Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.
Erkekler arasındaki rekabeti inceleyen araştırmacıların hegemonik erkeklik kavramına giden yolun taşlarını döşedikleri söylenebilir. Bu araştırmalar, erkek çocuklarının gelişme süreçlerinde karşılaştıkları akran zorbalığı kaynaklı şiddet olaylarına ışık düşürmüştü. Hegemonik erkeklik kavramının tıpkı patriyarka ve toplumsal cinsiyet gibi, üzerine feminist hareketin ışığının düştüğü kavramlara eklenmesinin üzerinden ise neredeyse elli yıl geçti.[i] Toplumsal olarak talep edilen ve diğer erkeklikleri geride bırakarak ön plana çıkan erkeklik olarak tanımlanan bu kavram, sadece erkekliğin hangi biçimlerinin toplumsal olarak diğer erkeklikleri geride bırakarak kabul gördüğüne ilişkin bir tartışma açmakla ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin diyalektiğini belirginleştirmekle kalmadı, patriyarkanın erkeklere verdiği zararı da görünür kıldı. Hatta kimi araştırmacılar, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini, bunlar erkekliklerin lehine de olsalar, bir Pirus zaferi[ii] olarak adlandırdılar.
Hegemonik erkeklik kavramı Antonio Gramsci’nin hegemonya tartışmasına atıfla, güç kullanmadan iktidar devşiren erkeklere vurguyla kullanılıyor; ama bu kavrama sosyolojik değil psikolojik bir çerçeveden yaklaşıp, altında Sigmund Freud’un küçük farklılıkların narsisizmi dediği olguyu görmek de mümkün. Freud, küçük farklılıkların narsisizmi kavramını ilk olarak 1918’de, çocukluk aşamasında tecrübe edilen birincil narsisizm ile erişkin yaşlarda tecrübe edilen ikincil narsisizmi birbirinden ayırdığı ünlü narsisizm makalesinden dört yıl kadar sonra, bekaret tabusu ile ilgili yazısında kullanmıştı.[iii] Psikanalist Jacques Vigneault’ya göre, Freud bu kavramı birbirine benzeyen ancak farklılıklarına yatırım yapmak isteyen kişi ve gruplar arasındaki nefretin nasıl şiddetlendiğini anlamak için öne sürmüş ve buradan hareketle daha sonraki çalışmalarında – Kitlelerin Psikolojisi ve Benlik Analizi (1921), Uygarlığın Huzursuzluğu (1929) ve Musa ve Tek Tanrıcılık (1938) – sosyal grupların (ve toplumların) itici gücü haline gelen saldırganlığı tartışmaya yönelmiştir.
Freud’un narsisistik yaralanma anlayışında ve küçük farklılıkların narsisizmi kavramında bugün içinden geçtiğimiz toplumsal yıkımı pek çok açıdan aydınlatan bir çerçeve açıkça görülüyor. Zira etnik çatışmaların şiddetlenmesinde, nefret cinayetlerinde, namus saikiyle işlenen cinayetlerde,[iv] siyasetin yokuş aşağı giden biz ve onlar dilinde, ideal bir benlik kurulduğu ve bu benliğin narsisistik olarak yaralanmasından duyulan dehşetin de şiddet ürettiği açıkça görülebilir. Küçük farklılıkların narsisizmi kavramı, narsisizm tartışmasının ontolojik ötekiye odakladığı bakışı, aynılar arasındaki çatışmaya çeker. Aynılar, aralarındaki küçük farklılıklardan çeşitli iktidar mekanizmaları devşirmeye çalışırlar.
Kuşkusuz erkeklerin arasındaki rekabet bir boşlukta gerçekleşmiyor: savaşlar, erkekler arasındaki bağları hem talep ediyor hem de sınıyor; ülkelerin silahlanma yarışı, militarist bir kültür yaratarak kadınlara ve savaş dışındaki seçeneklere bağlanmayı bir tür güçsüzlük olarak işaretliyor. Sigmund Freud’un küçük farklılıkların narsisizmi için yaptığı şu vurucu açıklama erkeklerin hem bu savaş ekonomisi içinde yer bulma çabalarını hem de kendi içlerinde yarattıkları klanları aydınlatabilir: “oldukça kalabalık bir insan yığınını sevgi içerisinde birbirine bağlamak mümkündür, yeter ki saldırganlığın gösterilebileceği başkaları bulunabilsin!”[v]
Uzaktan bakıldığında çıkar ortaklığı içinde olan ve birbirlerinin arkasını kollayan bir kitle olarak görünen erkekliklere yakından bakıldığında, fay hatlarıyla birbirlerinden ayrılan, aralarındaki rekabet nedeniyle tam olarak kaynaşmamış, kendi içinde ötekileştirme mekanizmaları işleten ve buradan şiddet türeten gruplardan oluştukları görülür. Üstelik erkeklik bir diğer erkeğe kanıtlanarak yaşandığı ve her daim tanığın onayına muhtaç olduğu için, burada çift değerli bir durum da söz konusu. Erkeklik, mensuplarını birleştirdiği kadar da bölüyor. Dolayısıyla hegemonik erkeklik, diğerlerini geride bırakıp toplumsal olarak en çok talep edilen erkeklik halini alırken, benzer bir çekim merkezine yerleşemeyen diğer erkeklerde haset duygusunu da harekete geçiriyor olabilir.
Erkek dünyasının rekabet ortamında çok fazla irdelenmeyen ve görünmez kalan karanlık bir yerinde kalmış gibi bu haset duygusu. Jacques Lacan haseti ilk sosyal duygu olarak nitelendirmişti: “Ben, kıskançlık dramı içinde bir diğeriyle beraber oluşur ve haset ilk sosyal duygu olarak karşımıza çıkar.”[vi] Erkekler arasındaki güvene dayalı ilişkilerin mekanizmaları ve bu mekanizmaların hasetten nasıl etkilendiği her ülkede aynı derinlikte araştırılmış bir konu da değil. Homososyal ilişkilerin homoerotik potansiyelleri ise bazı kültürlerde bilhassa mayınlı bir arazi. Kaldı ki erkekler arasındaki mahremiyet, erkekler kaygıları ve korkuları hakkında açıklıkla konuşmadığı için, dışarıdan ışık tutarak pek fazla aydınlatılabilen bir alan da değil. Haset, erkekler arasındaki rekabetin temel problemine işaret ediyor gibi. Zira, bir erkek, yoksun bırakıldığına inandığı şeye bir başkasının sahip olacağını düşündüğünde, yüzünü çift değerli erkeklik dünyasına dönmüş ve şu soruyu sorarken buluyor olabilir kendini: “bu bir felaket!” duygusu mu üstün gelecek, yoksa buradan bir çıkış var mı?
Bana öyle geliyor ki Mehmed Rauf’un Son Yıldız’ı tam da büyük sarsıntı yaratan bu felaket duygusu ile ilgili. Haset duygusunu ve onunla birlikte düşünebileceğimiz fantom erkeklik kavramını bu romanın olay örgüsü içinden geçerek ele almayı deneyeceğim. Kavram romana nasıl bir ışık düşürüyor? Roman bu kavramı nasıl açıyor, onun üzerine ne tür ışıklar düşürüyor?
Son Yıldız’ı yazmaya başladığı 1925 yılında Mehmed Rauf artık eski neslin yazarlarındandır. Pornografik romanı Bir Zambak’ın Hikâyesi’nin (1910) yarattığı rahatsızlık nedeniyle ordudan atılmış, birkaç ay hapis cezasına çarptırılmış, bir kara sevda peşinde intihara teşebbüs etmiş ve son anda kurtarılmış, bu yaşananlar arkadaşları arasındaki itibarını da epeyce sarsmıştır.[vii] Bir başyapıt kabul edilen romanı Eylül nedeniyle tüm bunlara rağmen yine de edebiyat çevrelerinde önemsenmektedir. Mehmed Rauf, 10 Ocak 1926’da Son Yıldız’ı ithaf ettiği Muazzez Hanım’la üçüncü evliliğini yapar ve on beş gün kadar sonra da felç geçirerek sağ kolunu kullanamaz hale gelir. Kendisinden otuz beş yaş küçük olan eşi bir öğretmendir. Son Yıldız, yazarın bu sağlık sorunları ile bezeli son dönemlerinin ilk romanıdır ve Muazzez hanıma dikte ettirilerek yazılmıştır. 1927 yılında Osmanlıca olarak yayımlanmıştır.
Son Yıldız’ın baş kahramanı, sevdiği genç kadını daha fazla elinde tutamayacağından korkan Şehrâh gazetesi sahibi ve başmuharriri Fahri Cemal’dir. Bu karakter Mehmed Rauf’un bir yansıması gibidir; o da romancıdır, çok kültürlüdür, musiki konusunda bilgilidir. O da tutkulu bir âşıktır. Ama önemli bir fark gerçek ile kurmaca arasındaki sınırı çizer: Fahri Cemal büyük bir aşkla kendisinden yaşça küçük ve evli bir kadını sevmektedir.
Dans salonlarından başlayan ve kadınlı-erkekli buluşmaların Batılı yüzünü takip ederek karmaşık bir aşk, arzu ve cinsellik problemine uzanan bu romanda, para, güç ve itibar sahibi olan ve Avrupa görmüşlüğüyle diğer erkeklere büyük bir fark attığı üstüne basa basa vurgulanan Fahri Cemal’in karşısına, rakip olarak, sevgilisi Perran’ın savaşta öldüğünü sandığı çocukluk aşkı Fuat İlhami çıkarılır. Bu denklemde bir de Perran’ın “ben seni kendime koca tanımıyorum!” diye rest çektiği kocası Şefik Nuri bulunmaktadır. Ama o zaten karısının sosyal çevresinden para kazanmaya, hatırlı kişilerle iş bağlamaya çalışan biri olduğu için aşk denkleminin dışındadır ve hem anlatıcı hem de romanın hemen tüm karakterleri tarafından da küçümsenir, ayıplanır. Perran bu erkekleri birbirine bağlar ve roman onun kararsızlığını takip ederek gelişir.
Fahri Cemal, sosyetik balolara birlikte gittiği, mutlu olsun diye İtalya gezilerine çıkardığı Perran tarafından cinsel olarak reddedilmeye başladığında, o zamana kadar kuruntu olarak değerlendirdiği olumsuz hislerine iyice sarılır. Böylece romanda fantom erkekliğin alanına girilir. Fantom erkeklik kavramını, kaybedilen uzuvların ağrımasını nitelendiren fantom ağrı fenomeni gibi, yitirilen erkeklik iktidarının yarattığı anksiyeteyi tanımlamak için öneriyorum. Adli tıbbın babası sayılan Fransız cerrah Ambroise Paré fantom ağrı olgusunu ampütasyon ameliyatlarından sonra gözlemlemiştir.[viii] Bu yitirilen uzuvda hissedilen bir ağrı; ameliyattan çıkan askerler kopmuş uzuvlarının sanki hâlâ yerindeymişçesine ağrıdığını iddia ediyorlar. Fantom uzuv fantom ağrılar üretiyor.
Erkeklerin kadınlar üzerinde iktidar kuramadıkları veya kurdukları iktidarın yıprandığını ve eskisi kadar güçlü olmadığını hissettikleri zaman yaşadıkları korku ve kaygı bugünlerde feminist hareketin yükselişine bağlı olarak çok sık rastlanan duygular olarak tarif ediliyor. “Kırılgan erkeklik” her gün farklı bir bağlamda karşımıza çıkan bir konu. Eğer psikolojik/psikanalitik bir terminoloji illa gerekiyorsa, buradaki duygu durumu genelde kastrasyon anksiyetesi ile, bu karmaşadan dolayı erkeklerin bilinçdışı bir şekilde kadını ve kadınsı olan şeyleri reddetmeleriyle anlatılıyor. Fantom erkeklik kavramı, bilinçdışı kaygılarla birlikte aslında bütün sürece bir sistem yaklaşımıyla bakmayı öneriyor: bu kavramla, artık orada olmayan bir uzvun ağrısı nasıl hissediliyorsa, yıpranan, yitirilen, yası tutulan bir erkek iktidarının ağrısı da takip edilebilir hale gelebilir.
Nasıl bir şey fantom erkeklik? Kendisini kırılgan bir narsisizmle sürekli etrafındaki diğer erkeklerle kıyaslayan, sahip olduğu olumlu özellikleri yücelterek tercih edilmeyi öncelikli olarak kendi hakkı sayan ve bu beklentileri arzu nesnesi yerine koyduğu kişiler tarafından onaylanmazsa veya eleştirilirse bunları onur kırıcı hakaretler olarak algılamaya meyilli bir erkeklik. Başkalarını itibarsızlaştırmakta beis görmezken itibarsızlaşma korkusuyla yanıp tutuşan bir erkeklik. Romanda bu kaygılı seviyeye belli bir yaştan sonra ve sevilen kadının kaybı üzerine erişiliyor ama belki de erkekliğin en başından beri burada inşa edildiğini, erkeklerin en başından kendi fantom erkekliklerine gebe olduklarını söylemek de mümkün.[ix]
Romanda Fahri Cemal’in ağrılarını aslında Fuat İlhami değil bir başka erkek başlatır. Fahri Cemal ve Perran, katıldıkları danslı balolardan birinde, bir süre yurt dışında kaldıktan sonra İstanbul’a dönen bir mühendis olan ve kadınların ilgisini çeken Fikret Bey ile tanıştırılırlar. Fahri Cemal’in kıskançlık çanları böylece çalmaya başlar. Zaman zaman kendi kuruntularının eleştirel izleyicisi konumuna yükselse de Perran’ın bir başkasını seçeceği kaygısıyla kendisini çalkantılı bir ruh halinde bulan Fahri Cemal yavaş yavaş pek de kontrol edemediği bir girdaba kapılır.
Fuat İlhami’nin aslında savaşta ölmediğinin de ortaya çıkmasıyla, Fahri Cemal yavaş yavaş fark eder ki artık tutkuyla talep edilen bir erkek değildir ve bunu bir yıkım olarak yaşar. Fahri Cemal büyüklenmeci narsisistler gibi kibirli ve kendinden emin biri değildir; iktidar arzusu daha ziyade kırılgan bir narsisizmin arkasına saklanmış gibidir. Perran’ın ona ne kadar dürüst davrandığına, halihazırda aldatılıp aldatılmadığına tam olarak emin olamadığı için, bir yandan da çoktan kaybettiği bir rekabetin içinde olup olmadığını anlamaya çalışmaktadır. Aralarındaki yaş farkı nedeniyle, Fahri Cemal ve Fuat İlhami’nin karşı karşıya gelişleri, bu tarihlerde yayımlanan diğer bazı romanlarda da görülen[x] klasik bir entelektüel/asker ikiliğinden ibaret değil: Avrupa görmüş, yüksek bilinç ve estetik zevk sahibi Fahri Cemal yaşlı, Fuat İlhami ise genç. Bu durumda Perran’ın seçimi, çocukluk aşkıyla yaşayamadığı cinselliği şimdi bir kadın olarak hakkıyla tecrübe etme ihtimaliyle Avrupa sanatı ve musikisiyle tanışmasını ve sosyeteye yükselmesini sağlayan gücün çağrılarına teslim olma ihtimali arasına sıkışır.
Fahri Cemal’in narsisistik yarası, aynı kadın için rekabet ettiği Fuat İlhami’yle asla eşitlenemeyecek olmaktan dolayı giderek derinleşecektir. Zamanı geriye döndürememektedir, Perran’ın onun için giderek bir imkânsızlığa dönüşmesini de kabullenemez. Haset duygusunun tüm bu tüketiciliğine rağmen, kendi sınırlarını yeni baştan çizerek fantom erkeklikten çıkmaya da çalışır. Romanda ötekine sahip olma arzusunun yıkıcılaşması ve kötücüllüğü Fahri Cemal üzerinden tartışılırken, seçimi yapacak olan kadının şeytani baştan çıkarıcılığına ilişkin cinsiyetçi yorumlara da yer verilir. Bununla birlikte, Perran’a Medeni Kanun’un henüz tasarı aşamasında olduğunu söyleyen ve kadınlar henüz boşanma talep edemedikleri için o ne derse onun geçerli olduğunu hatırlatan kişinin aşk üçgeninin aşksız ayağında bulunan kocası Şefik Nuri olması da manidar. Böylece büyük aşk romanı Son Yıldız, haset, özsaygı ve kırılgan narsisizm gibi konuların izinde döneminin güncel tartışmalarına da uzanır.[xi]
Fahri Cemal, egemen olduğu dünyası ayaklarının altından kayıp giden bir erkektir ve kendisini karşılaştırdığı diğer erkekler karşısındaki zaferini, kimliğinin Avrupa kültürüne egemen olmak, Batılılaşmış olmak, büyük bir romancı-gazeteci olmak, güç ve mevki sahibi olmak ve buna bağlı olarak insanlar arasında itibar ve saygı görmek gibi köşe taşı unsurlarıyla kurmaya çalışır. Perran bu unsurların ödülüdür; o gidince bu vasıflara sahip olmak da bir anda değersizleşir. Erkeklerin aşk ve haset gibi duygular karşısındaki yanılsamalı dünyasını başarıyla gösteren bu roman, Mehmed Rauf’un psikolojik derinliklerde gezme merakında, aslında erkekliğin mahrem yönlerine açılan kapılar olduğunu göstermesi açısından da dikkate değer. Fantom erkekliğin izini iktidar oyunları, hırs ve narsisizm gördüğümüz yerlerde sürebiliriz. Hatta aşk ilişkilerinin neden iktidar ilişkilerine dönüştüğü, erkekliğin normlar karşısındaki çift değerliliğinin nasıl istikrarsızlık ürettiği ve narsisistik yaralanmanın erkeklerin kendilik algısında nasıl bir ağırlık merkezi oluşturduğu gibi soruları da fantom erkeklik kavramıyla birlikte yeniden düşünmek mümkün.
Fakat ben yine de şunu düşünmeden edemiyorum. Güneş Sezen’le Latin alfabesine çevirerek hazırladığımız bu roman için yazdığımız önsözde belirttiğimiz gibi, Mehmed Rauf’un Son Yıldız’ı Muazzez Hanım’a dikte ile yazdırmasının bütün bir yazım sürecini ne ölçüde karşılıklı bir sohbete dönüştürdüğünü ve yaşanan sohbetlerin Son Yıldız’ı aslında iki yazarlı bir roman haline getirip getirmediğini bilemiyoruz.[iv] Ama romanın sonunda Fahri Cemal’in fantom erkeklikten sıyrılışını birden fazla şekle sokan muğlak ifadeler, okuru hem çıkışa hem çıkışsızlığa işaret eden bir sona götürüyor. Bu da aslında, bu büyük aşk hikâyesinin farklı bakış açılarından değerlendirilmesinin bir sonucu gibi düşünülemez mi? Muazzez Hanım’ın fantom yazar oluşunun bir sonucu olarak?
Ana görsel: Girl Reading a Letter in an Interior, Peter Vilhelm Ilsted, 1908.
[i] Hegemonik erkeklik kavramının teorik gelişiminin tarihçesi için bkz. James W. Messerschmidt. Hegemonik Erkeklik: Formülasyon, Yeniden Formülasyon ve Genişleme. Çev.: Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi. Ed.: Nurseli Yeşim Sünbüloğlu ve Çimen Günay-Erkol. İstanbul: Özyeğin Üniversitesi Yayınları, 2019.
[ii] Kazanan tarafın da aslında mağlup olduğu bir zafer.
[iii] Bkz. Jacques Vigneault. “Bireysel ve Kolektif Freudcu Küçük Farklılıkların Narsisizmi Kavramına Giriş” Çev.: Özen Alemdar. Küçük Farklılıkların Narsisizmi. Haz.: Tevfika İkiz. İstanbul: Bağlam Yayınları, 2014. 38-49.
[iv] Namus cinayetlerinin küçük farklılıkların narsisizmi kavramıyla ele alınışı için bkz. Levent Kayaalp. “Yıkıcılığın İnsani Kökenleri.” Küçük Farklılıkların Narsisizmi. Haz.: Tevfika İkiz. İstanbul: Bağlam Yayınları, 2014. 114-124.
[v] Aktaran Jacques Vigneault. “Bireysel ve Kolektif Freudcu Küçük Farklılıkların Narsisizmi Kavramına Giriş” Çev.: Özen Alemdar. Küçük Farklılıkların Narsisizmi. Haz.: Tevfika İkiz. İstanbul: Bağlam Yayınları, 2014. 43.
[vi] Aktaran Saïd Bellakhdar. “Sosyal Birliğin Oluşumunda Küçük Farklılıkların Narsisizmi.” Çev.: Elif Aybar. Küçük Farklılıkların Narsisizmi. Haz.: Tevfika İkiz. İstanbul: Bağlam Yayınları, 2014. 58-68.
[vii] Rahim Tarım. Mehmed Rauf: Hayatı ve Hikâyeleri Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Akçağ Yayınları, 2000.
[viii] Ambroise Paré,” fantom ağrıyı (phantom pain/phantomschmerz) ilk defa (1552 veya 1554 tarihli) “Harquebusses and other guns” makalesinde kullanmıştır. Bkz. Bruno Splavski, Krešimir Rotim, Frederick A. Boop, Andrew J. Gienapp ve Kenan I. Arnautović (2020) “Ambroise Paré: His Contribution to the Future Advancement of Neurosurgery and the Hardships of His Times Affecting His Life and Brilliant Career” World Neurosurg, 134, 233-239.
[ix] Narsisistler İktidarda kitabında Fransız psikanalist Marie-France Hirigoyen, Theodor Adorno’ya atıfla “Frankfurt Okulu düşünürleri[nin] daha o zamanlarda narsisizmi değişen ekonomik öğeler karşısında ortak egonun zayıflığına karşı bir savunma sistemi olarak” gördüklerine de değinir. Dolayısıyla, tüm ekonomik bileşenleriyle birlikte kültürün de erkeklerin narsisizmini besleyen bir unsur olarak dikkate alınması gerekir. Bkz. Marie-France Hirigoyen. Narsisistler İktidarda. Çev.: Ayşen Gür. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.
[x] Yakup Kadri’nin (1889-1974) Kiralık Konak’ında (1922) veya Peyami Safa’nın (1899-1961) Bir Akşamdı (1924) romanında askere giden erkek karakterler toplumsal bir temsiliyet kazanırlar; yazarlar bu karakterleri savaşa ilgisiz diğer erkek karakterlerin karşısında konumlandırarak milliyetçilik duygusunu işler.
[xii] Medeni Kanun, 17 Şubat 1926’da TBMM’de kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
[xii] Son Yıldız, 2021’in Aralık ayında İletişim Yayınları tarafından ilk defa Latin alfabesinde yayımlanacaktır. Mehmed Rauf. Son Yıldız. Haz.: Güneş Sezen ve Çimen Günay-Erkol. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.