1927’nin sonuydu. Alma Karlin, ölüm döşeğindeki annesinden birkaç mektup almıştı. Ailenin, 38 yaşındaki çocuklarına yedi yıllık dünya yolculuğunu bitirip artık evine dönmesi için yalvardığı bir mektuptu bu. Karlin yolculuğu sırasında Peru’da bir tecavüz, Panama’da ise kasti bir zehirlenme girişiminden sağ kurtulmuştu. Amerika Birleşik Devletleri’nde aşağılanmış, Tayvan’da polislerce sorgulanmış, Japonya’da karşılıksız bir aşk yaşamıştı. Pasifik Adaları’ndaysa yoksulluğa direnmişti. Karlin annesinin son isteğine uydu. Acı içindeydi, depresifti. Sıtma ve dizanteriden muzdarip ve durumu ağır olsa da, ruhsal ve fiziksel durumunu göz ardı etti. Avrupa’ya, günümüzde Slovenya’da yer alan memleketi Celje’ye zorlu bir yolculuğa başlamak için Karaçi’de bir gemiye bindi.
Ancak görünüşteki bu “tatsız son” onun için aynı zamanda yeni bir başlangıcın da yolunu açtı. Seyahatleri sırasında ve sonrasında Karlin’in çok sayıda kurmaca ve kurmacadışı kitabı yayımlanmıştı. Bu sayede, çok satan bir yazar ve etnograf unvanıyla Avrupa’ya döndü. Aralarında The New York Times’ın da bulunduğu gazeteler, onu dünyayı tek başına ve dışarıdan gelen herhangi bir mali yardım olmadan dolaşan ilk kadın olarak tanımladı. Viyana, Berlin, Londra ve Paris gibi Avrupa şehirlerinde başarılı konferanslar verirken okuyucular ona olan hayranlıklarını dile getirdikleri mektuplar göndermeye başladı. Popülaritesi, hayran kulüpleri bile ortaya çıkardı.
Ne var ki, başarısı, Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin yükselişiyle azalmaya başladı. Hitler rejiminin azılı bir muhalifi olan Karlin, enerjisini muhalefetle işbirliği yapmaya ve siyasi göçmenlere yardım etmeye harcadı. Bu isimlerin pek çoğu onun evine sığındı. Nazi güçleri Yugoslavya’yı işgal ettiğinde Karlin’i çabucak tutukladılar ve hapse gönderdiler. Berlin’deki nüfuzlu arkadaşları onu kurtarabilmiş olsa da, Karlin, savaşın kötülüklerinden asla tam anlamıyla kurtulamadı. 1950’de tüberküloz ve kanserden yoksulluk içinde öldü.
İlk Dönemleri
Alma Maksimiljana Karlin, Ekim 1889’da Celje’de yaşlı bir eski asker ve bir Almanca öğretmeninin çocuğu olarak dünyaya geldi. Anne ve babasının Alma ile “şöyle böyle” ilişkilerinde belirgin şekilde görüldüğü üzere, ailesi ne çocuk sahibi olmayı beklemiş ne de istemişti. Avusturya-Macaristan monarşisinin bir subayı olan babası, kızını katı bir askeri disiplinle yetiştirirken annesiyse ona hep fiziksel “kusurlarını” hissettiriyordu. Karlin sarkık bir sol gözle doğmuştu, daha sonraysa kendisine hafifçe kalkık bir omuza sahip olduğu teşhisi konulmuştu. Bu istisnai keşif, 13 yaşındayken, saatlerce “işkence cihazları” olarak adlandırdığı, düzensizliği düzeltmek için tasarlanmış destek ve teçhizata bağlı kalmasına yol açmıştı. Küçük burjuva kısıtlamalarıyla dolu bu zor çocukluk, kısa süre sonra, her ne kadar melankolik ve inatçı olsa da, Karlin’i derin bir yolculuk tutkusu ve dindirilemez bir bilme arzusuyla yanıp tutuşan, kendi kendine yeten, bağımsız bir kadına dönüştürmüştü.
Karlin özgürlüğü 1908’de, 18 yaşındayken elde etti. Annesi istemediğini dile getirse de yabancı dil okumak için Londra’ya gitti. İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Fransızca, Rusça, Danca, Fince ve İsveççe öğrenirken, 10 dili kapsayan ve onun sadık bir yol arkadaşı olacak bir sözlük yazdı.
Yabancı dilden çeviriler yaparak ve dil dersleri vererek geçimini sağladığı Londra’da okurken Çinli öğrenci Xu Yong Lun ile tanıştı. Ona İngilizce için özel ders veriyordu. Aralarında gerçek bir duygusal ve fiziksel yakınlık olmamasına rağmen Karlin evlenmeyi kabul etti. Evliliği hayatına anlam kazandırmak için bir fırsat ve planladığı intihar girişiminden bir kaçış olarak görüyordu. Birkaç ay sonra nişanı atsa da, bu deneyim olumlu eleştiriler alan ilk edebi eseri My Little Chinese romanının temelini oluşturdu.
Özgün Anlar
Karlin’in Londra’daki hayatı 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle kesintiye uğradı. Artık düşman bir devletin -Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun- bir vatandaşı olarak Büyük Britanya’da istenmeyen bir kişiydi. Karlin bir yabancı olduğundan yetkililer onu sürekli gözetim altında tutuyordu bu sırada maaşını da büyük ölçüde kesmişlerdi. Tüm bunlarla başa çıkamayacağını hisseden Karlin, tarafsız ülke konumundaki Norveç’e seyahat etmeye karar verdi. Oradayken, hayatını değiştirecek iki sonuca vardı. İlki, yazmanın görevi olduğunu fark etmesiydi. İkincisiyse savaş biter bitmez “dünyaya açılmak” istemesiydi. 1918’de Celje’ye döndü ve yabancı dil öğrettiği bir okul açtı. Bir yıl sonra nihayet Güney Amerika’ya gidecek bir gemi bileti almak için yeterli parayı biriktirmişti. Elinde bavulu, sözlüğü ve daktilosuyla onu Peru, Panama, Amerika Birleşik Devletleri, Hawaii, Japonya, Kore, Çin, Tayvan, Avustralya, Yeni Zelanda, Fiji, Yeni Kaledonya, Solomon Adaları, Papua Yeni Gine, Endonezya, Malezya, Tayland, Myanmar ve Hindistan’a götürecek bir maceraya atıldı.
Ancak Karlin’in maceraları eve vardığında da bitmedi. Yazar, geziden sonra düşüncelerini ve maceralarını iki bölümden oluşan bir çalışma haline getirdi. Dünya çapındaki gezisini detaylandıran iki seyahatname, sonunda ona hayalini kurduğu başarı ve şöhreti getirdi. İlk kitabı The Lonely Journey [Yalnız Yolculuk], 1929’da yayımlandı. Bu kitap, Amerika, Uzak Doğu ve Avustralya’ya seyahat ettiği iki yılı kapsıyordu. Ertesi yıl, Pasifik Adaları’ndaki deneyimini konu edinen The Spell of the South Sea [Güney Denizi’nin Büyüsü] yayımladı. Her iki kitap da kısa sürede tükendiğinden yeniden basılmaları gerekti.
Alman Sömürge Şirketi, bu iki bölümlük diziyi “zamanın en maceracı gezgin günlüğü” olarak tanımladı: “Alma M. Karlin yeni dünyalar keşfetmemiştir ancak dünya çapındaki yolculuğundaki günlük maceraları, birçok araştırma gezisinin raporundan daha merak uyandırıcı ve heyecan vericidir.”
Karlin, daha sonraki yıllarda dünya çapında 20’den fazla uluslararası gazete ve dergi için 40’tan fazla bağımsız eser ve sayısız makale kaleme almış üretken bir yazar oldu. Seyahatnamelerini kıymetli bitki ve insan çizimleriyle ve sonra kendi fotoğraflarıyla donattı.
Tarzı ve İşleri
Karlin’in seyahat günlüklerini benzersiz ve popüler yapan şey, dünyanın en ücra köşelerinden bazılarında bekar bir kadın gezgin olarak üstesinden gelmek zorunda olduğu sorunların ve engellerin yanı sıra yaşadığı talihsizlikleri de anlatmasıydı. Ustalığını ve dayanıklılığını gösteren sayısız ayrıntıya yer vermişti. Örneğin, bir ayin sırasında onu öldürmeye çalışan Wutung halkından şans eseri kaçmayı başarmıştı. Çinli ev sahibinin babası ölmüştü ve bu olay ona yerel halkın ölümle ilgili gelenekleri hakkında samimi bir fikir vermişti. Tüm bunlara ek olarak Karlin, kendisi için sonunda dayanılmaz bir depresyona yol açan sıtmanın farklı semptomları ile de baş ediyordu. Berlin gazetesi Das Echo, büyük araştırmacıların keşif gezilerinin Karlin’in yolculuğuna kıyasla “rahat bir seyahat” olduğunu yazmıştı. Bununla birlikte, zaman zaman korkunç olan bu deneyimler, heyecan verici canlı diyaloglar ve ironik, eğlenceli açıklamalarla bir şekilde dengeleniyordu. Karlin, yerleşik normlara uymadığı için memleketinde sürekli yargılanan bir kadın olarak sıklıkla kadının yabancı kültürlerdeki rolü ile kadın erkek ilişkileriüzerine kafa yormuştu.
Zamanın diğer beyaz kadın gezginlerinin aksine, hiçbir zaman zengin ve nüfuzlu patronlardan destek görmemişti. Bu nedenle de, kendisi için erişilebilir olan şeyler üzerinde yoğunlaştı- ki bunlar o zamanlar çok az araştırılmış alanlardı. Din, eski kültürlerin mistisizmi, batıl inanç, sihir, okültizm ve büyücülük hakkında okumuştu. Çok sayıda cadı ve şamanla tanışması kitaplarında dikkatlice anlattığı uygulamalar hakkında ona benzersiz bir fikir verdi. Eserlerinin çoğu, kusursuz etnografik ve antropolojik ayrıntılar içeriyordu. Polinezya, Melanezya ve Mikronezya halkları arasında yaygın olan büyüleri, inançları ve gelenekleri anlattığı Güney Denizi Mistisizmi buna güzel bir örnektir.
Bu nedenle de Karlin’in otuzlu yaşlarının ortalarında daha da güçlü bir şekilde maneviyata yönelmesi bir sürpriz değildir. Bir mektupta en iyi arkadaşı Thea Schreiber Gamelin’e “Dünyaya yaptığım bu aptal yolculuktan kesin olarak kurtulmak istiyorum. Hep mistik şeyler hakkında yazmak istemişimdir,” diye yazmıştı. Sonunda bu hayalini gerçekleştirdi. Daha sonraki çalışmaları, Isolanthis (1936), Angel on Earth (1936) ve Blue Moon (1938), Budizm ve Teozofi’nin insan ruhunun birliği ve ölümsüzlüğü ve dünyevi varoluşun prangalarından kurtuluşla ilgili öğretilerini açıklıyordu. Okuyucuları iyilik, bilgelik ve gerçek için çabalamaya teşvik ediyordu.
Karlin, yayımlanmamış otobiyografisi How I Became a Human’da “Seyahat edemeyen insanlar için dünyadaki tüm güzelliği keşfetmek istiyordum. Diğer yarım kürelerin büyüsüne kapılacak ve ulusum için yabancı zihniyetlerin ve bilincin bir aracısı olacaktım,” diye yazmıştı. Karlin seyahatleri hiçbir zaman birer macera değildi. Diğer kültürler hakkında yazmak onun için dünya ulusları arasında barışı ve karşılıklı saygıyı teşvik etmek demekti.
Kapak görseli: Karlin’in pasaportundan bir sayfa.