Bir sahne sanatları türü olarak sosyal clownların deprem bölgesinde yürüttükleri çalışmaları ve sanatın zor zamanlardaki birleştirici, dönüştürücü gücü üzerine söyleştik.
Kadınların çoğu zaten üstlenmiş oldukları ev içi bakımına bir de bu bakımı olağanüstü koşullarda, çadırlarda, su ve yeterli temizlik malzemesinin yokluğunda devam etmek durumunda.
Bu konuda söylenecek bir şey varsa söyleyecek ben değilim. Diğer yandan, İstanbul’da duran biri olarak seyrettiklerimden, duyduklarımdan, işittiklerimden sürekli notlar alıyordum.
Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz. Bilinmelidir ki her birimiz bu mücadelenin böylesi sistematik bir şekilde baltalanmaya ve yok sayılmaya çalışıldığı yerde yine alanlarda olmaya, haklarımızı dile getirmeye ve sözümüzü söylemeye devam edeceğiz.
LGBTİ+ ve göçmen olmak iki belalı kesişim kümesinin ortasında olmak demek: İkisi de görünürsen, duyulursan, “alıktırırsan” şiddete, aşağılanmaya, küçümsenmeye maruz bırakılabilirsin demek. Kriz anlarında gözden çıkarılabilir, göze battığın kadar görmezden de gelinebilirsin demek.
Halklar, kültürler ve içinde boy attıkları canlı doğa için ölümün olağanlığı ile devletli piyasanın hayat ve ölüm üzerindeki olağanüstü yetkilerini bir arada ören bu olağanüstülük retoriği de yine öteden beri olduğu gibi, rejimin gayri-mistik somut kaynağı halkın (demos) gücünden duyduğu derin korkuyu mistik bir korku olarak halka geri yansıtma işlevi görüyor. En azından “plan” bu.