Geçtiğimiz sonbaharda yayınlanan Karanlıkta Kanto kitabının yazarı Nis Tuğba Çelik ile yazma süreci, yazının cinsiyetle ve cinsiyetsizlikle olan ilişkisi, yas, dil, oyunbozanlık gibi pek çok tema etrafında öykülerini konuştuk.
Diyarbakır’da yağmurlu bir gün. Sokakta satıcı olan ve ortak noktaları geçim sıkıntısı, mutsuz evlilikler ve şiddet olan beş kadından birinin “Benim 8 çocuğum var kocamın dudağı dudağıma değmedi’’ demesiyle öpüşemeyen, el ele tutuşmayan bir kuşağın masasına konuk oluyoruz.
Zeynep Kayan’ın tekrar kavramı etrafında şekillenen “sandalye ile ikinci kez” başlıklı kişisel sergisi, sanatçının yakın zamanda Rijksakademie’deki misafir sanatçı programı sırasında ürettiği işlerini bir araya getiriyor. Sergide, sergiyle aynı adı taşıyan üç kanallı bir video yerleştirmesinin yanı sıra çamura bulanan iplerin tavandan sarkıtıldığı mekâna özgü bir yerleştirme, manipüle edilmiş veya prova görüntülerinden seçilmiş fotoğraf baskıları ve bir ilk olarak sanatçı tarafından kaleme alınmış bir şiir-hikâye yer alıyor. Bu yazıda, sergi vesilesiyle Kayan’ın sanat pratiğine ve son dönem üretimlerinde hareket ve performansın kazandığı yeni biçimlere eski ve yeni çalışmaları üzerinden bakmaya çalışacağım.
Bugün Medeni Kanun’u, tekil bir perspektiften, sadece çokeşlilik ve nafaka meselesiyle tartışıyoruz. Tartışmayı yürütürken, siyasal iktidarın kültürel kodlarının sesini çok sık duyuyor, medeni hakların bu toplumun kadınları için fazla ve bol olduğuna dair eksik ve yanlış anlatıya maruz kalıyoruz. Halbuki bakmamız gereken yer, bu hakları kazandığımız kadın mücadelesi olduğu kadar, bu hakların hiçbiri kayıt altında değilken ve devlet bütün kurum, kuruluş ve görevlileriyle kadınların üstüne gelirken dahi kadınların aynı haklar için verdikleri tekil mücadeleler.
Müzelere pek meraklı biri değilim. Cis-heteronormatif beyaz erkeğin sanat yapıtına karşı ilgisizliğim ve uçuk giriş ücretleri elbette bu durumun başlıca sebeplerinden. Oysa kapalı mekanların, yani giriş-çıkış kapısı olan yerlerin aksine sokak, üretimleriyle sizi bir anda yakalayabiliyor. Feminist bir yaşam sürmek kitabında Sara Ahmed’in söylediği gibi, eğer bir kapı varsa, kapı bekçilerinden de bahsedebiliriz. Bu açıdan grafitinin bekçisiz bir sanat olduğu kanısındayım. Grafitiye dair ilgimin yoğunlaşmasında Seyit Aytekin ile sohbetlerimiz etkili oldu.
“Hafıza sahası”ndaki mücadelede, bir müze, unutturmanın, silmenin enstrümanı olarak iş görürken bize düşen, onun sustuklarını tekrar tekrar söylemek: Bu coğrafyada sadece Türk anne ve çocuklar yok. Burada yaşamış, sürülmüş, zorla kaybettirilmiş, soykırıma uğramış, katledilmiş, planlı saldırılarla kovulup arkalarında kalan her şeye el konulmuş, yetim bırakılmış, kuyulara atılmış, yakılmış, köy meydanlarında kurşuna dizilmiş, kentlerin orta yerinde arkasından vurulmuş, tanklarla ezilmiş, cenazesi sokakta bekletilmiş, cenazesi buzdolabında saklanmak zorunda kalmış, kuşaklar boyu taşıdığı acıyla ve yine de diliyle, kültürüyle hâlâ var olma mücadelesi veren ve böylece yaşayacak anne ve çocuklar var.
İtiraf ediyorum, Mayıs 2023’teki yoğun seçim gündemini atlatabilmemi iki rapçiye borçluyum. Bunlardan biri Gazapizm, diğeri Harpya’ydı. O kadar yorucu, sinir bozucu ve öfkeli zamanlardı ki sadece rap dinleyip sokakta hızlı hızlı yürüyordum. Harpya epeydir tanıdığım ve tanımadan önce de müziğini çok sevdiğim biriydi. Öfkesi, öfkesini ifade ediş biçimini dinlemek bana epeydir çok keyfi veriyor.
Eat Your Catfish ALS hastalığı üzerinden aile içi krizlerin mizahi anlarına odaklanan, insana ve aileye dair bir hikâye anlatıyor.
“Erkek egemen sanat kanonunda kendine yer edinebilmek feminist mücadelenin ta kendisi.”
Feminist hareketin kendisi somut ya da kristalize bir şey değil. Değişir ve değişmesi de gerekir. Çünkü ihtiyaçlarımız, bakış açılarımız değişiyor. Toplum değişiyor.