Bugün Medeni Kanun’u, tekil bir perspektiften, sadece çokeşlilik ve nafaka meselesiyle tartışıyoruz. Tartışmayı yürütürken, siyasal iktidarın kültürel kodlarının sesini çok sık duyuyor, medeni hakların bu toplumun kadınları için fazla ve bol olduğuna dair eksik ve yanlış anlatıya maruz kalıyoruz. Halbuki bakmamız gereken yer, bu hakları kazandığımız kadın mücadelesi olduğu kadar, bu hakların hiçbiri kayıt altında değilken ve devlet bütün kurum, kuruluş ve görevlileriyle kadınların üstüne gelirken dahi kadınların aynı haklar için verdikleri tekil mücadeleler.
Medeni Kanun’u bir miladi eşik değil, mücadele eşiği olarak tanımamız gerekiyor.
İran’da kadınların öncülük ettiği bu mücadele yalnızca teokratik, baskıcı ve şedit bir rejimi yerinden etmenin yeterli olmadığını; çarpık bir din anlayışı ve yorumunun da içini oymamız gerektiğini gösteriyor.
Lingui’nin karakterleriyle kurduğu bağ onların hikâyelerini ince bir hassasiyetle dinleyişinde temelleniyor.
Yeni muhafazakarlıkta Türkiye model ülke mi? Yunanistan bizi mi takip ediyor?
Dünyanın farklı yerlerindeki mümin kadınların kendilerine ait bir cami için verdikleri mücadeleler…
Çin’de kadın camilerini kuran kadınlar, saflarını kendileri inşa ettiler, önü arkası yok. O eski saflardan iki yüz yıldır eser yok, her iki anlamda.
Söz konusu olan, geçmişi methetmek değil, şimdiki zamanda bir iktidar aracı olarak camide ulusu, millet biçiminde yeniden inşa etmek.
“Cuma namazı kadınlara farz değil, öncelik erkeklerindir” kanaati nereden geliyor, nasıl işliyor?
Kadını fitneyle özdeşleştiren İslam literatürüne ve toplumsal hafızaya bir bakış.