Aga Sablinska’nın Calvert Journal’ın “Women Recollected” projesi için kaleme aldığı yazının çevirisidir. Kültür dünyasının 20. yüzyıldaki unutulmuş öncü kadınlarına ışık tutma şiarıyla yola çıkan projeyle rastlaşmaya, ileriki haftalarda da, yine bu sayfalarda devam edeceksiniz.
Gerçekçilik ve soyut arasında gidip gelen Polonyalı ressam Teresa Pągowska, gündelik nesneleri ve sahneleri basit formlar ve sert fırça darbeleriyle tasvir etmesiyle tanınıyor. Zaman zaman cesur renklerle de vurguladığı toprak rengi tuvalleri, hem Varşova, Poznan, Gdańsk, Krakow ve Wrocław’daki Ulusal Müzelerin koleksiyonlarında hem de Polonya ve yurtdışındaki özel koleksiyonlarda yer almakta.
Mirası
Gdańsk, Łódź ve Varşova’daki Güzel Sanatlar Akademisi ve daha başka birçok kurumda onlarca yıl ders vermiş etkileyici ressam Pągowska, çalışmalarından sık sık bir gizemmiş gibi söz ederdi. Bir keresinde, “Resimlerime binlerce soru soruyorum,” diye belirtmişti. Ayrıca resim yapmanın kendi öğrenme sürecine nasıl katkıda bulunduğunu da anlatmıştı: “Sanki resim hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi, çözülmesi gereken bir gizemmiş gibi başlıyorum her seferinde.” 1961’de New York’taki Modern Sanat Müzesi’nde düzenlenen 15 Polonyalı Ressam (15 Polish Painters) sergisinde ve 1991’de Washington, DC’deki National Museum of Women in the Arts’taki Özgürlüğün Sesi: Polonyalı Kadın Sanatçılar ve Avangard (Voices of Freedom: Polish Women Artists and the Avant Garde) sergisinde iki kadın ressamdan biri olarak yer almasına ve Musée d’Art Moderne de la Ville de Paris’te düzenlenen birden fazla sergiye katılmasına rağmen, Pągowska’nın çalışmaları bugün yurt dışında çok az biliniyor.
Hayatındaki Dönüm Noktaları
Pągowska, 12 Haziran 1926’da Varşova’da doğdu. Çocukluğunun büyük kısmını Poznan’da geçirdi. Poznan’daki öğretmenlerinden biri, Polonya Renkçilik hareketinin önemli isimlerinden biri haline gelen ressam Wacław Taranczewski’nin karısıydı. Pągowska genç yaşta Taranczewski’nin atölyesini ziyaret etmeye ve galerisi Salon 35’teki sergilere katılmaya başladı. Renkçiler, rengin biçimden daha önemli olduğuna ve sanatın, edebiyat ve tarihin etkilerinden kaçınarak tarihsel gelenekten bağımsız olması gerektiğine inanıyordu. Genç yaşta Renkçilerin felsefesiyle tanışmak, kendi sanat yolculuğuna çıktığı sıralarda Pągowska’yı hiç şüphesiz etkilemişti.
Pągowska, Sosyal Gerçekçiliğin popülerliğin zirvesinde olduğu 1951’de, Taranczewski’nin yanında çalıştığı Poznan’daki Devlet Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Sosyal Gerçekçi sanat ve emekçilerin tasvirleri, Polonya Halk Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, sanatçıların Marksizm ve Leninizmi yaygınlaştırmak için eserler yaratmaya teşvik edildiği dönemde destekleniyordu. Pek çok sanatçı gibi, Pągowska da bu politik güdümlü sanatı sürdürmekle ilgilenmiyordu ve bunun yerine ilham kaynağı olarak savaş öncesi avangardı arıyordu.
1955 yılında Pagowska’nın çalışmaları, Varşova’nın Arsenal’inde düzenlenen ve ülkenin dört bir yanından genç sanatçıların katıldığı, çığır açıcı Savaşa Karşı, Faşizme Karşı sergisinde yer aldı. Bu sergi, Polonyalı sanatçıların Sosyalist Gerçekçilikten uzaklaşmasında önemli bir adım oldu. Pągowska, sergilenen eserlerinin tamamı için ödül kazandı: Bunlar, 19. yüzyıl geleneksel Leh resmine aşinalığını gösteren, çoğunlukla cesur renklerle tasvir edilmiş gündelik hayattan sahneler ve manzaralardı.
1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında Pągowska, figürasyon ve soyutlama arasında, “yeni figürasyon” olarak adlandırılan bir tarzda çalışarak bugün onu ilişkilendirdiğimiz imge dağarcığını kullanmaya başladı. Bu sırada sık sık gerçekleştirdiği Paris seyahatlerinde Musée d’Art Moderne de la Ville de Paris’te sayısız sergiye katıldı. Burada “Nouvelle Figuration”da (Yeni Figürasyon) çalışan diğer sanatçılarla tanıştı; bu terim ilk olarak 1961’de Fransız eleştirmen Michel Ragon tarafından figüratif sanatın yeniden canlanmasını tanımlamak için kullanılmıştı.
Tarzı ve Konu Seçimi
Pągowska genellikle tuval üzerine tempera, yağ veya akrilik kullanarak resim yaptı. Figüratifle soyut arasında sorunsuzca gidip gelen, anlaşılması zor figürlerinin nereden çıktığı belli olmaz: çoğu zaman sadece belli bir figürü veya gölgesini sezdiren birkaç fırça darbesi vardır. Örneğin, Boş Bir Odayı Hayal Etmek (2002) isimli resminde de figür hemen belli değildir, sanki hayal ve gerçeklik arasında bir ara dünyada yaşıyormuş gibi yatağın çarşaflarına karışır. Pągowska’nın belirli özelliklerden yoksun figürlerinin çoğu tamamen anonimdir: Resmedilen figürler genellikle gündelik işlerinde tasvir edilen kadınlar veya erkeklerdir.
Pągowska’nın stilinin en karakteristik unsurlarından biri, ham tuvali sık sık göz önüne sermesidir. 1970’lerde yaptığı Monokromlar serisinde Pągowska, vücutlarının ana hatlarını boyayla çerçeveleyip formlarını astarsız tuvalden görünecek şekilde bırakarak “ters” çıplak insan figürleri yaratmıştı. Bu şekilde, figürleri sanattaki diğer nülerden bile daha çıplaktı – boyaya bile maruz kalmamışlardı. Boyasız çizim yapan ve herhangi bir fırça darbesi kullanmayan Pągowska, insan formunu hiçbir ayrıntıya girmeden tasvir edebiliyordu.
Çarşafları Kurutmak (2004) ve Sivrisinekler (2006) gibi daha sonraki çalışmalarında Pągowska bu sefer süreci tersine çevirerek figürleri ham tuvalin üstünde geniş fırça darbeleriyle oluşturdu. Bu figürler yine anonimdir – herhangi bir yerde olabilecek kadınlar ve erkekler onları belirli bir yerde konumlandıracak bir manzara veya arka plandan yoksun bir tuvalin üstünde yüzmektedirler.
Zaman zaman Pągowska’nın eserlerinde, tuvallerin bej tonlarını beklenmedik bir şekilde bozan cesur renk darbeleri karşımıza çıkar. Plaj’da (1990) ufukta bir neon yeşili göze çarparken, Kırmızı Odada (1992) isimli resminde ressam, figürün vücudunu sadece kırmızı değil, aynı zamanda neon pembe fırça darbeleri de öne çıkarır. Pągowska’nın ara sıra parlak renkleri kullanması ve çalışmalarında belirli bir yere ve zamana atıfta bulunmaktan kaçınması, genç bir sanatçı olarak eserlerini incelediği Polonyalı Renkçiler’i anımsatıyor. Bir keresinde kendi eserleri hakkında, “biz bir başlangıç değil, devamıyız,” demiş, Renkçilerin etkisini kabul etmekle beraber kendi özgün tarzını geliştirmiştir.
Pągowska, “biçimsel sadeliğin ifadede daha fazla netlik sağladığına” inanıyordu. Bunu sadece üslubunda değil, konu seçiminde de görmek mümkün. Pągowska basit rutinlere ilgi duyuyordu, bu nedenle çarşafların kurutulması, saçların yıkanması gibi günlük aktiviteleri resmediyordu. Resimleri, insan olmanın bir tasviri olarak da okunabilir: cesur renklerle betimlenmiş dramatik anların vurgusuyla bir anlığına parlayıp sonra tek renge dönen gündelik akış… Ancak insan Pągowska’nın sıradan işlerden sıkıldığını hiç düşünmez. Aksine, gündelik eylemleri yüceltmeye çalışır o. Günlük hayatın olağanüstülüğünü göstermek için bir serisine Sihirli Figürler adını vermesinin nedeni de tam olarak budur.
Ana görsel: Teresa Pągowska, Tek Ayaklı Peyzaj