2018 yılında yine seçim öncesi açıklanan vaatlere baktığımızda, AKP’nin “Ev kadınları ve çalışan annelere erken emeklilik düzenlemeleri yapıyoruz” diyerek yıllardır haklarının teslim edilmesini bekleyen kadınların ağızlarına bir parmak bal çaldığını ama iktidarının devam ettiği yıllarda bu konuda yine hiçbir şey yapmadığını görüyoruz.
Tüm canlıların aynı anda tüm zamanlar ve hiyerarşiler dışında bir araya gelebildikleri tek alan mahşer alanıdır. Aslında hayalini kurduğumuz radikal demokrasinin de, yüzleşmelerin de sanki tek alanı ne yazık ki.
Ailenin dayanıklılığı, çocukların psikolojik bakımı “kahramanlık” görevine çağrılan annenin üzerine yıkılırken, bir yandan da bu kahramanlık doğallaştırılarak kadının tüm emeği yok sayılıyor. Ona biçilen rol görünmez kahramanlık…
Her katre ki yere düşer, tohumdur, ondan yeni kinler canlanır. Başkoca keşmekeşin simsarıdır. Her sabah taze kinler eker, akşama felaketler biçer; şöyle ki tebaası boş kalmaya, daima can derdine düşe.
Kadınların çoğu zaten üstlenmiş oldukları ev içi bakımına bir de bu bakımı olağanüstü koşullarda, çadırlarda, su ve yeterli temizlik malzemesinin yokluğunda devam etmek durumunda.
Devrimin yerini muhafazakâr, milliyetçi bir projeye bırakması, aşağıdan yukarıya öz-güçlenmeyi ve kolektif tartışma pratiklerini sona erdirmekle kalmadı, aynı zamanda bunları neredeyse bir kez daha politik olarak tahayyül edilemez hale getirircesine sildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Kızılcık Şerbeti’nin ilk bölüm fragmanını izlediğimde bu karşılıklı nefret söyleminin yeniden üretileceğini sanıyor ve dizinin, kadın hareketinin yıllardır buna karşı verdiği mücadeleyi hiçe saymasından korkuyordum. Yanılmışım.
Odysseus artık bir kere çıkmıştır evinden. Bir kere gittiğiniz zaman artık dönseniz bulamayabilir, dönseniz de aynı insan olmayabilirsiniz. Anne babanızın birer ölümlü olduğunu fark etmişsinizdir artık.
Şu anda dünyanın dört bir yanında gördüğümüz otokrat politikaların hepsi de yüzü geçmişe dönük politikalar. Putin’in geçmişteki “büyük Rusya”ya dönüş çağrısı böyle sözgelimi. Onun Ukrayna’daki savaşının aşırı LGBT-karşıtı retoriğiyle nasıl ayrılmaz biçimde el ele gittiğine dikkat edin.
Biz de bir çeşit lezbiyenlik çeşnisi katılıp edilmiş bir metoo filmi izlemiş oluyoruz: zampara lezbiyen orkestra şefinin pek de hazin olmayan sonu.