Bir Beyoğlu yapısına bakıp zamanında kimlerin yaşadığını ya da nasıl bir dönemde yapıldığını hepimiz az çok merak etmişizdir. İlyas Özçakır’ın yönetmenliğindeki Büyük Zarifi Apartmanı dile gelip bize dününü ve bugününü anlatırken aslında hikâyenin ne kadar zamansız olduğunu da farkettiriyor.
Anlatamamak halinin bedende de bir karşılığı var. Bedenin hafızası var.
Ruh yittiğinde mi bürünülür maskeye? Yoksa ruhu örten, donduran, giderek yok eden şey midir maske? Ya da arkasında yarattığı sahicilik efektiyle beraber hakikatin kendisi mi?
Gösteri sanatlarını kadife koltuklarda izlenen ağır bir aktiviteden ziyade farklı bir çerçevede düşündürebilmeyi umuyoruz.
Sibil’in oyunlarında yaşam nasıl bir kurmacaya dönüşüyordu? Kadınların paylaşa paylaşa büyüttükleri, evlere sığmayan düşleri dünyayı karış karış nasıl dolaştırıyordu?
Duras, teatral söze dinsel ayinlerin kudretini taşımak istemiştir; bu sebeple, duanın, mutlak muhataba yönelirkenki sessizlik ethosunu benimser
Macbeth’in patriyarkal dünyasında erkeklik sadece Leydinin değil, Macbeth’in de sırtında taşımak zorunda olduğu ağır bir yük, “ödünç bir urba”dır.
Sokağa çıktığımda ne zamandır orada olan bir yerin, mekanın artık olmadığını veya büyük ölçekli yatırımlar tarafından ele geçirilerek değiştiğini, geride kendisini koruyabilen, kent belleğinde ve şimdide varolmayı sürdürebilen çok az yer kaldığını görüyorum.
Bir grup kadın ve non-binary oyuncu, Beckett’in erkek oyuncu kuralına sahnede yanıt veriyor.
Ebru Nihan Celkan: İnsanlar da kendi acılarından yola çıkarlarsa ve kendilerini oldukları gibi ifade etmeye başlarlarsa değişim olur.