Oscar’larda kazanan, yarışan adaylardan çok sanatçıların, yapımcıların, yönetmenlerin savaşa dair pozisyonunu merak ettiğimiz bu yıl, bana sorarsanız her yıl kadar bayık ve tahmin edilebilirdi.
“Benim işlerim, görebilmek için hafifçe ona doğru eğilmeyi ve yaklaşmayı gerektiriyor ki bence her canlı ve dünya o ilgili ve meraklı bakışı hak ediyor.”
Amacı dinlediği deneyimleri bir sanat eserine dönüştürmekten ziyade bu hikâyeleri unutmanın boşluğundan çekip çıkarmak ve görünür hale getirmek
Uzlaşma projeleri kurbanları medeniyete ve sükûnete davet eder, ortak acılar üzerine faille birlikte ağlaşabilmelerini, kimi zaman da şiddetle yüzleşebilmeyi geçici olarak bir kenara bırakma olgunluğu gösterip ekonomik ve siyasi ilişkileri öncelemesini bekler.
Hafıza ve hayallerimiz arasına bir ip gerer Emine Sevgi Özdamar.
Halide Edib’in 1920’lerdeki metinlerinde, Türk edebiyatının Türklüğünü tesis eden birçok başka yazarınkinde olduğu gibi yaldızlı büyük anlatının gerisinde yazının sildiğinin, örttüğünün, karaladığının okunmasını bekleyen bir şeyler var.
“Her şeyi gördüm” ile “hiçbir şey görmedim” arasında bir yerde durabilmenin olanaklarını araştırmak, bir hakikati işliyor olmanın etik-politik boyutlarını da düşünmek zorunda mı kalacağız?
Tanıklığın gerçekleşmesi için açıkça görünür – veya okunaklı – bir gerçeklik mi gerekir?
Meçhul Kız’ı ilk seyrettiğimde film bana ahlaki ya da politik doğruluğa yaslanmadan etik nasıl düşünülebilir sorusunun bir cevabını veriyor gibi gelmişti.
“Romanın babayla, suçun failiyle değil; anneyle, suçun tanığıyla yüzleşme romanı olduğunu söyleyebiliriz.”