Bir barış anıtında bulunması zorunlu olan şeyi, savaşı unutulabilir kılan geçiciliği göstermek istiyordu Duras. Anmayı, hatırlamayla değil, unutuşun tekrarlarıyla mühürlüyordu.
Aslolan normları, diskurları ve “gerçek” İslamları çarpıştırmak değil hayatlarımızın ipini elimize almak ise daha az fıkıh konuşup daha çok kadınlık deneyimlerimizi konuşmamız gerekmez mi?
Estetik gibi bir meseleyi tamamen iyi ya da kötü olarak yaftalamak mümkün değil, ancak yetersizlik ya da güvensizliklerimiz üzerinden para kazanan sistemleri sorgulamak mümkün.
Mesela kişisel bakım kadınlar tarafından, erkekler tarafından yapıldığından daha fazla yapılıyorsa, bu bir eşitsizliğe işaret etmez mi?
Belki de çağlar boyunca sorun buydu. Keskin dilli, lanet olası şu zeki kadınlar.
Dile, görünürlüğe, festival geleneklerinin kapsayıcılığı merkeze alan düzenlemelere gitmesine, eşitliğin sadece dilde değil sektördeki anlaşmalarda, düzenlemelerde ele alınmasına ihtiyaç var.
Beni tanımlayan şeyi değiştirirseniz ben, ben olmaktan vazgeçer miyim? Yoksa ben, siz bana ne derseniz deyin, ben miyim?
Tanrı, insanı sizin karakterlerinizin suretinde yaratsaydı, gövdemizde en eski terkten kalma insan-benzeri bir delik olurdu.
Zamanı ve hafızayı bulup çıkaran bu üç film hem gerçekliği hem kurmacayı hem dünü hem de bugünü bir arada görebildiğimiz bir fotoğraf albümü gibi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi fabrikada, tarlada, tekstil atölyesinde ucuz işgücü olarak çalıştırılan kadınlarla buluşuyor ve yaşadıkları sorunlar dinliyor.