Cadıların çağırdığı karanlık, Macbethler’inkinin aksine, kozmosun biçimlerinin içinde kaynadığı kazandan, karanlık maddeden başka bir şey değil.
Trans olmanın, lezbiyen olmanın, ikili cinsiyet kurgusunun dışında olmanın, kadın olmanın, göçmen olmanın getirdiği yükleri taşıyan hikayeler.
Macbeth’in patriyarkal dünyasında erkeklik sadece Leydinin değil, Macbeth’in de sırtında taşımak zorunda olduğu ağır bir yük, “ödünç bir urba”dır.
Shakespeare’de cadılık olarak sanat dünyanın hiçbir yere kaybolmayan büyüsüne yeniden kıymetle açılması için duyularımıza yapılan bir yeniden diriltme büyüsüdür.
Arendt’in “korkunç olanın sadece saçma değil, düpedüz komik de olabileceğini anlayacak kadar aklı başında” olmak gerektiğini yazdığı zamandan yarım yüzyıl sonra…
Alef, transların inşa ettiği değişimi tek bir yumruk darbesiyle yere sermekten, dünyanın translarla ilgili algısını, bildiklerini, tekrarlamaktan çekinmiyor. Ne uğruna?
Birine bir şey bahşetmeden, onun talebini, zevklerini, acısını ya da kaybını, her ne ise ele geçirmeden, onun başkalığını yiyip yutmadan, onunla birlikte…
Jeanne pişirir, temizler, alışverişe gider.