Zorabad cezasız kalanların yurdu, aziz ve müebbed vatanıdır.
Dil, altında fokur fokur kaynayan kozmik ayrımsızlığın titreşimini de, bu ayrımsızlık karşısında duyulan ilkel dehşeti de, bu dehşeti ehlileştirmeye yönelik yasa-mantık koyucu buyruğu da bağrında taşıyor.
Sözler şişip kabarır ama, çürük meyveler gibi özleri boşalmıştır.
Başkoca Zorabad’ı alıp kendi şanına layık boz bir kabre döndürdü.
Zorabad’ın dili tektir, Başkoca da çobanıdır. O dilin fartı furtu, eğlencesi olmaz. Katı eril, buyurgandır. Ötesi berisi muhkemdir, saklısı gayrısı, hayreti aykırısı yoktur.
Bu sefer Zorabad’ın mutlak hakiminden, kudretini gölgelerden devşiren, dönüşümlerin atası ve en dönüşken Başkoca’dan söz edelim.
Sizlere hünerli Ovidius’un görmediği, ömrünün vefa edip de yetişemediği kıymetli ve yalnız bir ülkeden söz etmek isterim. Ustaya özenip hikayenin ipliğini efsanelerden günümüze doğru çekelim. İşte Zorabad’ın vasıfları.
Aynı hikâye 2000 yıl boyunca kendini nasıl tekrarlar?