Batılı yasaların köksüz olduğuna, Medeni Kanun’un bu topluma yabancı olduğuna, İstanbul Sözleşmesi’nin yerli olmadığına dair kurulan o anlatı, henüz en başından çatlamaya mahkumdur.
Bugün Medeni Kanun’u, tekil bir perspektiften, sadece çokeşlilik ve nafaka meselesiyle tartışıyoruz. Tartışmayı yürütürken, siyasal iktidarın kültürel kodlarının sesini çok sık duyuyor, medeni hakların bu toplumun kadınları için fazla ve bol olduğuna dair eksik ve yanlış anlatıya maruz kalıyoruz. Halbuki bakmamız gereken yer, bu hakları kazandığımız kadın mücadelesi olduğu kadar, bu hakların hiçbiri kayıt altında değilken ve devlet bütün kurum, kuruluş ve görevlileriyle kadınların üstüne gelirken dahi kadınların aynı haklar için verdikleri tekil mücadeleler.
Yaptığım şey edebiyata, edebiyat metinlerine kulak vererek çalışmanın yöntemini şekillendirmek oldu. Kadınların hikâyelerinin bana bir yol çizmesini istedim.
Feminizmi özcü bir kavram olarak değil bir yöntem olarak ele almak dünya tahayyüllümüzü nasıl değiştirir?
Müfide Muzaffer, 1932 yılında iş hayatının kadın tabiyatında yarattığı deformasyonu anlatıyor.