Belki umut dolu bir karamsarlık en iyi şansımız – farklılıkların üstünde örgütlenmemizin nedeni bunun sorunlarımızı çözüme ulaştırması değil, fakat fiile dönüştürmeyi amaçladığımız görüşlerin herkesi kapsaması gerekiyor.
“Kendini bildi bileli kabuğunu arayanlara” ithaf ettiği kitabında Melisa Kesmez, okurlarını duvarları kayıplardan örülü, koridorlarında gitmeler serili, merdivenleri kalmalara inen, odaları hafızalara açılan bir eve davet ediyor.
“Eskiden onların ettiği laflara kızgınlığımı belli ederdim ama artık içten içe seviniyorum. Evet doğru ben bir erkek değilim! Erkekliğe bir nebze bile ait olmak istemiyorum.”
Napoli Romanları’nı okurken içime oturan tarifsiz hissin tarifini yine Ferrante vermişti: Frantumaglia.
Harper’s dergisinde yayınlanan bir mektup güçlülere yönelik eleştirileri ifade özgürlüğünü susturmakla karıştırıyor.
Nefret üreten söylemleri ifade özgürlüğü olarak sunan mekanizma nasıl işliyor?
Özneler kronik bir enfeksiyonla yaşamını sürdürmeye adapte olmanın yanı sıra, “HIV ile yaşayan biri” olarak sosyal hayatta yeni güçlüklerle yüzleşme zorunluluğuyla yükleniyor ve bu zahmetli sürece hiç gönüllü olmasa da, kendini komünitesinde yeniden var edebilmenin mücadelesi içinde bulabiliyor.
Kanto esasen İstanbul’a aittir. II. Abdülhamit döneminde, ekseriyetle Galata ve Kadıköy’deki müzikholler ve tuluat tiyatrolarında gelişmiştir. İlk yıldızları yoksul genç Rum ve Ermeni kadınlarıydı.
İstanbul Sözleşmesi, sadece Türkiye’nin cinsiyet eşitliği sicilini görmede değil, AKP ve Türkiye’nin geleceğini de öngörme konusunda kritik bir araç oldu.
iktidarın israil karşıtı retoriğine tepki duyanlar, israil/filistin çatışmasını ya laiklik/islamcılık çatışması üzerinden ya da kürt sorunuyla paralellik kurarak okuyor. ikisi de gerçeği anlamaktan uzak.