Şule Çet cinayetinin 6 Şubat duruşmasında konuşulanlardan sosyal medya sayesinde an be an haberdar olduk. Sanık avukatları ve hakimin sorduğu sorular bizi dehşete düşürdü. Hala şaşırabiliyor olmamızı çok iyi bir şey olarak alıyorum. Bu sorulara çok ama çok şaşırmalıyız. Tecavüz edilip 20. kattan aşağı atılmış bir kadının, Şule Çet’in bedeninin mahkeme salonunda bir defa daha bu sefer sözle, hukuk diliyle, ‘savunma’ adı altında didik didik edilmesi, ‘eski zar yırtıkları’ndan bahsedilmesi mesela, biraz haysiyet sahibi herhangi bir insanın midesini safrayla dışarı çıkaracak türden bir taciz. Şule’nin tırnaklarındaki, sanıklardan birine ait DNA örneklerinin halay çekerken olmuş olabileceği savı, psikolojik sorunları olduğu ve keyfi yerindeyken bir anda intihara kalkmış olduğu iddiasının üstüne bir de hakimin Şule’nin evine erkek girip çıkar mıydı diye sorması akıl, izan, ahlaka dair ne varsa Şule’nin yere çakılan bedeni gibi bizi de topluca yere çaktı.
Duruşmadan aklımdan çıkmayan 2 ayrıntı var. Birincisi, güvenlik görevlilerinin bir gümleme sesi duyduğunu, bomba patladığını sanması. Sanık Berk Akand şöyle anlatıyor: “Asansörden inince güvenlikleri gördüm, buradan bir kız geçti mi dedim? Evet geçti demelerini çok istedim. Onlar da bana bir patlama sesi duydunuz mu diye sordular. Ben de ne patlaması dedim?” Şule Çet’in bedeninden çıkan ses, sadece Çağatay Aksu’nun değil, sanık avukatlarının, hakimin, Nevin Yıldırım’a tecavüz eden adamın, Nevin’i mahkum eden hakimin ve onlardan önce gelmiş geçmiş, failleri değil de mağduru, maktulü bir kere de devlet makamında yargılayan, taciz eden onlarca yüzlerce avukat, savcı, hakimin yere çakılışının sesi. Bu hunhar erkekliğe her gün maruz kalan, tanıklık eden bizlerin paramparça oluşunun sesi. Evet, bir bomba patladı. Gümleyen bizdik. O bomba her gün patlıyor. Herkes ona münferit, olağandışı muamelesi yapmaya çalışsa dahi o bomba her gün evde, işte, sokakta, minibüste, otobüste patlıyor. O duruşma salonlarında hep yanlış kablo kesiliyor.
Dünden aklımda kalan ikinci olaysa, Şule’nin babasının ‘o benim kızım, kızım!’ yakarışları üstüne sanık yakınlarından birinin ‘o kızın o saatte neden orada olduğunu soracaksın’ diye bağırması. Bir suç varsa, o da babasınınmış, kızının tecavüz edilmesinin, öldürülmesinin suçlusu babasıymış gibi bu soru emrini hepimizin üstüne tükürmesi. Bu soru-emir sadece maktulü faile dönüştüren, maktulü yargılayan bir silah değil. Şule’yi yası tutulmaya değmez bir kadın olarak ilan eden bir zehir. ‘Kızım’ diye yas tutamazsın, kızın yas tutulmayı hak etmiyor, diyor. Bir babanın yasını, bizim yasımızı gayrı meşru kılmaya çalışıyor. Bunun devlet makamında bir karşılığı olduğunu biliyor. Aklıma Özgecan Aslan geldi. Bir yürekmişçesine sahip çıkılan Özgecan’ın korkunç katlinin her detayı onu daha da masum ve namuslu kılıyor, tepki büyüyordu. Çoğunluk tarafından yası tutulabilir ilan edilen nadir kadın cinayeti kurbanlarından biriydi. Zaten bu nadir olma durumu failleri de rahatça ‘canavar’ kategorisine sokmuştu ya.
Ölülerimizi yarıştıran, yasımızı parçalamaya, bizden çalmaya cüret eden erkek adaletin hükmünü biz çoktan verdik. Ne Özgecan’ın cinayeti münferit ne de katilleri cani, canavar ve olağandışı. Ne Şule’nin katli meşru, ne de katilleri şuursuz, züppe veya mazur görülebilir. Siz failler her yerdesiniz. Komşu, bakkal, minibüs şoförü, patron, müdür, iş arkadaşı, muavin, profesör, psikolog, baba, amca, abi…her meslekten, her gelir düzeyinden, her eğitim durumundan, her mahalleden, her evdensiniz. Cani değilsiniz; büyük erkeklik kurgusuyla büyümüş, tacizin, tecavüzün ne olduğunu, uygulamasını, ne işe yarayabileceğini daha küçük yaştan izlemiş, öğrenmiş, erkeklik ayrıcalıklarınızı bir gün dahi sorgulamamış erkeklersiniz. Cani değilsiniz, şeytan değilsiniz, tanrı hiç değilsiniz; sıradan erkeklersiniz işte. Harcamaktan gayrı bir şey bilmeyen ciğersiz adamlar. Teker teker hesap vereceksiniz. Bugün değilse yarın, öyle ya da böyle hesabını verecek, dahası bu erkeklik kurgusundan çıkmayı öğreneceksiniz. Ya öğreneceksiniz ya da çaldığınız yaşamların karşılığında doğduğunuza, soluduğunuz havaya pişman edileceksiniz.
Şule, Nevin, Güldünya, Çilem, Özgecan, Yasemin ve adını dahi duymadığımız onlarcası, yüzlercesi bizim onurumuzdur, canımızdan candır. Siz kimsiniz? Küçülebilen bir şeyden ibaret misiniz?
Ana görsel: Georgia O’Keeffe, Karanlık Yer 1944.