Son zamanlarda iki şeyin önemli olduğunu öğrendiğim günler geçirdim. Birincisi, hepimizin, bir kişinin bile deneyiminin çok açıklayıcı, aydınlatıcı, yol gösterici olduğu. İkincisi de, tam da bu yüzden, bu deneyimleri ifade etmek ve görünür kılmak gerektiği. Deneyimlediğim bir olayı, içimde beliren bir hissi alıp, onu hareket ettirdiğim zaman nereye gittiğini, kimlere değdiğini, nasıl şekil değiştirdiğini görmek bana çok heyecanlı gelmeye başlar oldu. Hele de yaşadığım şeyin belki “tuhaf” bir yanı, kendini olağan bir şekilde açık etmeyen bir tarafı varsa… Onu bulmanın, anlamanın, ona bir yer açmanın, bir ses vermenin sonunda hiçbir şey olmayacaksa bile cesur bir şey olduğunu fark etmemi sağlayan insanlarla tanıştım. Böylece yaşadığım her şeye, araştırır bir gözle de bakmaya başladım, ve bu harita ortaya çıktı: Tuhaf olmakla başa çıkma haritası. “Tuhaf olmak” sanki söylenmesi yanlış bir şeymiş gibi gelse de en başta, normun dışında olmaya veya hissetmeye dair bulabildiğim en kapsayıcı deyiş sanırım. Biliyorum ki tüm “tuhaf”lıkların başka isimleri var. Biliyorum ki çok çeşitli şekillerde bambaşka görünenler, görünmeyip farklı görenler, farklı duyanlar, farklı düşünenler, farklı hissedenler var. Bazılarını tanıyorum, bazılarını hiç görmedim, duymadım, tanımadım. Ama onlar, her kimseler, her neredeyseler, her nasılsalar, bu yazıya şöyle bir baktıklarında anlayacaklar nasıl bir şeyden bahsettiğimi.
1- Tuhaflık ne zaman başlar?
Bende bir “tuhaflık” olduğunu farkettiğimde altı yaşımda, ve büyüdüğüm şehir olan Diyarbakır’daydım. Anaokulunda, o gün birinin doğumgünüydü ve o kişinin kalabalık ailesi elinde pastalarla okula gelmişti. Pastalar kesildi, hediyeler verildi, müzik açıldı ve herkes ayağa kalkıp sağa sola sallanmaya, dans etmeye başladı. Tabii ki ben en başta atladım, cesur ve epey dışa dönük bir çocuktum. O gün giydiğim açık kahverengi düğmeli, çok sevdiğim elbisemi hatırlıyorum, belki de çocukluğuma dair hiçbir nesneyi hatırlamadığım kadar net. Elbisenin uçlarından tutarak masanın etrafında dönüşümü de… Sonra bir ara, arkadaşımın doğumgününü kutlamaya gelen aile bireylerinin bana baktıklarını gördüm. Herkes ayaktaydı, tüm çocuklar, ama onlar bana bakıyordu, gülümseyerek. O gülümsemenin, birbirlerine beni göstererek konuşmalarının ne kadar iyi niyetli olduğunu düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Ama bunun beni inanılmaz derecede şaşırtıp, ürkütüp, dumura uğrattığını da. Elbette ki yalnızca bu küçük anın etkisi değildi bu, o zamana dek aklımdan çokça geçmiş “İnsanlar neden bana bakıyor?” sorusuna bu defa bir cevap bulmuş gibiydim: Bende galiba insanlara tuhaf gelen bir şeyler var.
Halbuki, tüm arkadaşlarımdan farklı özelliklerim olduğunu çoktan biliyordum. Başını sonunu hatırlamadan, kendimi bildim bileli bunun farkındaydım. Yaz tatillerimi hastanede, ve her seferinde yürümeyi baştan öğrenerek geçiriyordum (arkadaşlarımın aksine), farklı yürüyordum, yavaş koşuyordum, evet ama oyunlarda daha güzel fikirler bulabiliyordum mesela. Sokakta ip atlanacaksa ben ipin üzerinden yürüyerek geçiyordum (annemin önerisi), her göreve atlıyordum, şiirler ezberleyip okuyordum, masal anlatıyordum, oyun kuruyordum, karıncalara yuva yapıyordum. Anaokulunda herkese olan okul formasının bana uygun olanının gelmesi için bir iki hafta bekleyip bunun havalı bir şey olduğunu düşünüyordum. Bayağı hoşlandığım bir çocuk vardı ve onun da beni çok sevdiğinden yüzde doksan dokuz emindim (hala eminim). Ancak farklı olduğunu bilmekle, tuhaf olduğunu öğrenmek arasında bir fark vardı ve ben o gün, tam da o farkı anladığım yerdeydim. Daha sonra psikoloji okurken, oranın neresi olduğunu öğrendim. Theory of Mind (Zihin Kuramı)[i], yaklaşık olarak altı yedi yaşların, çocukların başkalarının zihinlerini ve bakış açılarını algılamaya başladığı yaşlar olduğunu söyler. Yani çocukların, başka insanların başka perspektifleri olabileceğini kavradığı yaşlar. Kendi farklılığımı çok normal buluşumdan, insanlara göre “normal” olmadığımı, ve onlara tuhaf gelebileceğimi kavramaya geçişim tam bu sıralarda olmuş. Yani haritanın çıkış noktası ve ilk sorusunun cevabı (herkes için değişebilmekle birlikte): Altı-yedili yaşlar.
Gerisi sanırım bir süre insanlara tuhaf geldiğimi yakaladığım anları kovalamakla geçti. Yıllar içinde insanların en çok neleri, en çok ne zaman, en çok ne yaparsan daha garipseyeceklerinin ya da hangi insanların neyi daha çok garipseyeceklerini gözlemledim. Artık nerede rahat, nerede huzursuz hissedeceğimi biliyor gibiyim, ama yine de hâlâ çok şaşırdığım zamanlar oluyor, ki bu çok iyi! Ne zaman şaşırsam katlayıp katlayıp cebime koyduğum haritayı açıp yeni yerler, yeni kişiler ve onlardan öğrendiklerimi eklerim. Bazen kaybolsam da, bir şekilde yolumu buluyorum.
2- Nerede tuhaf?
Tuhaf olmanın ne kadar etrafımızdaki insanlara, nerede olduğumuza, içinde bulunduğumuz duruma göre değişiyor olduğunu görsem de zaman zaman, şu günlerde ne kadar evrensel olduğunun da farkına varıyorum. Çocukken Diyarbakır’da tanıdığım bir hissin nasıl yıllar yılı, farklı şehirlerde, dünyanın bambaşka yerlerindeki başka başka ülkelerde benimle birlikte gezindiğini ve şimdi yirmi dokuz yaşımda, Almanya’nın güneyinde bir şehirde yaşam kurmaya çalışırken de yanımda duruverdiğini görüyorum. Sanırım artık eminim, dünya haritasının neresine parmağımı koyarsam koyayım, tuhaf olacağım. Haritanın ikinci sorusunun cevabı: her yer.
Yine de elbette, mekandan mekana deneyim biraz dönüşüyor, hatta bazen tamamen değişiyor. Ama bence yine de, daha “medeni” ülkelerde daha az tuhafsanacağıma dair yargımın yanlış olduğunu, en azından bunun bu denli basit çalışmadığını öğrendim. İnsanların birine uzun süre bakmanın rahatsız edici hatta ayıp olabileceğini öğrendikleri yerlerde daha rahat etmek mümkün, ancak bu her zaman tuhafsandığım hissini ortadan kaldıran bir şey olmuyor. Hatta bir yer ne kadar sterilize, ne kadar az kaotikse, o kadar tuhaf olabiliyorum. Bazen kaosun ve kalabalığın ve çeşitliliğin içinde kaybolmak, rahat ve görünmez hissetmek mümkün oluveriyor. En önemlisi de, fiziksel olarak rahat edebildiğim yerlerde daha özgür hissediyorum. İhtiyaçlarıma uygun tasarlanmış ve özgürce hareket edebildiğim yerlerde, insanların ne düşündüğünü umursamamak kolaylaşıyor elbette.
3- Kimlerle tuhaf?
“Tuhafsanma” hissini üreten, elbette ki insanlar, içinde de ben. Daha önce bana, şu sıra ünlü bir neoliberal söylem olarak her şeye karşı rahatlıkla söyleyebildiğimiz ve hep biraz işe yarayan şu cümleyi kuranlar elbette oldu: belki de sen bakış açını değiştirmelisin.” Tuhafsanma hissi söz konusu olunca, meşhur cümlemizin biraz doğru, daha çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Daha çok yanlış olan kısmından başlayacak olursak, emin bir şekilde söylemem gerek ki HAYIR! Bakış açımı değiştirmem yeterli değil. Ancak elbette çok gerekli. Bu da yalnızca sorunun bende değil, toplumda ve yaygın toplumsal algıya göre tasarlanmış dünyada olduğunu anlamak ile mümkün. Benim zihnimdeki tuhafsanma deneyiminin ürettiği cümleler zamanla şöyle değişti: “Neden bana bakıyorlar, sanırım bende bir tuhaflık var, evet, bende kesin bir tuhaflık var ve bu çok kötü, bende bir tuhaflık var ama bu hiç de kötü değil, utanmama gerek yok, bu benimle ilgili değil!” Yani aslında zamanla kendim üzerinde çalışarak, hayatımı daha özgür yaşayabilmek için, taa altı yaşımda, anaokulundaki o günden önce bildiğim her şeyi kendime geri öğretebilmek (ya da ondan sonra öğrendiklerimi unutabilmek) için çabaladım. Bu çabalarımın getirdiği yerde, toplumsal algıyı dönüştürebilmeye çalışmanın öneminin farkındayım şimdi. Bunun için hem akademik, hem aktivist çalışmalar yapmayı sürdürüyorum.
Yine de kabul etmem gerek, birlikte olduğum insanlara göre değişiveriyor tuhaflık hissiyle kurduğum bağ. Bazı insanlar öyle güçlü bir şekilde hissettiriyor ki bunu, ne kadar dirensem de sonunda garip, huzursuz bir hisle kalabiliyorum. Ya da en basitinden, beni muhatap almadığı için derdimi anlatamadığım bir dükkanda kalakalıyorum. Bazı insanlarla ise her şey su gibi kolay akıveriyor. Bu farkın altında yatan olası sebepleri kendimce analiz etmeye çalışıyorum. Birer olası parametre olarak, şunları çoktan eledim: yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sosyo-ekonomik statü, kişiyle olan tanışıklık seviyem, nerede ve nasıl tanıştığımız… Bazen rastgele girdiğim bir dükkandaki bir çalışan ile kurduğum münasebet bana o kadar her şey yolunda hissettiriyor ki, sanırım bu deneyimi belirleyen şey zihinsel esneklik, adapte olabilme becerisi gibi karmaşık özelliklere bağlı. Bu konuda kendimi en tecrübesiz, dolayısıyla en savunmasız hissettiğim yer ise romantik ilişkiler kurmaktı. Tuhaf olmak ve bir kadın olmanın iç içe geçtiği yerler en başta, en çok zorlandığım alan oldu. Oysa zamanla yanında altı yaşımdaki halimle (farklı, ama tuhafsanmayan) var olabildiğim insanlar oldu. Bunda hem benim, hem onların payı vardı.
Bir de unutmamak gerekir ki, bazı insanlara zaman gerekebiliyor. Yanlarında en başta oldukça rahatsız, sonraları (sanırım birbirimize alıştıkça) ise rahat hissettiğim birçok insan oldu. Sonuç olarak, haritanın üçüncü sorusunun cevabı, dar düşünce kalıplarından çıkamayanlarla tuhaf, zihni geniş insanlarla ise rahat olunabiliyor.
4- Diğer tuhaflar nerede?
Tuhaflık yalnızca insanlara mahsus değil, ama tuhafsanmak öyle. Bunu Peri’yle öğrendim. Peri evimizin kedisi. Gözleri görmüyor bebekliğinden beri. Onunla karşılaşmasaydık da sokakta yaşamak durumunda kalsaydı, büyük ihtimalle yemek bulmakta, sokaklarda arabalardan kaçmakta zorlanacaktı (belki de zorlanmayacaktı) ama kendi alanı içinde rahat ve özgür. Geldiği ilk iki gün her yeri kokladı, patileriyle ölçümler yaptı, nereden atlanır, nereden geçebilir, maması nerede öğrendi. Bazen hava almak için gezinti yapıyoruz beraber. Zaman zaman göz çukurlarından akıntılar geliyor, temizliyoruz. Evimize gelen misafirleri, veterinerde, sokakta onu görüp “Ah canım, ah zavallım” diyen herkesi garipsiyorum. Çünkü onun o kadar ama o kadar umurunda değil ki! Peri’ye aslında olmayan, kendisinin sahiplenmediği, farkında bile olmadığı üzüntüler yaratıyor insanlar. Peri ya gerçekten onun hakkında düşündüklerimizi anlamıyor ya da başkalarının ne düşündüğünü önemsemiyor.
İnsan olan diğer tuhaflara gelecek olursak, onlarla mutlaka tanışmak gerek. Ben, bunun kıymetini, hatta bunun “kötü bir şey” olmadığını biraz geç anladım. Üniversite yıllarıma kadar başka bir tuhafı gördüğümde olabildiğince uzak durmaya çalıştım. Bu büyük ihtimalle kendi içimdeki ön yargılarımdan, ya da toplumun dayattığını düşündüğüm “o zaman siz arkadaş olun” zorlamasından kaçmaya çalışmamdı. Yalnızca fiziksel olarak farklı görünüyor olmak neden bizi bir araya getirsin ki? Aslında bu soruya hala hak veriyorum, ama bu insanlarla başka neleri paylaştığımı anlamaya şans vermemiş olmama şimdi kızıyorum. Tüm bu yazı boyunca sıraladığım birçok deneyimi, düşünceyi ve hissi, başımıza gelen komik hikayeleri dahası müziği, edebiyatı, güzel sohbetli masaları onlarla paylaşıyor olmanın neşesini ve rahatlatıcılığını neyse ki çok da geç olmadan fark ettim. Bazen kendimde göremediğimi, ya da kendi üzerime alınıp kişiselleştirdiğim şeyleri onlarla birlikte uzaktan görüyor olmak haritamda bulanık kalmış yerleri bir anda aydınlatıyor. Bana sanki onun söyleyebildiklerini anlayamayacakmışım gibi davranan bir insan gururumu incitebilecekken, o insanın bunu bir başka tuhaf arkadaşıma yaptığını görmek, sorunun o insanda olduğunu anlamamı kolaylaştırabiliyor. En güzeli de, diğer tuhafların haritalarına bakıp, “Aaa ama bu farklıymış sende, nasıl öyle yaptın onu?” diye sorabilmek, izlemek, öğrenmek veya aynı rotaları görünce şaşırıp heyecanlanabilmek. Dördüncü sorumuzun cevabı, “diğer tuhaflar etrafınızdadır, haritaya iyi bakın.”
5- Haritayı okumaya nereden başlamalı?
Belki de en başta gelmesi gereken bir soruyu en sonda sormak istedim, haritanın giderayak gerçekten bir yol haritasına dönüşebilmesi için. Buna cevabı ise baştan vereceğim: mümkünse çocukken.
Ben çocukken, benim haritamda büyük katkıları olan sevgili annem bana hep şu iki cümleyi söylerdi. Birincisi: “Başkalarının ne düşündüğünün bizim için önemi yok.” Ortaokulda, çok beğendiğim ama ‘bana çok büyük olacağını’ düşündüğüm çantayı takmam için beni yüreklendirdiğinde, sonra ona gidip “Servis şoförü abi o boyun kadar çantayı niye taktın, dedi bana” dediğimde söyledi mesela bunu. İkincisi ise: “Yapabildiğin kadarını yap.” Ben ona, ama ben takla atamam, ip atlayamam dediğimde, okulda beden eğitimi öğretmeni bana “sen şurada otur” dediğinde söyledi bunu da. Her şeyi herkesle aynı yapmak zorunda değildik ki. Biz de böyle, ya da biz de bu kadarını yapardık. Elbette diğer insanların daha iyi, benim daha kötü yaptığım şeyler olacaktı, takla atmak gibi. Ya da daha iyi yaptıklarım, hikaye yazmak gibi. Hepsini istediğim gibi yapmalıydım, başkaları ne derse desin, nasıl bakarsa baksın, ne düşünürlerle düşünsün. Bu taktikleri büyüdükçe bambaşka yerlerde, bambaşka olaylarda dönüştürerek ve zaman zaman modifiye ederek kullandım, yenilerini ekledim, başkalarına anlattım. Şimdi bir çocuk kitabı yazarı olarak yazdığım hikayelere bu tuhaf karakterleri ekliyorum, zorlamadan, kendiliğinden, çünkü zaten onlar benim hayatımdalar ve çoklar. Belki sizlerden bazıları onları tanımıyor, sevgili ya da arkadaş olmuyor, sokakta, bir konserde, bir dükkanda görmüyor ya da göremiyor olabilirsiniz, bu yazı boyunca bahsettiğim birçok sebepten ötürü. Ama daha çok göreceğiz, daha çok var olacağız, daha tuhaf, daha özgür, daha çok sesli.
[i] Astington, J. W., & Jenkins, J. M. (1995). “Theory of mind development and social understanding.” Cognition & Emotion, 9(2-3), 151-165.
Kapak görseli: Irmak Dönmez