Aktivist yazar ve araştırmacı Joy Michael Ellison’ın trans militan Sylvia Rivera hakkında kaleme aldığı yazıyı[i] Sina Tekin çevirdi. Çevirinin son okuması Güney Tekin’e ait.
Sylvia Rivera, 1970 yılında arkadaşı Marsha P. Johnson ile birlikte Street Transvestites Action Revolutionnaries (STAR)’ı [Sokak Travestileri Eylem Devrimcileri] kurdu. STAR ırkçılık, yoksulluk, polis kontrolü, hapsetme ve trans-mizojini[ii] ile mücadele etmek amacıyla trans kadınlar tarafından trans kadınlar için kurulan bir örgüttü. Bu süreçte STAR üyeleri birbirlerini desteklemenin yollarını buldular. Bunu yapmanın en iyi yollarından biri de Rivera, Johnson ve arkadaşlarının, aksi takdirde evsiz olacak diğer genç trans kadınlarla birlikte yaşadıkları STAR House’du. STAR House (STAR Evi) günümüz trans topluluğu için etkileyici bir örgütlenme modeli sunuyor ve ileride bu konuda daha fazla yazmayı planlıyorum. Ancak bugün, STAR House kapandığında neler olduğundan bahsedeceğim.
STAR House çığır açan bir girişimdi fakat uzun ömürlü olmadı. Mafyatik Mike Umbers’ten bir daire kiraladıktan kısa süre sonra, Rivera ve Johnson kendilerini her şeylerini yitirmiş bir halde tahliye edilmenin eşiğinde buldular.
Umbers, eşcinsel yazar ve aktivist Arthur Bell’e, “Dava (LGBT hakları) için örgütlerinizden, pasifist militanlarınızdan daha fazlasını yaptığımı düşünüyorum ama bu grubu ücretsiz barındırırsam mahvolurum” demişti. Böylece, 1971 Temmuz’unda Umbers polisi aradı ve trans devrimcileri sokağa attı.
Fakat STAR sessizce ayrılmayacaktı. Tarihçi Martin Duberman şöyle yazmıştı: “O ve ‘çocukları’ STAR House’dan ayrılmadan önce, evde inşa ettikleri her şeyi yok ettiler ve buzdolabını arka pencereden dışarı attılar,” diye aktarırken Sylvia Rivera ise özür dilemeksizin “İşte biz böyle insanlarız: Siz bize kazık atarsanız, biz de size kazık atarız” diyordu.
Rivera’nın neden öfkeli olduğunu anlamak kolay. O ve kız kardeşleri sokaktaki yaşama geri dönüyorlardı. Tahliyeden önce, Rivera’nın arkadaşlarından Bambi, Arthur Bell’e şöyle söylemişti: “Burada kalmak, paramızı biriktirmek, sonbahar için güzel bir şeyler almak ve East Village’dan ayrılmak isterdim. Şu anda yapamayız. Tüm paramızı dışarıda yemeğe ve bazen de otellere harcamak zorundayız ve eğer polisler gelirse çok kötü olur. En azından bu delikte her zaman eve dönebilirsin.” STAR House’u kaybetmek yıkıcıydı. Rivera’nın hayatını tehdit eden insanlara ve sisteme misillemede bulunmak istemesi şaşırtıcı değil.
Sylvia Rivera, Washington Square Park, Christopher Street yürüyüşünde kürsüde konuşuyor, 1973. (Marsha P. Johnson & Sylvia Rivera Collection, New York Public Library, Bettye Lane [Creator])
Sylvia Rivera’nın bir buzdolabını öfkeyle ve pişmanlık duymadan pencereden dışarı atarkenki imgesini çok seviyorum. Kırılan camın sesi ve buzdolabının betona çarparken çıkardığı gümbürtü muhteşem olmalı.
Onun trans öfkesi aktivizmini besledi. Öfkesi bir şeylerin harekete geçmesini sağladı. Öfkesiyle, Stonewall’da ve daha sonra NYU oturma eylemlerinde polislerle mücadele etti. Eşcinsel topluluğu, trans ve queer mahpusları terk ettiği için 1973 yılında Christopher Street Liberation Day mitingi sırasında onlara bağırdı. Onun sözlerine kulak verin.[iii] Tüyler ürpertici.
Translar olarak kendimizi giderek artan bir medya görünürlüğünün içinde bulurken, Rivera’nın öfkesi güçlendirici. Medyanın görünürlük vaadi, bizi yola gelirsek kabul göreceğimize inanmaya itiyor. Eğer beyaz cisgender güzellik standartlarına uyarsak, belki iş bulabiliriz. Bize yanlış cinsiyet atayan cisgender kişileri affedersek, belki onlar da doğru zamirleri kullanmayı öğrenirler. Kibarca sorarsak, belki tuvaleti huzur içinde kullanabiliriz. Eğer beyaz olmayan trans kadınlar saygıdeğer bir biçimde giyinirse, belki pek çoğunu öldüren ırkçı, trans-mizojinist şiddetten kaçınabilirler. Ne yaparsak yapalım, kızgın olduğumuzu onlara belli etmememiz gerekiyor. Bu neoliberal tarihsel an, özellikle kadınlar ve non-binary feminenlerin güler yüzlü olmasını talep ediyor. Hayatta kalmak için bizden beklenen trans ve mutlu olmamız, ama ben bunu yapamıyorum. Sylvia Rivera da yapamazdı.
sağda Sylvia Rivera ve solda Marsha P. Johnson, New York, Pride yürüyüşü, 1989. (Marsha P. Johnson& Sylvia Rivera Collection, The Lesbian, Gay Bisexual & Transgender Community Center).
Depresyonla yaşayan biri olarak, zorunlu mutluluğun yükünü taşınamayacak kadar ağır buluyorum. Bu yükü omuzlarıma aldığımda, kendimi ve hassas kalbimi önemsemek yerine cis beklentilerin ağırlığını taşıdığımı biliyorum. Eğer hayatta kalacaksam, kendi ihtiyaçlarıma ve trans topluluğumun en yaralanabilir üyelerinin ihtiyaçlarına odaklanmalıyım. Bu da, öfke de dâhil hissettiğim şeyi gerçekten hissetmem gerektiği anlamına geliyor. Pek çok insan öfkeyi tehlikeli görür, ancak Slyvia Rivera’yı hatırladığımızda, öfkenin güçlü olabileceğini öğreniyoruz.
Rivera’nın trans öfkesini kutlarken, onu öfkesine indirgememek önemli. Rivera, eşcinsel örgütler tarafından sık sık tehlikeli gösterilerin ön saflarında kullanıldı, çünkü polise direnmesi için ona güvenebileceklerini biliyorlardı. Aynı insanlar, görünüşü ve tavırları kendi saygınlık politikalarına uymadığında, onu hızlıca terkettiler. Diğerleri ona boş boğazın teki muamelesi yaptı. Ancak Rivera bağırıp çağıran bir kraliçeden daha fazlasıydı. Zeki bir siyasi örgütçü, bir topluluk lideri, güçlü bir konuşmacı ve keskin bir siyasi düşünürdü. Aynı zamanda, pek çok kız kardeşini öldüren ırkçı ve trans-mizojinist şiddete karşı mücadele ederken büyük acılar çekmiş kırılgan bir kişiydi. Derinden sevdiği insanlardan oluşan topluluklar yaratarak hayatta kaldı. Tüm karmaşıklığı içinde hatırlanmayı hak ediyor.
Eğer trans tarihini bilseydik, öfkemizin güçlü olduğunu da bilirdik.
[i] Yazının Fransızca çevirisi şuradan okunabilir.
[ii] Trans-mizojini kavramına ilk kez Julia Serano’nun Whipping Girl (2007) isimli kitabında rastlarız. Serano, 2021 yılında yayınladığı bir yazısında kavramı tekrar şu cümlelerle tanımlıyor: “Tüm translar transfobi biçiminde karşıt cinsiyetçiliğe maruz kalırken, trans kadın ya da trans feminen spektrumu içinde yer alan bizler buna ilaveten bir de, toplumsal cinsiyet ihlallerimizin spesifik bir yönü üzerinden, yani geleneksel cinsiyetçilik nedeniyle gayrimeşrulaştırılan kadın ve/ya feminen olana dair bir soruşturmayla karşı karşıya kalırız. Geleneksel ile karşıt cinsiyetçiliğin bu özel kesişimini ‘trans-mizojini’ olarak adlandırıyorum.” Serano, cinsiyetçiliği sorunsallaştırırken geleneksel ve karşıt cinsiyetçilik ayrımına başvurur. Ona göre, geleneksel cinsiyetçilik kadınlık durumunun erkeklikten daha aşağı ya da daha az meşru addedilmesiyken, karşıt cinsiyetçilik ise « kadın ve erkeğin sabit, birbirini dışlayan kategoriler olduğu, her birinin benzersiz ve örtüşmeyen bir dizi nitelik, yetenek, beceri ve arzuya sahip olduğu inancı »dır – ç.n.
Ana görsel: Sylvia Rivera, 1970. Sylvia Rivera’nın sağındaki pankartta “Sokak Travestileri Eylem Devrimcileri” yazıyor.