yükünü o çekiyordu.” (Sahne adı Funda, gerçek adı Feride, oğlan da onu Feride adıyla tanıyor)

 

İşte bu kadınların, bu hikâyelerle turneye çıkışlarının, ordan oraya gezişlerinin tam bir resmi var gözümün ününde yedi yaşımdan beri. Dans eden kostümlü bir kızın gövdesini alıp bir tren rayının üzerine koyuyoruz! Tam olarak bu! Bu resmin kaynağını bilmiyorum. Bazen, hiç bitmeyecek bir film seyrediyormuşum hissi yaratan zihnimdeki milyon görüntüden, kaynağı belirsiz sadece bir tanesi mi? Yoksa 1966 yapımı bir Ertem Eğilmez filmi olan “Ben bir Sokak Kadınıyım”dan bir sahne mi? Ben o filmi seyir mi etmişim, aklımda kala kala bu kalmış, yoksa turneler, dans kostümleri ve Nurhan Damcıoğlu ile fazlaca meşgul olan zihnim bunu bizzat üretmiş mi? Artık ayırd etmeye imkân yok, hepsini kabul ediyoruz.

 

“Turneye Çıkmak” ya da “Turne” bu imgelerin peşinden koşmak oldu artık. Bu kadınları dans ettikleri çadırlarda, sahne adlarıyla ve mümkünse gerçek isimleriyle tespit etmek. Nereye gittilerse, başlarına ne geldiyse hikâyeleriyle tespit etmek. Nurah Damcıoğlu ve etrafımdaki çokça kadınların çoğu bu çabamdan bizzat sorumludur. Hayatımda tanıdığım ilk adam hem seyreder bu filmleri, hem ağlar, hem de “ama bunlar hep gerçek” derdi, biz güldüğümüz için ağlamasına. O da sorumlu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKarpuz Kabuğundan Taç
Karpuz Kabuğundan Taç

Maraton yüzen ilk kadın sporcu Canan Ateş, 1979'da katıldığı bir TRT programında yüzücülük kariyerini anlatıyor.

ECİNNİLİK

YAnnesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Annesi Amelya Hanım rolünde Adile Naşit kendi çocukluğuna bakıyor.

SANAT

YSöyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler
Söyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler

Sovyet Azerbaycanı'nın efsanevi ismi Şövket Elekberova'nın bu şarkısı neler anlatıyor?

ECİNNİLİK

YSanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates
Sanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates

Ne yapalım, nasıl yapalım da görünür hale getirelim ev işlerine gömdüğümüz zamanı? 

Bir de bunlar var

Bu Reklamlar Neyin Reklamı?
Hostes Rona Altınay’ın Mezarı
Garp ile Şarkın Çok Cinsel Hikâyesi II: Binbir Gece’nin Güya Özgür Şehrazatı

Pin It on Pinterest