Çeşitli yazarlar Sırça Fanus'un kendileri için ne ifade ettiğini yazmışlar...

YAZI

Sylvia Plath’in Ölümünün 50. Yılı Üzerine…

Sylvia Plath’in ölümünün ellinci yılı dolayısıyla Guardian yazarlara Plath, şiirleri ve Sırça Fanus romanının kendilerine ne ifade ettiğini sormuş, bazılarını çevirdim:

Lena Dunham

 

Lena Dunham

 

Üniversite hayatımın büyük bölümünde ilgim “kendi hayatından beslenen kadın şairler” üzerineydi, özellikle de intihar etmiş olanlar. Ben her ne kadar kendimi inatla “huzursuz fakat depresyonda değil” sınıfına soksam da, koşulsuz ve gerçek bir sinir krizinin eşiğinde duran kadınlara karşı büyük bir çekim hisediyordum. Sylvia Plath’i aşağı çeken sıkıntıları (çocuk büyütme, evlilik sorunları, acı Londra soğuğu) ancak hayal edebiliyordum, ama eserlerinin benim hayatımda normalleştirici bir etkisi oldu. Plath’in şiir ve düz yazılarında dili kullanışı, ritmi, kızgınlığı ve duyguları bir sürü anlamını bilmediğim kelimeye zerk edişi ya derse giderken, ya sabahın dördünde uyuyakalmak üzereyken kafamda çınladı durdu.

 

Son sınıfta bir ödev için Plath’in hayatı üzerine, bilgi yarışması biçiminde bir peformans çalışması yaptım (“Ted Hughes Sylvia Plath’i aldattı: Doğru mu, Yanlış mı?”) ve 20. yüzyıl şiiri dersimin final ödevi için Plath şiirlerini Alanis Morisette’le karşılaştırdım (“Kızgın kadınlar: Alanis ve Sylvia karşı karşıya”). Bir parti ortamında Sylvia Plath’in “Sıska İnsanlar” şiirini okuduğu ses kaydı Ipod’umun “rastgele” seçeneğinde çalmaya başladığı zaman, mutlaka ani bir sessizlik olurdu.

 

Plath başka bir zamanda doğsaydı kurtarılabilir miydi diye merak ediyorum: Mesela psikofarmakoloji ilaçlarını almanın ancak bir kuaför ziyareti kadar utanç verici olduğu, kadınların kendilerine zarar vermek ve kötü bir anne olmak üzerine beğenilen kişisel makaleler yazdığı, ve “orospu” kelimesine sahip çıktığı bir zamanda. Acaba Plath “riot grrl” olup kızgın bir feminist anlayışına mı sahip çıkardı? Xanax bağımlılığı mı olurdu? Slate’te blog yazarlığı mı yapardı? Benim gibi internette rahat bir kafe ortamı bulup kendisini ve yaşadıklarını anlayan, olumlayan insanlarla iletişime geçer miydi? Eleştirmenlerin onayına daha az ihtiyaç duyup kitabının dünyadaki kırık ruhlu, kısa kahküllü kızların üzerindeki olumlu etkisini farkedebilir miydi? Yoksa o çeşit bir iletişim, amansız ve imlası bozuk nefret dolu mesajlara ulaşım onu daha çok mu çıldırtırdı?

 

Çoğu huzursuz bir geçmişe sahip, üstelik bunu açıkça ve gayet komik ifade edebilen kadınlardan oluşan Twitter takipçilerime Sırça Fanus hakkında 140 karakter yazmalarını rica ettim ve romanın kendileri için ne ifade ettiğini sordum.

 

Takipçilerimden bir tanesi “Elimdeki kopyanın bütün sayfaları koptu, kitap resmen umudunu kaybetti ve kendinden vazgeçti,” dedi “Bunun ne kadar ironik olduğunun da farkındayım”

 

“Okulun son senesinden hemen önce okudum ve o kadar çok sevdim ki ben de deliriyorum zannettim. Emin olmak için üç gün yataktan çıkmadım”

 

En sevdiğim yorum, basit bir “Bana kendimi daha az yalnız hissettirdi” oldu. Çünkü Sırça Fanus bana da aynısını hissettirmişti ve bence sanat tam da bunun için var. Sylvia hepimiz gibiydi. Yalnızca kendisinin okuyacak bir Sırça Fanus’u yoktu.

 

Sharon Olds

 

Sharon Olds

 

Sırça Fanus’u düşündüğüm zaman, büyüdüğüm evin bodrum katı gözümün önüne geliyor – kalorifer kazanı, kazanın arkasındaki alan (toz, pas ve kirden oluşma bir duvar – bodrum katında dünyanın ta kendisi). Kitaptaki çaresizlik yaşadığımı hatırladığım herhangi bir duyguya benzemiyordu, ama Sırça Fanus’u okurken aklımın gözü romanı kendi evimin o bölümüne yerleştirivermişti işte.

 

Sylvia Plath’i düşündüğüm zaman ise bilgisine, diline, zekasına, ahenk ve müziğine hayranlık duyuyorum – saf yeteneğine, o yeteneğin gardiyanı, sahibi ve kölesi olarak bir şeyler ortaya çıkarmak için sarfettiği çabaya da.

 

Kendi hayatını sonlandıranların çektiği acı bazımızın hayal dahi edemeyeceği türden bir şey gibi geliyor bana – korkutucu ve yürek yakıcı bir düşünce, yaşadıkları ruh sancısı bazılarımızın yaşadığı herhangi bir şeyden ne kadar daha ağır olmalı. 31 yaşlarımda ve çocuklarım da belki beş ve iki yaşlarındayken bir gün komşumun kapımı çaldığını hatırlıyorum. “Anne Sexton ölmüş – O da aynısını yapmış,” gibilerinden bir şey demişti ve bir dünyanın zemini altımızdan o an kayıp gidivermiş, düşmüş, düşmüştü. Birbirimize bakarak bir süre durmuştuk. O dönem Muriel Rukeyser, Gwendolyn Brooks ve Ruth Stone okuyordum. Plath’in dehası ve acısından biraz ürküyordum. Epeyce yazmaya başlamıştım – İlk kitabım ben 37 yaşındayken çıkacaktı. Plath ve bir çok kadının kaderinden korktuğumdan kendisinin şiirlerinden uzak durduysam da, Plath’e borcum sonsuz: ben yetişkin hayatımın şiirlerini yazarken onun keskinliği, orijinalliği, ve ailevi tutkuları temsil etme biçimi çoktan oradaydılar.

 

New York Üniversitesi’ndeki öğrencilerim Plath’in eserlerine bayılıyorlar. Onlara bakarken öldüğünde Plath’in yalnızca otuz yaşında olduğunu hatırlıyorum. Öğrencilerime içlerinde onlara kötü şeyler söyleyen sesler varsa bu seslere cevap yetiştirmelerini öğütlüyorum. Onların hayatının hepimiz için bir hazine olduğunu, vitaminlerini mutlaka almalarını söylüyorum.

 

Jennifer Egan

 

Jennifer Egan

 

Sırça Fanus’u ilkgençliğimde okudum ve büyülendim. O zamana kadar kendi kafamdakine bu kadar yakın bir anlatıcı sesiyle karşılaşmamıştım: kendinden şüphe duyan, uçucu, budala ve melodramatik. Plath ve ben birbirimize çok benziyorduk, bundan emindim, fakat Sırça Fanus’a dair bende kalan his, romandaki anlatıcının bastırılamaz coşkusu oldu. Acısı ve gelecek olan trajedinin işaretleri bende daha az yer etti.

 

Plath’e karşı aynı yakınlığı bir kaç sene sonra Cambridge’deki ilk yıllarında, Ted Hughes’la tanıştığı zaman tuttuğu günlükleri okurken de hissettim. Bu dönem Plath’in kendi kendini köpürten yüksek ve alçaklarının katıksız bir dehşete pekala dönüşebileceğini anlayacak kadar olgundum, fakat gene de bu taşkınlık ve arkasından gelecek olanın arasındaki apaçık bağlantıyı göremedim. Sylvia Plath’in yaşamının bende yarattığı kafa karışıklığının ilk romanım The Invisible Circus‘a kısmen ilham kaynağı olmuş olabileceğine ancak şimdi ayıyorum. The Insivible Circus‘ta genç bir kız ablasının intiharının gizemini çözmeye çalışıyor: kendini bir yamaçtan aşağı atan hayat dolu, karizmatik bir kız. Romanımın anlatıcısı Phoebe, hatırladığı hayat dolu ablasıyla anlaşılmaz sonunun arasındaki bağı çözebilmek için evden kaçıyor.

 

Jeanette Winterson

 

Jeanette Winterson

 

1960’ların ilk yılları kadınlar için korkunç bir dönemdi. Akıllı, hırslı kadınlar için daha da korkunç. 1963’te Valium iki senedir piyasadaydı ve gayet sağlıklı kadınlara umutsuzluk, kapana kısılmışlık duygularını unutturmak için pazarlanmaya çoktan başlamıştı bile. Bahsettiğimiz, Sırça Fanus’u çevreleyen dünya.

 

Sırça Fanus, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi romanının uzun bir yasaktan sonra Amerika’da tekrar basıldığı dönemde piyasaya çıktı. Bu kadın düşmanı bokyapıt genelevin yarısını konuk eder. Bütün kadınlar sadece seks için vardır. Zengin kadınlar para için. Fakir kadınlar ise ev işi. Böyle bir dünyada bir kadın neden kafayı yemesin? Plath kadar yetenekli bir kadın neden intiharla sonuçlanacak dipsiz bir depresyona girmesin? İlaçlar dünyayı değiştirmez. Feminizm değiştirdi ama.

 

Sırça Fanus bir hareket çağrısıydı çünkü umutsuzluğun gün gün tutulmuş bir kaydıydı.

 

Plath çok yetenekliydi. Çok büyük olabilirdi. Yanlış kuşak. Yanlış ilaç.

 


 
Bir yazıda bu kadar yetenekli bir sürü yazarı birden çevirmek her yiğidonun harcı değil, yaptığım işten çok memnun kalmadım (daha iyisini isterseniz bir Pulitzer’inizi alırım). Sırça Fanus’u okuduğum günü ben de tabii ki çok iyi hatırlıyorum. Lise birdeydim. Bugüne dek kitaptan aklımda en çok kalan kısım ise çok garip ama, şu: Bir masanın etrafında toplaşmış kızların ana karakter Esther’in kürk yakasına sonsuz iltifat etmeleri, bu muhabbetin Esther’in sadece canını sıkması. Kürk yaka muhabbetinin onu resmen boğması. Güzel kürk yakası ve uzun boyundan, Esther’in, sonsuz sıkılması. Bunu hemen kendime uyarlayıp kıyafetlere olan ilgimin ölmediğini, dolayısıyla canımın o kadar da sıkkın olmadığını düşünüp rahatladığımı hatırlıyorum. İlerde canım gerçekten, Esther’inki gibi tehlikeli biçimde sıkılırsa kıyafet ve aksesuarlardan hiç zevk almayacaktım demek, işte o gün mahvolacaktım. Bu hala kafamın bir yerlerine çakılı kalmış bir düşünce, mini bir klinik depresyon testi. Sırça Fanus, işte o kadar güzel.

 

Peki Sırça Fanus sizin için ne ifade ediyor? Yorumlarda buluşalım.

 

Kaynak

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Lif is Lif
Aaron Taylor Johnson
Neşeli Günler, Mix

Pin It on Pinterest