Sevgili 5Harfliler,
Yazı yazmak öyle zor ki şu an. Bir tür felç geçiriyor gibiyiz. Ama hiç olmadığı kadar dayanışmaya ihtiyacımız var. Neyin içinden geçmiş olursak olalım, yer yer o şeyin altında kalmış gibi hissetsek bile yazmak, konuşmak, dertleşmek zorundayız.
Ben yakınları öldükten sonra insanların geçtiği o ilk inkâr aşamasında kaldım. Bütün bunlar oldu mu, yaşandı mı diye ara ara sorguluyorum. Her sorgulamamda zihnime dolan görüntüler gerçeğe yakınlaştırmıyor beni, tam tersine daha da uzağa savuruyor.
Hiçbir şeyin dokunulmaz olmadığını bu hızla ve bu yoğunlukla görmüş, yaşamış olmak bir travmayken, ardı ardına olanlar hareket alanını iyice daraltıyor. Fakat bu dar alanda kalınamaz. Ne kadar kararsa da ortalık, el yordamıyla da olsa bir nefeslik yer bulmak, bulduğumuz yeri genişletmek, yaşanır hale getirmek zorundayız. Bu sadece bir ülkenin tarihi değil, aynı zamanda kişisel tarihimiz. Sahip olduklarımızı hızla akan çamurlu bir suya bırakamayız.
Bir ülkenin yönetimini tankla, tüfekle ele geçirmeye çalışmak berbat bir hayal ve bu hayal gerçek de olmuştu. 27 Mayıs kültürel hafızamızda diğer darbeler kadar yer almaz bazı nedenlerden. Bunda üzerinden geçen vaktin uzunluğunun da etkisi vardır, darbe sonrası gelen dönemin çatışmalardan nispeten uzak olmasının da. 12 Mart ile ama özellikle 12 Eylül’de hayatları kökten değişen insanların yeni koşullara nasıl yeniden, yeniden uyum sağlamak zorunda kaldıklarına dair yazılmış, üretilmiş çok şey vardır. Yeri, zamanı geldikçe biz de o anılara yer vermeye çalıştık burada. Askeri vesayetin nefesini sürekli ensesinde hisseden tüm 80’ler, 90’lar yönetimleri zamanları da aydınlık, huzur dolu falan değildi. Türkiye’nin doğusu için bilhassa. Şimdi olanlar ise tüm bu darbe geçmişini hafızasında saklayan bir toplumun bu yolları yürürken nasıl değişip, dönüştüğünü, yolda neleri düşürdüğünü, hepten kaybettiğini gösteriyor sanki biraz. Bu kayıplar arasında beraber yaşayabilmek için en gerekli araçlar var. Karşılıklı oturup konuşabilme gibi, kendine benzemeyeni aşağılamamak gibi, en temel insani haklara saygı göstermek gibi.
Bir toplumun harcına karıştığı düşünülen en derindeki bazı değerlerin değişimine tanık olmak çok üzücü. Mezarlık yanından geçerken dua etmeyi görevden sayan, çocuklarına ölünün ardından kötü konuşulmayacağını öğreten bir toplum, önünden her geçen dilediğince nefret edilebilsin, öfkesi hiç bitmesin diye hainler mezarlığı projesi üretiyor. Nefret tohumu ekmek deriz ya, işte o tohumun anıtı gibi bir şey bu üzerine konuşulan. İnsanları mutlak kötüler ya da mutlak iyiler olarak göstermeye çalışan her resim, ancak kötücül, sadece art niyetli bir şeylerin habercisi olabilir. (Tabi Türkiye’nin ölümle olan ilişkisi üzerine tarih yazacak biri çıkarsa ileride, mutlaka mezarı bile olmayan onlarca faili meçhule de yer verecek ve bir de Ekin Wan olacak o tarihte, olmalı!)
Darbe girişiminden birkaç gün sonra yaşı benden 30 yıl kadar ileride, memleketin tüm darbelerini görmüş, geçirmiş bir kadınla konuşuyorduk. Konu birden kan lekesi çıkar mı sorusuna geldi. Herhalde zihinlerimiz görüntülerle doluydu o an. Uzunca bir kendi kendine mırıldanma gibi şunları duydum ondan, o gece:
Soğuk suda yıkanırsa hemen çıkar kan lekesi, çitilemek lazım. Sıcak suda, çamaşır suyuyla çıkmaz. Pamuklulardan daha zor, sentetiklerden hemen çıkar, ama yine sıcak suyla değil. Eskiden kaynatma yapılırdı şimdi makinaların üç buçuk saat süren programları var. Çıkar yani. Erkeklerin döktüğü kanı, kadınlar çıkarır.
Ben tüm eğitim hayatında tarih disiplininden geçmiş biriyim. İçinde yaşadığımız dönemi, ancak geçmiş dönemlerden geriye kalan parlak, sönük ışıklar altında görebiliyor, şimdiyi tarihte yaşananlarla mukayese ederek değerlendirebiliyorum. İnsanlık tarihi, çok zor geçen zamanların, koşullarına karşıt başka türden gelişmelerin önünün de açılmasından ibarettir biraz da. Susmak zorunluluğu, konuşmak isteğini dayanılmaz hale getirir mesela. Baskı altına alınan, tüm yaratıcılığını kullanır hale gelir. Karşıtlıklar yanyana gelir, imkânsızlıkların yanında imkânlar doğar. Yazmaya, konuşmaya, üretmeye hiç ara vermemeliyiz! Biz burada size güzel hikâyeler anlatmaya devam edeceğiz. Dayanışma bugün için.
Ana görüntü: Brigitte Waldach