Nada Elia’nın 19 Ocak 2024’te jadaliyya.com sayfasında yayınlanan yazısını Gizem Atlı çevirdi.
İsrail’in Filistin halkına yönelik dur durak bilmeyen soykırımını dehşetle izlerken, Filistinli feministler ve müttefiklerimiz, kurbanlar İsrailli olduğunda cinsel saldırı ve tecavüzü umursamadıkları yönündeki suçlamalarla da uğraşmak zorunda kaldı. New York Times‘tan Bret Stephens, “Sessizlik şiddettir, evet ama konu İsrailli tecavüz kurbanları olduğunda değil” dedi. Sadık bir İsrail yanlısı olan muhafazakâr köşe yazarı yazısının ilerleyen kısmında İsrail hükümet yetkililerinin, 7 Ekim 2023’te İsrail’in güneyindeki bir partiye ve yakınlardaki iki kibbutz’a[i] saldıran Hamas savaşçılarının katıldığı iddia edilen toplu tecavüzlerle ilgili korku hikâyelerini tekrarlıyor. Stephens’a bakılırsa, bu suçlamalar etrafındaki sessizlik, Siyonistlerin Filistinliler ve müttefiklerimiz arasında yaygın olduğunu iddia ettiği antisemitizmin kanıtıdır; Yahudilere karşı o kadar derinlere kök salmış bir nefrettir ki bu, tecavüz kurbanları Yahudi ya da İsrailli olduğunda feministler bile onlara sempati duyamaz. Bir başka sadık Siyonist, eski Facebook Operasyon Direktörü Sheryl Sandberg de CNN’de İsrailli kadınlara yönelik tecavüzlere ilişkin sessizliğin “sağır edici” olduğunu söyleyen bir yazı yazdı ve okuyuculara “bu tecavüzleri her sohbette, mitingde ve toplantıda kınama, her sokak köşesine asılan tabelalarla bunu duyurma” çağrısında bulundu.
Bu arada, iddialar gerçekten içler acısı. Örneğin, iddia edilen suçlara ilişkin kapsamlı bir soruşturma olduğunu öne sürülen New York Times yazısında şöyle deniyor: “İsrailli yetkililer, Hamas teröristlerinin saldırdıkları her yerde -rave partisinde, Gazze sınırındaki askeri üslerde ve kibutzimde- kadınlara gaddarca davrandıklarını söylüyor.” Aralarında asker, sağlık personeli ve tecavüz danışmanlarının da bulunduğu bu İsrailli hükümet yetkililerine göre, kadınlar sakatlanıyor, “parçalara ayrılıyor”, göğüsleri kesilip etrafa atılıyor, toplu tecavüze uğruyor ve bazı durumlarda bu saldırılar o kadar şiddetli bir hale geliyor ki leğen kemikleri bile parçalanıyor. Bazılarının yüzleri, bazılarının ise kafaları kesiliyor. Hatta hamile bir kadının karnının kesilerek açıldığı ve sırtından vurulmadan önce doğmamış fetüsü bıçaklandığı iddia ediliyor.
Feministler savaş zamanlarında cinsiyete dayalı şiddetin arttığını ve kadınların ve eşcinsellerin bu şiddetin en savunmasız hedefleri olduğunu bilir. Özellikle Filistinli feministler, yerleşimci sömürgeciliğine ve ev içi ve üreme alanları dahil hayatımızın her yönünü kontrol eden acımasız askeri işgale katlanmaya devam ettikçe maruz kaldığımız cinsiyet şiddetini uzun süredir belgeliyor. Tecavüz suçlamasıyla gündeme gelmenin çoğu zaman o korkunç anın travmasını tazelediğini de biliyoruz, bu nedenle tecavüze uğradığını söyleyen bir kadının çok ciddiye alınması gerekiyor. Biz, hayatta kalanlara inanmaya inanıyoruz.
Ne var ki, 7 Ekim saldırısıyla ilgili tecavüz suçlamalarının hiçbiri hayatta kalanlardan gelmedi ve işlendiği iddia edilen suçlardan herhangi birini belgeleyecek güvenilir bir kanıt da yok gibi görünüyor. Adının Gal Abdush olduğu ortaya çıkmadan önce kısaca “siyah elbiseli kadın” olarak adlandırılan kadın bile kendi kız kardeşinin anlattığına göre tecavüze uğramadı. Abdush’ın kız kardeşi New York Times‘ın ailesinin hikâyesini manipüle etmesine duyduğu öfkeyi X’te paylaşmıştı. Abdush’a yönelik tecavüz iddiasını konu alan New York Times “soruşturması,” Hamas savaşçılarının İsrailli kadınlara sistematik bir biçimde tecavüz ettiği ve onları sakatladığı ve bu vakaların münferit birer olay olmaktan ziyade, “bir örüntü”nün parçası olduğu iddiasıyla sonlanıyor.
Basında geniş yer tutan haberlere göre, üç yüze yakın şüpheli tecavüz vakası vardı ve alelacele gömülen cesetlerin tek biri bile taramadan geçirilmemişti. İnsan Hakları Doktorları (PHR)-İsrail’in “Hamas toplu tecavüzleri” hakkındaki raporu dahi yalnızca ikinci el kaynaklardan oluşturulmuştur. Kuruluşun başkanı the New Yorker‘a verdiği bir röportajda şöyle diyordu: “Görüş belgemiz, rehineleri ve ailelerini destekleyen bir sivil toplum grubunda gönüllü çalışan bir hukuk danışmanı ve doktorla yapılan mülakatların yanı sıra, kamuya açık medya kuruluşlarından topladığımız materyallere ve Telegram gruplarında gördüğümüz videolara dayanmaktadır. Gerçek tanıklarla hiç görüşmedik.” Lana Tatour’un PHR-İsrail ve İnsan Hakları İzleme Örgütü raporlarının (ikincisi Al-Ahli Hastanesindeki patlamayla ilgilidir) metodolojisine yönelik sert eleştirisinde belirttiği gibi: “Bu raporlar kanıtlardan ziyade spekülasyonlara dayanmaktadır ve etik olmayan davranışlara varan kusurlu bir metodolojidir.”
Kamuya açık medya kuruluşlarının sunduğu materyaller “delil” değildir. Sosyal medyada dolaşan videolar üretilebilir, kötüye kullanılabilir veya yanlış atfedilebilir. 2024’ün Ocak ayında, yani toplu tecavüz iddialarından neredeyse üç ay sonra, Haaretz şunları yazdı: “Polis cinsel saldırı mağdurlarını veya Hamas saldırısına ilişkin eylemlerin tanıklarını bulmakta zorluk çekiyor ve mevcut delilleri burada anlatılan mağdurlarla ilişkilendiremiyor.” Saldırının bilinen mağdurlarını iddia edilen suçların tanımlarıyla ilişkilendirmeye yönelik her girişim, tanık raporlarının doğruluğunu teyit etmekte başarısız oldu.
O halde kanıt olmadan, bu sistematik toplu tecavüz suçlamalarının, 40 İsrailli bebeğin kafasının kesilmesi ve düzinelerce İsrailli çocuğun diri diri yakılmasıyla ilgili aynı ölçüde yürek parçalayıcı suçlamaların yanına atılacağını varsaymak yanlış olmaz. Bu raporlar bizzat İsrail hükümeti tarafından derhal reddedildi.
Buna karşın, ABD Başkanı Joe Biden’ın ulusal televizyonda Yahudi cemaati liderlerine hitaben konuştuğunu ve Hamas savaşçılarının “katıksız kötülüğünün” kanıtı olan kafası kesilmiş bebeklerin fotoğraflarını gördüğünü söylediğini hatırlıyoruz. Oysa Joe Biden bu görüntüleri görmüş değildi. Ortada böyle fotoğraflar yok, çünkü kafası kesilmiş herhangi bir bebek yok. İsrail hükümeti de, İsrailli bebeklerin kafasının kesildiğine dair kesinlikle hiçbir kanıt bulunmadığını belirtti. Joe Biden, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı soykırıma destek toplamak için yalan söylüyordu. Ve bu çürütülmüş iddiayı 12 Aralık 2023’te Washington DC’deki bir yeniden seçim kampanyası etkinliğinde tekrarladı: “Oradayken bazı fotoğraflar gördüm; bir anne ile kızını iple birbirine bağladıklarını, üzerlerine gazyağı döktüklerini ve sonra onları yaktıklarını, bebeklerin kafalarını kestiklerini, insanlık dışı, tamamen insanlık dışı şeyler yaptıklarını gördüm.”
ABD Başkanı’nın, kafası kesildiği iddia edilen bebeklerin “doğrulanmış resimlerini” gördüğü yönündeki aldatıcı iddiası, çoğumuza dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 2003 Şubat’ında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin elinde, Irak’ta silah olduğuna dair kanıtlar bulunduğunu söylediği konuşmasını hatırlattı. Powell’ın Irak’ta bulunduğunu iddia ettiği “kitle imha silahları”ndan toplam on yedi kez bahsettiği vurgulu konuşması, ABD’nin ülkeyi harap eden Irak savaşına küresel destek toplamayı amaçlıyordu. Powell o rezil konuşmasında, “Meslektaşlarım, bugün yaptığım her açıklama kaynaklarla, sağlam kaynaklarla desteklenmektedir” demişti. “Bunlar iddia değil. Size verdiğimiz şey, sağlam istihbarata dayanan olgular ve sonuçlardır.” Ne var ki, ortada, “sağlam bir istihbarat” veya herhangi bir kitle imha silahına dair en ufak kanıt yoktu ve sonrasında Powell o gün yalan söylediğini itiraf ederek bu konuşmayı yapmaktan pişman olduğunu dile getirmişti.
Keza, Biden de 7 Ekim sonrası hakkında yalan söylüyordu; İsrailli bebeklerin kafasının kesildiğinden ilk kez bahseden ve şu anda tecavüz iddialarının baş tanığı olan ZAKA’nın yöneticisi Yossi Landau da öyle. ZAKA direniş saldırılarında, yol kazalarında veya diğer doğal veya insan kaynaklı felaketlerde hayatını kaybeden Yahudilerin kalıntılarını toplamayı ve onlara Yahudi yasalarına uygun birer Yahudi cenazesi sağlamayı misyon edinmiş bir acil müdahale ekibidir. İsrail hükümeti tarafından finanse edilen ZAKA’nın gönüllülerinin neredeyse tamamı ultra-Ortodoks Yahudilerden oluşuyor ve hiçbiri rave partisine katılmış değil. ZAKA gönüllüleri saldırıdan bir saat sonra olay yerine ulaştı. ZAKA’nın yöneticisi Landau, Hamas saldırılarının gerçekleştiği yere vardığında gördüklerini anlatmak için ulusal ve uluslararası televizyonlara çıkarak, “kafası kesilmiş ve diri diri yakılmış yığınla bebek”ten bahsettiği detaylı bir açıklama yapmıştı. İsrail hükümeti bu suçların gerçekten işlendiğini yalanlamadan önce yapıyordu bu açıklamayı. Yossi Landau yalan söylüyordu.
Kanıt İhtiyacı Üzerine
Bu nedenle, elimizde hangi reddedilemez belgeler olduğuna bakmak ve bunların ne kadar ikna edici olduğunu, ayrıca iddiaları kimin ortaya attığını ve bunların hangi nihai siyasi amaca hizmet ettiğini görmek önemlidir. Bu iddialar potansiyel tecavüz mağdurlarına yardım etmek için mi yapılıyor yoksa olası tecavüzleri İsrail’in soykırım gündemini ilerletmek için mi kullanıyor? Tecavüz mağdurlarının (hayatta kalan kimse öne çıkmadığı için) aileleri arasında adalet veya intikam isteyen herhangi biri var mı? New York Times köşe yazarı Bret Stephens, İsrail anlatısına hizmet etmek için yazı yazdığını açıkça ifade etti. Stephens New York Times‘taki yazısını sildikten sonra Haaretz‘e “Hikâyeyi doğru şekilde anlatmanın İsrail’e faydası olduğu sürece, İsrail’e yardım etmeye çalıştığımı söyleyebilirsiniz,” diyor. Yossi Landau’nun ZAKA örgütü, Filistin halkını insanlıktan çıkarıp hayvana ve canavara dönüştürmekten çıkarı olan İsrail hükümeti tarafından finanse ediliyor. Landau otuz üç yıllık ilk müdahalede kariyerinde, 7 Ekim saldırıları sonrasındaki kadar korkunç bir vahşet görmediğini belirtiyordu her yerde.
Kişinin algılanan düşmanını bir cinsel saldırgan olarak tasvir etmesi, dikkati kendi şiddetinden uzaklaştırmak veya kendi şiddetini meşrulaştırmak için başvurduğu çok eski bir stratejidir. Aşırı cinselleştirilmiş “yırtıcının” hem cinsel hem de ırksal sınırları ihlal ettiği düşünülen ırksal sınırlar için daha da geçerli bir durumdur bu, zira böylece iddia edilen suç olduğundan daha da iğrenç gösterilmiş ve sınırları ihlal edilen topluluğun kolektif tepkisinin gerekli olduğu ima edilmiş olur. Bunun en iyi örneği, ABD’nin anaakım siyah erkekleri, hatta çocukları tecavüzcü olarak tasvir etmesidir. Bilinen birkaç örnek vermek gerekirse, Emmett Till kendisini beyaz bir kadınla flört etmekle suçlayan beyaz adamlar tarafından kaçırılıp işkence ve lince maruz kaldığında sadece on dört yaşındaydı. “Central Park Beşlisi” olarak bilinen Antron McCray, Kevin Richardson, Yusef Salaam, Raymond Santana ve Korey Wise da, beyaz bir kadına tecavüz suçundan haksız yere mahkum edildiklerinde ve medyada “kurt sürüsü,” “kana susamışlar,” “hayvanlar,” “vahşiler” ve “insan mutasyonları” diye tasvir edildiklerinde yaşları 14 ila 16 arasında değişen Siyah ve Latin kökenli çocuklardı. Hillary Clinton, siyah gençlerden “süper yağmacılar” diye söz ederken, beyazların üstünlüğünü savunan bir şiddetin uzun mirasını sürdürüyordu.
ABD ve İsrail amansız cinsiyet şiddetiyle soykırım üzerine kurulu olan, kafa kafaya vermiş yerleşimci-sömürge ülkeleridir. Pembe yıkamadan mor yıkamaya kadar, İsrail’in cinsiyet meselelerini siyasi amaçlar için kullanma konusunda uzun bir geçmişi var. Savaş suçları artık dünya çapında yayınlandığı için, kendi propagandasını yapmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor İsrail. Ve pembe yıkama ve mor yıkamada olduğu gibi, İsrail’in bu örnekte cinsiyete dayalı şiddeti istismarı, savunmasız topluluklara yönelik gerçek bir endişeden kaynaklanmıyor; daha ziyade, iddia edilen suçları kendi zulmünü meşrulaştırmak için kullanıyor. Nitekim Gal Abdush’ın ailesinin, onun tecavüze uğrayıp uğramadığı konusunu gündeme getirmekten çok, onun ölümünün İsrail hükümeti tarafından istismar edilmesinden ve medya eliyle sansasyonelleştirmesinden öfke duyması da bunun göstergesi.
Bu arada esaret altında yaşadıklarını anlatan, tecavüze uğramaktan korktuklarını, “psikolojik savaşa” katlandıklarını söyleyen çok sayıda İsrailli kadınımız da var ama hiçbiri tecavüze uğradığını söylemiyor. Serbest bırakıldıktan sonra basına konuşan diğer rehineler arasında da istismara uğrayan “rehinelerle karşılaştıklarını” söyleyenler var ama bu onların şahsi deneyimi değil.
Yukarıda da belirttiğim gibi feministler cinsiyete dayalı şiddetin ihtilaf, çatışma ve savaş sırasında arttığının farkındadır. Gelgelelim hayatta kalanlar tarafından değil, çoğu tamamen sahte olduğu kanıtlanmış tanıklar tarafından ortaya atılan iddiaları silah olarak kullanmanın kimseye faydası yok. Şu ana kadar kanıtlanmamış ve çoğu yalanlanmış iddiaların siyasi bağlamını ve hizmet ettikleri amacı da iyi değerlendirmemiz gerekiyor. İsrail’in, cinsel şiddet iddialarını Filistin halkına yönelik soykırımına destek toplamak maksadıyla propaganda amaçlı silah haline getirdiğini varsaymak ziyadesiyle akla yatkın. Medya, İsrailli kadınlara yönelik vahşetlerle ilgili asılsız ve sansasyonel raporlar yayınlayıp bunları gerçekmiş gibi sunarak bu propagandanın suç ortağı haline gelmiştir. Bu, Filistinlilere yönelik cinsel şiddetin tümüyle gözden uzak tutulduğu bir bağlamda gerçekleşmektedir.
Cinsiyete Dayalı Şiddet ve Tecavüz İddialarının Sansasyonelleştirilmesi
7 Ekim’den bu yana iki milyona yakın Filistinli evini kaybetti ve yıkıcı bir kıtlıkla, bulaşıcı hastalıklarla, acımasız bombardımanlarla, sert hava koşullarıyla ve evet, cinsiyet ve üremeye dayalı şiddetle karşı karşıya. “Cinsiyete dayalı şiddet” her ne kadar genelde cinsel saldırı olarak anlaşılsa ve sırf kadınlara yönelik olduğu varsayılsa da, İsrail askerlerinin Filistinli erkekleri tutuklayıp onları çırılçıplak soyması da cinsiyete dayalı şiddetin bir biçimidir. Her gün 180 ila 200 arası Filistinli kadının soykırım koşulları altında doğum yapması, cinsiyet ve üremeye dayalı şiddetin bir biçimidir. Aylarca süren soykırım savaşı öncesindeki 16 yıllık kuşatma nedeniyle, bu kadınların çoğunluğu zaten doğum öncesi bakıma erişemiyordu; bu nedenle diyabet, yüksek tansiyon, anemi veya başka rahatsızlıkları olup olmadığını bilmenin herhangi bir yolu yok. Bilmenin bir yolu olsaydı bile, bunları tedavi etmenin bir yolu yok. Yeni doğan bebeklerin bir ay boyunca yıkanmaması üremeye dayalı şiddetin bir biçimidir. Prematüre bebekler tıbbi ekipman yokluğu nedeniyle ölüyor. Gazze’ye yönelik soykırım saldırısının 7 Ekim’den bu yana hız kazandığını ama bundan önce de onlarca yıldır devam ettiğini göz önüne alırsak, Filistin halkına yönelik cinsiyete dayalı şiddetin onlarca yıldır devam ettiğini ve buna rağmen tamamen yok sayıldığını söyleyebiliriz. Filistinli feministler bunun sayısız kanıtını sunuyor.
7 Ekim 2023’te rave partisine ve kibbutz’a düzenlenen saldırı sırasında bazı Hamas savaşçıları herhangi bir İsrailli kadına tecavüz etti mi? Şu ana kadar yazdıklarımın hiçbiri aksini iddia etmiyor. Buna rağmen, Filistinli feministlerin ve müttefiklerimizin karşısına çıkarılmaya devam eden soru, Siyonist uzmanların bizi “münferit birer olay değil, 7 Ekim’deki daha geniş çaplı cinsiyete dayalı şiddet örüntüsünün bir parçası” olduğu konusunda temin ettiği olaylardan neden gözümü kaçırdığımızdır. Biz cinsiyete dayalı şiddetten gözümüzü kaçırmıyoruz; soykırım amaçlı tecavüz iddialarının sansasyonel hale getirilmesinden uzak duruyoruz. Elden çıkarılabilir görülen halkları yok etme niyetindeki hükümetlerin resmi yalanları konusunda ilk elden uzun bir deneyime sahibiz ve bugün ortaya atılan asılsız iddialardan şüphe etmek için geçerli nedenlerimiz var. Ve Filistin halkının çektiği acıların aynı zamanda cinsiyete dayalı şiddet olduğunu savunduğumuz için ikincilleştirilmemize veya özür dilememize gerek yok, çünkü Siyonizm ırkçılıktır ve cinsiyet şiddeti -İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı cinsiyet şiddeti- ırkçılığın, sömürgeciliğin ve soykırımın ayrılmaz bir yönüdür.
Filistin
[i] Kibbutz İsrail’de geleneksel olarak tarıma dayalı tüm mülkiyetin ortak olduğu komün tarzı yaşayan topluluklara verilen isimdir. İsrail devletinin kuruluşunda önemli etkileri olmuştur. Zamanla çiftçiliğin yanı sıra imalat sanayisi ve yüksek teknolojili işletmeler de ekonomik aktiviteye dahil olmuştur. Kaynak: Wikipedia
Ana görsel fotoğraf: Shanaz Deen