Kaşınıyor, akıyor, acıyor, renk değiştirerek tanınmaz hale geliyor ve bazen de kokuyordu.
“Gidin normal insanlar gibi birbirinizi kıçınızdan becerin!!”
Öznenin maruz bırakıldığı şiddeti, önce sessizlikle kendisine izah edip, sonra yüksek sesle dışarıya aktarabilecek raddeye gelmesinin ne kadar zor olduğunu, her ifşa süreci gibi DAF ifşası da gösterdi.
Sinema yazmaya devam edebilmemi sağlayan şeyin öncelikle birlikte düşündüğüm, birlikte konuştuğum, yazdığım, ilham aldığım kadınlar (ve elbette kendini mevcut erkek dilden sıyırmak için çaba sarf eden erkek yoldaşlar), onların dili, onlarla kurduğumuz dil olduğunu söylemem gerek.
Köşede oturanlara tepkiliyiz, çünkü kaçımız, sokakta kaç kadın, trans ya da eşcinsel bir erkek şiddete uğrarken kimselerin gelmediğine, sessizce köşeden izlediğine, kafasını çevirdiğine, bazen zincirleme trafik kazası ya da hafriyat makinesi izler gibi seyre daldığına defalarca tanıklık ettik.
Terk edildikleri için öldüren, bahane olarak kadını orospulukla, aldatmakla suçlayan erkekler ve canını kurtarmaya çalışan kadınlar arasında kaç yıllık fark olmalı?
Pankreasımda veya vücudumun başka bir yerinde de doku değişikliği fark edilebilirdi ve ben yine bedenimle ilgili sorun yaşardım muhtemelen, çünkü hastalık eşittir çaresizlik demek benim için. Ama seksle ilişkimi, ilişkilenme şeklimi, kadınlığımı(!) sorgulatmazdı hiçbiri.
Erkeklerin doğuştan sahip olduğu ve sadece erkek oldukları için sahip oldukları soyadı hakkı, kadınlara ancak eşlerinin soyadını da kullandıkları sürece tanınır.
Arkadaşımın erkek kardeşi evlenirken annesi ona yaklaşmış ve sesini alçaltarak 30’lu yaşlarındaki müstakbel gelinleri acaba yumurta dondurmayı düşünür mü diye sormuş.
Cuma fragmanları vesilesiyle, sinema yazmaya başlama deneyimim üzerine düşünürken galiba ilk kez net bir şekilde bu süreç kafamda kadınlar ve erkekler üzerinden kuruluyor ve çokça anlattığım tüm bu anekdotları ve izlenimleri ilk defa bu gözle görüyorum.