Kuşaklararası kapalı kapıların, örtük perdelerin bir adım ötesinde, içine kapalı ailenin dışına karşı örülen duvarlar var bir de. ‘Aile sırrı’ denen şeyler esas bu ailenin dışarıyla ilişkisinde geçirgen olmayı reddeden yapısından kaynaklanıyor.
Ernaux’yu okurken elle tutulur bir aile albümümüz olmadığı için kaybettiğimiz görüntüler daha fazla mı acaba diye düşünüyorum.
Ailenin yüzüne kara sürdüğü düşünülen kadın ailesini kaybediyor. Ailenin yüz karası olmak için bile (cis) erkek olmak gerekiyor.
“Birazdan anlatacaklarımı uydurmadığıma yemin edebilirim ama uç uca birleştirdiğim şeylerin anlamları, yoğunlukları yaşayanların deneyimlerinden bambaşka olabilir.”
Çok talepkâr bir tarafı var ailenin küçük büyük herkesin üstüne yüklediği bedensel bakım emeğinin. Ebeveyn bebeği büyütüyor, evlatsa ebeveynine veda ediyor bu döngüde.
Aile hayatı bizim yaptıklarımızı normalleştirirken (ve hatta idealleştirirken), diğer tercihleri, diğer var oluşları yadırgatıyor, yabancılaştırıyor.
İçine doğduğumuz aile kader olmak zorunda değil, hatta özünde geçici.
“Kafkaesk tabir ettiğimiz, üstümüze karabasan gibi çöken labirentler, sadece sosyolojik yapılar ya da siyasal rejimlerin dayattığı hapisler değildir. Aile de bir çeşit kafkaesk kafes yaratır benliğimiz üzerinde.”
Babamın ölümünün evimizde ortaya çıkardığı yeni yaşam modeli.
Müfide Muzaffer, 1932 yılında iş hayatının kadın tabiyatında yarattığı deformasyonu anlatıyor.