Takuhi Tovmasyan geride kalan sözün, mırıldanan sesin ve sağaltan lezzetin sırrına okuyucusunu ortak ediyor.

TARİH

Söz, Ses, Tat.

Takuhi Tovmasyan’ın kitabı Sofranız Şen Olsun: Ninelerimin Mutfağından Damağımda, Aklımda Kalanlar, Aras Yayıncılık kataloğunda “yemek-anı” olarak yer alıyor. Bir yemek kitabı olarak değerlendirildiğinde, kitap otuzdan fazla tarifi bir araya getiren müthiş bir derleme. Kullanılacak malzeme miktarı, pişirme süresi gibi teknik detaylara gösterilen hassasiyet açısından da kusursuz bir kitap. Okuru içine çeken atmosferi, hemen yakınlık duyulan karakterleri ve paha biçilmez (kayıp) geçmiş tasviriyle, Sofranız Şen Olsun bir anı kitabı olarak da olağanüstü başarılı. Ama bana sorarsanız, Sofranız Şen Olsun aslında ne sadece bir yemek ne de sadece bir anı kitabı. 2004’te ilk basımının ardından oldukça popüler olan ve on yedi yıl sonra artık bir klasik olarak değerlendirilebilecek kitap, bu iki türün de ötesinde bir yerde. Takuhi Tovmasyan geride kalan sözün, mırıldanan sesin ve sağaltan lezzetin sırrına okuyucusunu ortak ediyor.

 

Söz (ki yankılanır)

 

“Şimdi bana bir konuda yaz deseniz zorlanırım, söz veremem derim. Ama onları zorlanmadan yazdım. Ve ezber yazdım, yani onlar hep aklımda. Yani yediğiniz bir [yemeğin], içtiğiniz bir likörün tadını unutmadığınız gibi, o anlattıklarım da [unutulmaz], yani bir sözcük arama derdine düşmedim. Babamın sözcükleri onlar, Mamamın sözcükleri…“[1]

 

Takuhi Tovmasyan’ın geçtiğimiz aylarda Talin Suciyan ve Aylin Vartanyan’la çevrimiçi bir sohbette vurguladığı gibi, ailesinin son yüz yıldır nesilden nesile aktarılan, tekrar tekrar anlatılan, neredeyse masalsı bir nitelik kazanmış hikâyelerini yazmak Tovmasyan’a düşmüş. Sofralarında bulunma şansına pek çok kez eriştiğim hoşsohbetiyle meşhur ailesini düşününce, bu sözlü anlatı geleneğinin, sayısız sofrada hayat bulduğunu tahayyül etmekte zorlanmıyorum. Nitekim, Talin Suciyan sohbet esnasında yazarın sözcüklerini ne kadar titizlikle seçtiğine değindiğinde, Takuhi Tovmasyan kitapta kendi sesinden çok, daha önceden dinlediklerinin hoş sedasının yankılandığını vurguladı. Ona göre ne tarifler ne de hikâyeler bizzat ona aitti, o sadece bir muganniydi. Bir tür sesli arşivdi. Kitabının yegâne amacı da, ninelerinden ona kalan ussal ve duyusal hafızayı yeni nesillere aslına mümkün olduğunca sadık kalarak aktarmaktı.

 

Takuhi Tovmasyan, “yazar” olarak yaptığının, sofrada anlatılan, sofrada dinlenen bu sözel arşivi kâğıda dökmekten ibaret olduğunu hem kitabında hem de geçen yıllar içinde verdiği çok sayıda röportajda ısrarla tekrarlar. Sofranız Şen Olsun‘un son sayfalarındaki kısa otobiyografisinde de aynı tavrı görürüz. Yazar, kendini okura alışılmadık bir alçakgönüllülükle “yazmaz” yönüyle tanıtır – bu tevazuun 5Harfli boyutunu da ayrıca düşünmek gerek. Yedikule’de çocukluğunun geçtiği, üç katlı ahşap evi ayrıntılı bir şekilde anlatır, ardından bizi hane halkıyla tanıştırır, hatta eve düzenli gelen misafirleri dahi anlatır. Ardından mutfağın harikalar diyarına hızlı bir giriş yaparak, buhar ve rayiha arasında kayboluverir. İlk oyuncaklarının mendiline sarıp bebek gibi kundakladığı “iri bir kemer patlıcan” ve çok küçük bir balık olduğunu itiraf eden Tovmasyan için, gerçek oyun alanı hep mutfaktır. O yüzden de der ki, “Siz elinizdeki bu kitaba bakıp beni yazar zannetmeyin. Bana “yaz” dediler, ben de yazdım.” (s. 147)

 

Yazar-yazmaz tartışması bir yana, Tovmasyan’ın müthiş bir hikâye anlatıcısı olduğuna şüphe yok. Takuhi Tovmasyan sanki ezbere bildiği bir şarkıyı mırıldanır, bir duayı okur gibi, bir solukta, tereddütsüz, içtenlikle anlatıyor. Soykırımda yitip giden küçük Mardik’in trajik kaderinin ağıtını (s. 127-140); Tovmasyan ailesinin sofradaki yemekleri eş dost, akrabayla ilişkilendirmesinin ve yerken onları anmayı asla ihmal etmemelerinin neşeli ezgisini (s. 32-34); “yemekten çok yedirmeyi seven” babası Bedros’un eve tenekeyle balık getirdiği tasasız günlerin (s. 27-29) nağmelerini seslendiriyor. Bu acı-tatlı hatıraların hepsi öyle melodik ve akılda kalıcı ki, Sofranız Şen Olsun, adeta dinleyicilerinin kulağına yeni besteler, yeni nakaratlar fısıldıyor. Bir kez dinlediğinizde (veya okuduğunuzda), hikâyeyi öğreniyor, benimsiyor ve siz de yeniden anlatmak, başkalarıyla paylaşmak, birlikte söylemek, o sesleri yankılamak istiyorsunuz.

 

Ses (ki tınlar)

 

“Siz o kitaba baktığınızda, başlık Takuhi Tovmasyan, beni tanıyorsunuz. Ama ben o kitaba baktığımda ve içini okuduğumda, babamın sesini, Takuhi Tovmasyan babaannemi, Takuhi Yayamı, Krikor Eniştemi, Ardaşes Eniştemi, Partukh Dayımı, Garbis Amcamı, Ankine Yengemi, Lusin Yengemi, Toros Dedemi, onların seslerini duyuyorum.”[2]

 

Sofranız Şen Olsun‘un sesli kitap olarak piyasaya çıktığını okuduğumda açıkçası ilk anda çok etkilenmedim. Kitabı zaten avucumun içi gibi biliyordum, baştan sona en az beş kez okumuştum. Takuhi Tovmasyan’ın kitaptan parçalar okuduğu, hikâyeler anlattığı, lezzetli tarifleriyle iştah açtığı birçok etkinlikte onu dinleme fırsatım olmuştu. Sayat Nova konserlerinde, kilise korosunda, ya da bir sofra etrafına kurulmuş dost meclislerinde, onun billur soprano sesini dinleme şansına da erişmiştim. Bu olağanüstü kitabın sesli versiyonunun duyusal deneyimime neler katabileceğine dair biraz şüpheliydim.

 

Lâkin kitabın ilk kelimeleri Takuhi Tovmasyan’ın sesinden kulağıma ulaşır ulaşmaz, söz konusu sesli versiyonunun hem Sofranız Şen Olsun için hem de “yazar” Takuhi Tovmasyan için en uygun mecra olduğunu hissettim. Galiba “kitap” zaten en başından beri seslendirilmeyi bekliyordu. Dinledikçe bu hikâyelerin nasıl da sese ihtiyacı olduğunu daha iyi anladım. Sofranız Şen Olsun özünde bir sözlü anlatıydı ve “okuruna” işitsel bir deneyim vaat ediyordu. Takuhi Tovmasyan bu tarifleri ve anıları duyarak, dinleyerek öğrenmiş, biriktirmişti. Sesi, metne hayat veriyordu. Dudaklarından dökülen kelimeler, okunacak bir metinden çok, dinlenecek bir güfteydi. Ailesinden ona kalan sözlü mirası başkalarıyla paylaşırken, Tovmasyan da usta bir destancıya dönüşüyor, geçmişe nefes veriyordu. Aile, hafıza, anılar, gelenek, yemek Tovmasyan’ın sesinde hayat buluyor, bir anlamda ölümsüzleşiyordu. Tovmasyan ailesinin tatlı dilli ozanları pek az olmasa da, bu hikâyeleri en lirik sesli icracıdan dinlemek de bizim şansımızdı!

 

Tat (ki devadır)

 

“Helvayı nasıl isterseniz öyle yiyin, ister ılık, ister soğuk. Kimin canı için yaparsanız yapın, ister büyükannenizin, ister büyükbabanızın, ama sizden ricam, Mardik amcamı da anmayı unutmayın. O zaman Takuhi yayamın vicdanı, kırık kemikleriyle birlikte rahata kavuşur belki.” (s. 140)

 

İrmik helvası tarifi Sofranız Şen Olsun‘un en güzel bölümlerinden biri. Bir fotoğraf albümünün sayfalarında geziniyormuş gibi upuzun bir yaşam (ve ölüm) koleksiyonu paylaşıyor bizimle Takuhi Tovmasyan. Albüm takvim aylarına göre sıralanmış, her ayda, her özel günde canı için helva kavrulacaklar dikkatlice listelenmiş. Burada Ermeniler için helva kavurmanın ölmüşleri anmakla eş anlamlı olduğunu belirtmekte fayda var. İrmik helvası, geleneksel olarak cenazelerden sonra, merhumun kırkı çıkınca (karasunk) ya da sene-yi devriyesinde (darelits) canı için yapılan ayinlerde (hokehankisd) sunulur. Özellikle Takuhi Tovmasyan’ın tarifiyle yapılan helva şüphesiz yiyebileceğiniz en leziz tatlılardan biri olsa da, Ermenilerde kimse damak tadı için helva kavurmaz. Helva kavurmak ağır bir iştir, bir keder yükünün altına girmeyi göze almak gerekir.

 

Tovmasyan’ın tarifi de en kapanmaz yarayla, soykırım kurbanı küçük Mardik’in hazin öyküsüyle başlıyor. Ğazaros Efendi’nin ilk evliliğinden en küçük çocuğu Mardik’e bakmayı, ikinci eşi Takuhi kendisine yalan söylenildiği için reddeder –evlilik kararını vermesini kolaylaştırmak için, müstakbel eşinin üç değil iki çocuğu olduğu söylenmiştir kendisine. Küçük Mardik büyükanne ve büyükbabasıyla Çorlu’da bırakılır. Kısa süre sonra Çorlulu diğer Ermenilerle birlikte evinden yurdundan edilir, geri dönemeyeceği tehcir yolculuğuna çıkar. Hem verdiği kararın getirdiği ağır vebalin altında ezilen Takuhi Yaya hem de çocukları hayatları boyunca nafile Mardik’i ararlar. Tovmasyan, “bana da yayamdan, babamdan intikal bu vicdan meselesi kaldı,” diyor, “en kalıcı miras bu olsa gerek.“ (s. 129). Yıllarca süren arayışlar bir sonuç vermemiş ve artık üzerinden neredeyse bir ömür geçmişken, amcam için ben şimdi ne yapabilirim diye kendisiyle hesaplaşan Tovmasyan, çözümü Mardik’in “canı için bir irmik helvası” kavurmakta buluyor. Ölüm tarihi belli olmadığı için de her helva kavurduğunda Mardik amcasını istisnasız anıyor, bir Hayrmer duasını da onun için okuyor.

 

Bir şey daha yapıyor Takuhi Tovmasyan. Okurdan da helva kavururken Mardik Amca’yı anmasını rica ediyor. Aslında söylemesine gerek bile yok. Açıkçası bu sayfaları bir kez okuyan (ya da dinleyen) birinin, helva kavururken Mardik’i anmadan ve dualarına dahil etmeden ocağın altını kapatabileceğine ihtimal vermiyorum.Mutfakla olan kişisel ilişkimin, Takuhi Tovmasyan’ın çocukluğundan beri evi olan o alana kendini adamasıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Fakat nadir de olsa ne zaman helva kavursam Sofranız Şen Olsun‘un “İrmik helvası” bölümünü açıyorum, irmikler parlak sarı kavrulana kadar bir daha okuyorum…

 

Takuhi Tovmasyan önsözünün sonunda bütün bu yemekleri Çorlulu Takuhi ve Akabi yayalarından öğrendiğini söylüyor ve bölümü “Ruhları şad olsun…” diyerek bir duayla bitiriyor. Tovmasyan’ın bunca acıyı – yayalarının, anne babasının, kendi acısını – sağaltabileceğine dair umuduna, dirayetine ve kararlılığına hayran kalarak kitabı kapatıyorsunuz. Gerçekten de mutfak, yemek ve yemek kültürünün acıyı sağaltma işlevlerini düşünmek gerekiyor. Üstelik işe yarıyor, enikonu gözyaşı dökmeniz gerekse de helva kavrulduktan sonra bir nebze ferahlar gibi oluyorsunuz.

 

 

 

[1] “Zamansal Yolculuklar: Takuhi Tovmasyan ile Çorlu’dan İstanbul’a”,  Parrhesia Meetings, https://youtu.be/gMyH35cgPpI (erişim 3 Ekim 2021).

[2] “Zamansal Yolculuklar: Takuhi Tovmasyan ile Çorlu’dan İstanbul’a”,  Parrhesia Meetings, https://youtu.be/gMyH35cgPpI (erişim 3 Ekim 2021).

 

 

Ana görsel: 1953, Yedikule. Takuhi Hanım ve torunları. Çorlulu Sarmısaklıyan ailesinin kızı Takuhi. Yani, mutfağa olan merakı kadar anı bırakmayı ve anılmayı da seven Takuhi Tovmasyan. Meline, Yetvart, Hazarik, Arto, Sofik ve kucakta adaşı Takuhi.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YAile Sırrı
Aile Sırrı

Kuşaklararası kapalı kapıların, örtük perdelerin bir adım ötesinde, içine kapalı ailenin dışına karşı örülen duvarlar var bir de. ‘Aile sırrı’ denen şeyler esas bu ailenin dışarıyla ilişkisinde geçirgen olmayı reddeden yapısından kaynaklanıyor.

MEYDAN

YAile Albümü
Aile Albümü

Ernaux’yu okurken elle tutulur bir aile albümümüz olmadığı için kaybettiğimiz görüntüler daha fazla mı acaba diye düşünüyorum.

MEYDAN

YAilenin Yüz Karası
Ailenin Yüz Karası

Ailenin yüzüne kara sürdüğü düşünülen kadın ailesini kaybediyor. Ailenin yüz karası olmak için bile (cis) erkek olmak gerekiyor.

MEYDAN

YAile Tarihi
Aile Tarihi

"Birazdan anlatacaklarımı uydurmadığıma yemin edebilirim ama uç uca birleştirdiğim şeylerin anlamları, yoğunlukları yaşayanların deneyimlerinden bambaşka olabilir.”

Bir de bunlar var

Dönüşen İstanbul’un Öncü Kadın Sinemacısı Sabahat Filmer
“Türkiye’de, Tarlalarda Çocuklar Bile Çok Çalışır”
Doğum Sancısı Çekmenin Tarihi ve Birtakım Adamlar

Pin It on Pinterest