“Bir gezegen görmüştüm, kırmızı suratlı biri yaşıyordu orada. Bir kerecik olsun
çiçek koklamamış, hiç yıldız görmemiş, hiç kimseyi sevmemiş.’’ (Küçük Prens çeviri Cemal Süreya, Tomris Uyar 8. Bölüm sf 26)
Aşk üzerine konuşmak kolay değil. Hele bunu çok okunan bir masal üzerinden yapmak daha da zor. Onu hissetmek değil, toplumun hoş gördüğü sınırlar dahilinde yaşamak da gerekir. Başkalarının şahitliği, aşkın bilinmesi için istenir. Aksi halde yaşanmamış sayılır. Son zamanlarda izlediğim Normal People dizisinin ana teması da buydu. Aşkın gizli olması neredeyse onu boğar. Fakat istediğin gibi sevemezsin. Toplumun sana dayattığı aşk tipine yani tek eşli bir aşka mahkumsundur. Bu yüzden Küçük Prens’in çiçeğine düşkünlüğü, ya da masalda bu düşkünlüğün empoze edilmesi toplumun aşkı algılayış biçimiyle uyumludur.
Günümüzün en çok çevrilen eseri olan Küçük Prens 1943’te 2. Dünya Savaşı’nın fırtınalı zamanlarında yayınlanır. Yazar Antoine de Saint-Exupéry hava postası şirketi Aéropostale için 1939’a kadar posta taşımak için uçuyordu. Savaşın başlamasıyla müttefiklerin tarafında bu sefer modern savaş uçaklarıyla uçmaya başladı. Sayısız kaza ve kötüye giden sağlığı nedeniyle ona daha çok haritalama ve hava teftişi görevleri veriliyordu. Görevi esnasında eşi Consuelo’ya mektuplar yazarak teselli oluyordu. Bir de Küçük Prens’ten parçaları mektuplarına koyuyordu.
Küçük prensin dünyasına er ya da geç dalmayan yoktur. Benim için bu çok daha yeni oldu. Çünkü küçükken Mutlu Prens’i okumuş ve iki masalın aynı masal olduğunu sanmıştım. Küçük olmak mutlu olmak demekti çocuk kafamda. Küçük Prens’in dünyası da Mutlu Prens’inki gibi fedakarlık ve hüzün doluydu. Ve minnacık gezegeninde bir günde ortalama kırk dört gün batımı olurdu. İyi bitkilerin yanında zararlı tohumların, baobab gibi devasa ağaçlara dönüşmesi ve gezegenin yüzeyine dal budak yayılarak toprağı delik deşik etmesiyle gezegenin parçalanma riski vardı. Orada bütün gün çiçekleri ve baobabları izleyip baobabları fark ettiği anda söküp atan küçük prens, sıkıcı ama gezegeni için ölüm kalım anlamına gelen bu bekçilikten başka ne yapardı bilmiyoruz. Çünkü ne kadar giderse gitsin asla uzaklaşamayacağı bir ev büyüklüğündeydi gezegeni.
Şans eseri Küçük Prens ve pilot farklı gezegenlerden gelmiş ve Afrika’nın bir çölünde karşılaşmışlardır. Hemen ona bir koyun çizmesini ister pilottan. Hafifçe bir koyun çiz bana der. Binlerce şey isteyebilecek iken neden çok sevdiği çiçeğini tehdit edecek bir şey istemiştir? Çünkü koyunların bitkileri ve dikenli çiçekleri yiyebileceğinin farkındadır. Büyük ihtimalle bir yaban kuşu göçünden faydalanarak gezegeninden çıkan prensimizin gezegenini 1909’da bir Türk gök bilimcinin keşfetmesi de ilginç bir detaydır. Antoine de Saint-Exupéry kostümünden ötürü B-612’yi keşfettiğine inanılmayan astronomun ülkesine bir bakış atar. Ölüm cezası pahasına halkına batı tarzı kıyafetleri empoze eden bir diktatör görür. Cemal ve Tomris diktatörü dediği dedik bir Türk önderi diye çevirir. (A.g.e. sf 18) Ama ne mutlu ki bu yasak sonrası astronom, yeni kıyafetleriyle Uluslararası Gök Bilimciler Kurultayı’nda kabul görür.
Zamanla pilot, minik dostunu tanımaya başlar. Küçük Prens’in bir soru sorunca cevabını alana kadar inatlaşma huyu vardır. Pilota ‘’dikenler neye yarar’’ diye sorar. Pilotun ‘’Dikenler, çiçeklerdeki kötülüğün belirtisidirler.’’ demesi üzerine ona gezegenindeki kötülük bilmez, eşine rastlanmadık çiçeğinden bahseder. Bir gün gezegenine nereden geldiği bilinmeyen bir tohum gelir. Baobab olabilir ama sadece koklanmak ve görülmek için olan bütün diğer zararsız çiçekler kadar büyür. Küçük Prens’in kaprisli, güzelliğiyle böbürlenen küçük gülünün onu kaplanlardan koruyan dört dikeni vardır ama rüzgarlara karşı korunmasızdır. Küçük prensin ne kadar güzelsiniz demesine ‘’değil mi, güneşle aynı anda doğduk da’’ diyecek kadar kendini beğenmiştir. Güzel kokusu gezegeni kaplayan, gösteriş budalası çiçeğin güzelliğinden kendine bir sevinç çıkaramadığını itiraf eder ve ‘’Ama ben çiçeğimi gereğince sevmek için çok küçüktüm o sıralar.” der. (A.g.e. sf 33) Bu yüzden tuhaftır o. Yetişkinlerin dünyasının absürtlüğünü çözme yeteneği kendi iç dünyasının absürtlüğünü çözmeye yetmez. Komik, sarsak gözükür. Çünkü yazar Küçük Prens’i doğasına aykırı sebepsiz bir pişmanlıkla sarmalamıştır. Çiçeğine sabırsızdır, onu çok kolay terk eder ama sürekli ondan bahsedip durur.
Tropiklerin Şehrazadı: Consuelo
Tıpkı prens gibi Consuelo da uzak bir yerden, El Salvador’dan gelmiştir. El Salvador’un da B-612deki gibi iki yanardağı vardı. Fakat bu volkanların boyu dizini geçmezdi ve akşam yemeğini de lavlarıyla ısıtabilirdi. Günün birinde kendini eğitmek ve boş zamanını değerlendirmek için oradan uzaklaştı. (A.g.e. sf 26) Çiçeği için hüzünlü bir vedayı unutmadan. Tıpkı Consuelo’nun İzalco volkanının yakınlarında yaşanan bir çocukluktan sonra San Francisco Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat daha sonra da Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nde hukuk okumak için uzaklaşması gibi. Consuelo, Meksika kültür ve eğitim bakanı José Vasconcelos sayesinde Diego Rivera ile tanıştı. Bu tanışıklık ve yerel ressamların renkli duvar resmi geleneği onun resimlerindeki canlı ve cinsel tasvirleri etkilemiştir. 1920’de Fransızca öğrenmek için Paris’e yerleşir ve orada Enrique Gomez Carillo ile evlenir. 1927’de kocasının ani ölümüyle dul kalsa da kendisini sanatsal ve edebi yaşamdan hiç koparmaz. 1930’da Arjantin devlet başkanının davetiyle bir grup yazarla beraber Antoine ile tanışacağı geziye çıkar. 1931’de Nice Belediyesi’nde evlenirler. İlişkileri ekonomik sorunlar, kıskançlıklar ve Antoine’un uçuş görevi dolayısıyla zorunlu ayrılıklarla doludur. Antoine’nın mutlak aşk fantezisinin evliliğe evrilmesinin mutluluğu çok geçmeden görevlerinden dönüşlerinde Consuelo’nun evinde gördüğü manzara yüzünden karamsarlığa dönüşür. Yas tutan bir Consuelo değil arkadaşlarıyla eğlenen bir kadın olması onu rahatsız eder. Evi terk edip bir kafeye gidip aşk mektupları yazması da bundandır.
Çiçek, Consuelo’nun aşkını ya da kalbini; Küçük Prens de Consuelo’yu simgeler. Consuelo kendi aşkına aşıktır yani güle. Ama bu sevgi bilinç dışından kaynaklanır. Duygularını buna hazırlamaz. Küçük Prens’in uzak kalınca çiçeğini özlemesi yani kendi aşkını hatırlaması, pilota bir şeyi nasıl seveceğini öğretir. Küçük Prens, nasıl seveceğini bilmese de tutkuyla sevmenin ustasıdır. Tıpkı Consuelo gibi onun da tutkulu sevgisi eğitilmelidir. ‘’Şu kollarımda uyuyan küçük varlığın bana asıl coşku veren yanı, bir çiçeğe – uyurken bile benliğinde lamba alevi gibi yanan- bir gül görüntüsüne olan bağlılığıdır.’’ (A.g.e. sf 76) Consuelo’dan sevmeyi, bir çiçeği sadakatle sevmeyi öğrenir. Aynı zamanda Consuelo yolculuk boyunca nasıl seveceğini, nasıl bağ kuracağını, evcilleştirmeyi öğrenmelidir. Bunu dünya çöllerinde dolaşırken rastladığı bir tilkiden öğrenir. Küçük Prens’in ‘’evcil nedir?’’ sorusunu bağlar kurmaktır diye yanıtlar tilki. Tilki evcilleşmek ister. Antoine bu masalın pilotu ve tilkisidir. İkisi de Küçük Prens’i, Consuelo’yu karşılıksız severler. Ama onun yıkıcı bencil sevgisinin yerini yapıcı özgeci sevgi almalıdır.
“Gülünü bunca önemli kılan uğrunda harcadığın zamandır” der tilki. Tilki masalda aşkı ussallaştırır, rayına oturtur ve taşmaması için kanalını kazar. Bir bahçe dolusu çiçeğinin tıpatıp aynısı güller küçük prensi dehşete düşürür. Çünkü çiçeği eşsiz değildir. Pilot, küçük prensin eşsiz olduğunu zamanla daha iyi anlarken, küçük prens yolculuğunda çiçeğin önemsizliğini keşfeder. Bu bir aşkı öğrenme ve değersizleştirilmesinin önüne geçme masalıdır. Consuelo tıpkı küçük prens gibi kendisine şaşıracağı, seveceği, inceleyeceği milyonlarca şey bulabilme kabiliyetine sahiptir. Ama artık gülüne dönmesi gerekir. Masal, çiçeğe doğru açılır.
Evlilik yaşamının boğuculuğu, Consuelo’nun sevme kapasitesini azaltıp yaşam gücünü de tüketecek güçtedir. Antoine, Consuelo’nun mutsuz evliliğini eşinin kalbinin bencilliğine; sevmekten çok, sevilmeye düşkünlüğüne bağlar. Ne kadar uçsa da onun minik gezegenine, kalbine, ulaşamayacağının bilincindedir fakat Consuelo kendi aşkına, o eşsiz güle ulaşabilir. Pilot, motorunu tamir etmiş, Dünya’dan ayrılmaya karar verdiğini söylemeye biricik dostunun yanına geldiğinde küçük prens korkulu, titrek bir sesle gezegenine döneceğini söyler. “Gelmekle iyi etmedin. Acı çekeceksin. Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa.” der. Bu geçici bir ölüm demektir. Ölümünü gerçekleştirmesi için yılanla anlaşır. Bedeni dünyadan kaybolurken çiçeğe ulaşıp ulaşmadığını bilemeyiz. Consuelo Antoine’ı iniş çıkışlarla, sınırlar koymadan, toplumun onaylamadığı bir tarzda sevmiştir. Aşkı akışkan değil sözler, nişanlar ve evlilikler yoluyla kalıplara koyanlar gibi yazar da aşkı bir çiçekte somutlaştırır. Çiçek, gözle görülmeli ve elle tutulmalıdır. Fakat saf ve kırılgan bu çiçek, aslında prense ıstırap verir. Çiçeğiyle buluşan prens, dünyadan ölerek ayrılır. Eğitilmiş kalp, evcildir artık. Pilot, prensin gezegenine dönme vaktinde çok istediği koyunun ipine bir kayış çizmeyi unutarak onu cezalandırır gibidir. Elbetteki masalı okuyanlar koyunun çiçeği yiyeceğini bilir. Küçük prens onu fanusla korumalı, sürekli gözlemeli ve gezegenini artık hiçbir şekilde terk etmemelidir. Antoine, Consuelo’nun en küçük unutkanlığını, gezegeninde sonsuza kadar kendisiyle yalnız kalmakla cezalandırır. Çünkü tek yoldaşı çiçekten de mahrumdur artık. Böylece kalp hafiflik değil ağırlık, keyif değil görev, uyum değil zorunluluk halini alır. Böylece yazar eğitemediği aşkı yokluğa, uzlaşamadığı sevgiliyi yalnızlığa mahkum eder.
Böylece sonsuza kadar mutlu yaşamazlar, onlar muradına, biz kerevetine ermeyiz.