Gezi, işgal, nöbet gibi eylem repertuarları, eylem alanlarında örgütlenen gündelik yaşantıyla farklı bir mekânsallık oluşturuyor. Özel ve kamusal ayrımının yok edildiği kolektif bir “yuva”ya dönüşüyor.
Bizim tüm hayvanlar olarak birlikte kazanmaya ihtiyacımız var, kimsenin üstüne basmadan, ezmeden, dilimizde aşağılamadan. Bu da birlikte yaşayabilmek anlamına geliyor. Biz bunu Gezi’de deneyimledik.
Beyoğlu kent hakkı için mücadele edilmesi gereken bir ortak alan değil, sahip olunacak, “geri kazanılacak” bir ganimet adeta. Bitmek bilmeyen bir ideolojik savaşın ortasında sürekli oradan oraya savrulan bir pinpon topu.
her kadın feminizmin derdi, her erkek feminizmin hedefi. ama bu, politik kimlikleri yok saymak anlamına gelmiyor. her kadının yanında olmak her kadınla yan yana durmak anlamına gelmiyor.
“Ve sonsuz sevinç taşıyan bir çığlıktır / Bir suyun bir başka suya karışması”
Ağaçları, bankları, heykelleri sokakları iplerle oya gibi işleyen bir mücadele, direniş biçimi: “Yarnstorming,” yani ipliklemek.
Bir gece Beyoğlu’ndaki eski bir apartman katında bir oyun izledim. Simge Günsan ve Didem Kırış’tan. Sirk çalışanı olmuşlar, Jeanne d’Arc’ın hikayesini anlatıyorlar: Circus d’Arc. Didem hiçbir grubun adına sığınmadan sadece oyuncu kalacağım, diyor. Simge ise gönlünce Türk usulü omlet yapabilmek için Avustralya’ya gidiyor.
“Gezi Parkı protestoları şüphesiz Türkiye’nin vatandaş haberciliğiyle bugüne kadarki en büyük imtihanıydı.”
En büyük komplo, komplo teorilerine inanmak olabilir mi?