31 Mayıs Cuma günü polis şiddetiyle büyüyen, devamında medyanın sessizliğine tepkiyle katmerlenen, 79 ilde yankı bulan Gezi Parkı eylemlerinin taymlaynıyla newsfeediyle sosyal medyayı da işgal ettiği malumunuz. Türkiye Twitter ve Facebook kullanımında zaten üst sıralarda, ancak bu eylemlerle, önceden çok daha dar anlamda Uludere ve Van Depremi’nde provası yapılmış olan “vatandaş haberciliği” denen mefhum ciddi bir sınav verdi (cevapları kaydırmış olabilir miyiz? detaylar aşağıda). İlk iki günde 2 milyondan fazla tweet atılması bir yana, bunlardan konum bilgili olanların %90’ının Türkiye’den, %50’sinin Istanbul’dan, %88’inin Türkçe atılmış olması, atılan tweetle o tweete konu olan olayın arasındaki fiziki mesafenin ilk kez bu kadar az olması demek (karşılaştırma için, örneğin Mısır’daki eylemler sırasında tweetlerin yalnızca %30’unun ülkenin içinden olduğu hesaplanmış).
Bu tabloya, bir yandan vali, belediye başkanları, milletvekilleri ve cumhurbaşkanı Twitter’ı son derece aktif biçimde kullanırken Başbakan Erdoğan’ın twitter için “bela” demesi, peşinden AKP ve hükumetten üst düzey isimlerin bu hissiyatı aksettirici uyarılarda bulunmaları, medyanın uzun süre affedileceğe benzemeyen sessizliği, “sosyal medya gözaltıları” ve twitter’a yasal düzenleme getirileceğine dair haberler eklendi. Hal böyle olunca sosyal medyayı romantize etmemek, “bela ama Robin Hood gibi bela”, “otoritenin korkulu rüyası” gibi, hayali bir ikiliğin “iyiler” tarafına oturtmamak zor. Oysa herhangi bir ülkede olduğu gibi Türkiye’de de Twitter kullanımından yeni bir habercilik kültürü doğarken bu yine de onu kullanan insanların bugüne kadar içinde yoğrulmuş oldukları bilgi edinme, sorgulama ve doğrulama kültürüyle şekilleniyor. Dolayısıyla twitter haberleşmenin, sorgulamanın, dayanışmanın, yaratıcılık ve mizahın beşiği olurken aynı anda bilgi kirliliğinden, seçici bilgilendirmeden, kasıtlı yanlışlardan, yalanlardan, dalaşlardan, nefret söylemi ve hakaretten azad olması beklenemezdi, öyle de olmadı. Burhan Çaçan Teyit Yöntemi ile ben bu süreçte çok hırpalandık.
Ancak spam savaşları, kuzenim yazmışlar, teyitli bilgi 23.18’ler derken ortaya yine kendine has bir şey çıktı; bu şeyin içinde çok güvendiği arkadaşının halasının eski işinden tanıdığının feysbuka yazdığından alıntılarıyla bizi (beni) üzenler olduğu gibi bilgi teyidi için sistemi oturtmuş, ajans gibi çalışan hesaplar da vardı. Bu kadar lafı aslında o hesaplar arasında en güvenilirlerinden birine, @140journos‘a Gezi Parkı süresince sosyal medya kullanımıyla ilgili sorduğum sorulara ve cevaplarına geleyim diye ettim. Ocak 2012’de “geleneksel medyanın filtreli habercilik anlayışına tepki olarak özgür haberciliği savunan bağımsız bir karşı medya hareketi” olarak işe koyulan @140journos adına soruları Engin Önder, Cem Aydoğdu ve Oğulcan Ekiz cevapladılar.
En çok karşılaştığınız hatalı bilgi türü ne oldu bu 2 hafta boyunca?
Geçmişte yaşanmış veya birkaç gün önceki olaylardan fotoğrafların şu an oluyormuş gibi paylaşılması, fotoğraf veya video gibi multimedya paylaşmaksızın yer bildirerek asılsız çatışma bilgileri paylaşılması, ölüm haberi veya yaralı sayıları ile ilgili asılsız paylaşımlarla panik havasının yaratılmasına sıkça şahit olduk. Bilgi kirliliğinin en yoğun olduğu zamanlar hiç şüphesiz polis müdahaleleri
Siz Gezi olaylarından önce de bu işi yapıyordunuz. Herhalde ilk kez aynı konuda bu kadar çok tweet yazıldığını ve RT yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Bilgileri doğrularken karşılaştığınız zorluklar anlamında bu olaylarda öncekilere göre bir farklılık var mı?
Gezi Parkı protestoları şüphesiz Türkiye’nin vatandaş haberciliğiyle bugüne kadarki en büyük imtihanıydı. Belirli bir içerik üretim kültürü olmayan sosyal medya, anaakımın sessiz kalmasıyla çok önemli bir sorumluluğu üstlenmişti. 140journos bugüne haber değeri taşıyan toplumsal olaylarda gerek bizzat olay yerinde bulunmaya çalışarak gerekse olay yerinde bulunacak kişilere önceden ulaşarak doğrulama mekanizmasını sağlam tutmaya çalıştı.
Ancak Gezi Parkı’nda başlayan ve ülkenin birçok noktasına yayılan protestoların hepsinde bulunmak ve özellikle Anadolu şehirlerinde bulunan vatandaş habercilerine ulaşmak oldukça zordu. Olayların başladığı günden itibaren anaakım medyanın sessizliği insanları bir refleks olarak sosyal medyada paylaşmaya ve haber yapmaya sürükledi. Bu olmaya başladıkça haber içeriği bir şekilde 140journos’a da iletildi ve biz de olaylar boyunca haber veren kişilerle direk iletişime geçip doğrulukları konusunda emin olmaya çalıştık. Ulaştığımız kişilerle tanış oldukça aramızda bir güven bağı olmaya başladı. Biz bu sayıyı her bölgeden en az 3 kişi olana kadar sürdürmeye devam ettik. Böylelikle bir haber 3 kez doğrulanmadan bizim için paylaşılabilir hale gelmiyor. Olaylardan önce az veriyle karar vermek daha kolayken şu an binlerce verinin arasından doğruya ulaşmak nispeten daha zor gibi.
2 haftanın ardından “vatandaş gazeteciliği” anlamında bir iyileşme var mı? Doğru bilgi, sorumluluk anlamında artan bir hassasiyetten sözetmek mümkün mü?
Kesinlikle. Türkiye’de çok büyük bir çoğunluk, haber alma ihtiyacını 2 haftadır vatandaş haberciliğiyle karşılıyor. Bu da sadece bu coğrafyaya has bir vatandaş içeriğinin karakteristiğinin oluşmasını sağlıyor. Olaylardan önce insanlara mobil cihazlarıyla nasıl birer haberci olabileceklerini ve anaakımın filtreli habercilik anlayışına karşı merkezinde paranın olmadığı kendi bağımsız medyalarını nasıl oluşturabileceklerini anlatmaya çalışıyorduk. Anlaşılamadığından ya da henüz bu denli bir ihtiyaç duyulmadığından mıdır bilinmez, çok başarılı olamadık. Fakat Gezi Parkı protestolarında anaakımın sessisliğe bürünmesiyle vatandaş haberi bir ihtiyaç haline geldi; insanlar can havliyle haber alabilmek ve haber verebilmek için telefonlarına, tabletlerine, bilgisayarlarına koştular.
Yaşanan heyecanla birlikte bilgi kirliliği de arttı fakat bu medyada bir haberin yalanlanması dahi bir haber niteliği taşıyabiliyor. İnsanlar da yanlış bilgileri bizzat olay yerinden kanıtlarıyla birlikte afişe ederek haberleştirmeye başladılar. 140journos bu aşamada yalnızca doğrulanmış, olay yerinden, temiz bilgi servis eden bir işlev kazandı. Sosyal medya bu olaylarda haber yapmanın yanında aynı zamanda bir haberleşme aracı haline de geldi. Van Depremi’nde göçük altından atılan tweet’ler, son olaylarda yaralıların yer tespiti ve ambulans sevklerinin bu paylaşımlar sayesinde gerçekleşmesi gibi hayati durumlarda insanlarda bu sorumluluğu arttırdı. Önümüzdeki aylarda duyurulacak, ücretsiz olarak birçok platforma indirilerek vatandaşları nitelikli içerik üreticisi olma anlamında bir değer yaratmasını planladığımız 140journos mobil uygulaması öncesinde bizler için de Taksim Gezi Parkı olayları oldukça dişli bir sınavdı.
Sizin gibi güvenilir kaynaklar bu sürece nasıl bir katkıda bulunuyor? Özellikle geleneksel medyaya güvenin ciddi anlamda sarsıldığı bir ortamda.
Geleneksel medyanın sermayeye bağımlılığı çok önceden bizleri rahatsız etmeye başlamıştı. Aralık 2011’de Uludere, Mayıs 2013’te Reyhanlı bunların en açık örneği. Fakat daha da rahatsız edici olan insanların anaakıma bağlılığıydı. 140journos gibi güvenilir kaynaklar sosyal medyanın güvenilmez addedildiği bugünlerde insanların anaakım medyaya bağımlılıklarını atarken sosyal medyaya daha güvenli bir geçiş yapabilmelerini sağlayacak birer köprü görevini görecektir. Bu sayede haber içeriğini üreten ve tüketenin aynı kişi olduğu, halka ait bir medya yaratılmasında ön ayak olma görevini de üstlenmekteyiz. Bu güvenilir kaynaklar insanların üretmeye ve paylaşmaya, monologdan diyaloğa geçmelerinde de önemli birer etmen olacaklardır. Ülke genelinde geleneksel medyaya sadakatin büyük oranda kırıldığını söylemek mümkün. Gelecekte internet ve teknoloji erişiminin artmasıyla birlikte sosyal medyanın kırsalda da kullanılacağını Sosyal medyanın 140journos, Agence LeJournal gibi gerçek zamanlı olarak olay yerinden doğrulanmış vatandaş haberi içeriği üreten güvenilir kaynaklar yaratarak en büyük handikapı olan güvenilirlik konusunda elini güçlendirmesi gerekiyor.