Odysseus artık bir kere çıkmıştır evinden. Bir kere gittiğiniz zaman artık dönseniz bulamayabilir, dönseniz de aynı insan olmayabilirsiniz. Anne babanızın birer ölümlü olduğunu fark etmişsinizdir artık.
Heteronormatif kültürel alanın şekillenişinde ev, sanki hiçbir eksiği yokmuşçasına ele alınıyor. Anarchitectural performanslarsa orada olmayana, ortadan kaldırılana, noksan olana –kalanı ebedi göstermek adına yok edilmiş, silinmiş ya da karartılmış olana- ihtimam etme hususunda ısrarcı.
“Hayatım boyunca, ara ara herkesten , her şeyden kaçma düşü kurmama rağmen evden ilk ve tek kaçışım sekiz yaşımdayken olmuştu.”
O kadar da körelmiş sayılmam diyorum kendi kendime. Çünkü tam da köreldiğim yerden kendimi açmamın mümkün olduğunu hatırlatıyorlar bana.
Yeni Türkiye sinemasında kadın yönetmenler eve nereden bakıyorlar? Cehennemin içerisinde yine de nefes aldırtan yeni ev tahayyülleri kuruyorlar mı?
Kürdistan’da sineklerin insanlardan daha iyi durumda olduğu şeyler yaşandı. Ama bunu öylece anlatamadım.
Zamanı ve hafızayı bulup çıkaran bu üç film hem gerçekliği hem kurmacayı hem dünü hem de bugünü bir arada görebildiğimiz bir fotoğraf albümü gibi.
“Kendini bildi bileli kabuğunu arayanlara” ithaf ettiği kitabında Melisa Kesmez, okurlarını duvarları kayıplardan örülü, koridorlarında gitmeler serili, merdivenleri kalmalara inen, odaları hafızalara açılan bir eve davet ediyor.
Hafızamda önemli bir yerdeki o mutfak mekanının yeri neresiydi ve nerelerden geçip bugünkü yerini buldu?
İnsan doğup büyüdüğü yeri tanıyamazsa ne olur?