Hikâyenizi anlatmanın ve anlattığınız hikâyenin kabul görmesinin, size inanılmasının insana verdiği duygusal boşalma ve güçlenme hissini, hele ki böyle hikâyelerin çokça görmezden gelindiği veya savuşturulduğu bir dünyada hafife almamak gerekir.
Tahmin ediyorum tacizci lise hocam bugünlerde Özgecan’la ilgili “duyarlı” paylaşımlarda bulunmuş, günlük konuşmalarda failleri sert söylemlerle kınamıştır.
Ablan, dışarıdaki tehlikelerden değil, senin arkadaşlarından korunmak zorunda kaldığı için akşam eve geç dönemiyor. Tecavüz senin aklında küçüklükten alıştırıldığın tek kale maç muhabbetlerindeki mecazlarla birlikte meşrulaşmaya başlıyor.
“Bir kere siz arkaya geçmeyecektiniz.” O cümleden sonraki hiçbir cümleyi dinlemiyorum. Arka dörtlü koltuğa geçmişse muavinin yanına geçmiş gibi olur, doğru olmaz gibi bir cevaptan bahsediyor annem.
Bunu nasıl yazacaksın bilmiyorum ama… Bir ses duydum, böyle ÇIP ÇIP ÇIP ÇIP ÇIP diye bir ses.
Böyle işliyor çark, utanması gereken sen değilken bir bakmışsın kıpkırmızısın, yer yarılsa da içine girsem diyorsun. Bir söz, varlığını istemediğin bir şekilde çekiyor mağarasına ve seni oracıkta mıhlıyor.
Haberlerimiz var! Bu Cumartesi’den itibaren iki ay kadar sürecek bir serginin parçasıyız. Yaptığımız iş hem kolektif hem hayli kişisel, bayağı da interaktif oldu. Yani “sergilenen” şeyleri karıştırmanızı istiyoruz.
Verilen soru önergesi ve kanun tekliflerinde kullanılan “kadın sığınağı” teriminin, her seferinde “konuk evi”ne çevrilerek geri dönmesi nedir sizce?
Her otobüse bindiğimde Uma Thurman’a dönüşüp Kill Bill misali katliam fantezileri kurmak yerine müzik dinleyerek camdan dışarı seyretmeyi çok isterdim. Ama pişkini ayrı, göstere göstere yapanı ayrı, usul usul elini sana değdireni ayrı, hepsini ayrı dövmek ve pişman etmek istiyorum.