Sokak stili fotoğrafçılığı diye bir şey vardı, hatırlar mısınız? İnternette 2005 civarı başlayan bu blog akımı, yüksek moda müessesesi tarafından gözlerimizin önünde iç edildi.
Podyum taklitçisi sosyetik, moda dergisi editörü, manken, vs. çemberine sıkıştı ve moda haftası girişlerinde paralı yarı-ünlüleri şipşaklamaktan ibaret bir şeye dönüştü.
Hel Looks’un yaratıcısı Helsinki’li Liisa Jokinen ise bu değirmene kendini kaptırmayan nadir sokak stilcilerinden. Helsinki sokaklarından sonra 2014’te San Francisco’ya geçince zaten cin gibi olan gözü mertebe atladı hatta. Amerikan büyük şehir kozmopolitliği ve San Francisco’da da çok kuvvetli olduğunu tahmin ettiğim ikinci el kültürünün katkısıyla olsa gerek.
Liisa Jokinen’e SF Looks‘u ve sokak stili fotoğrafçılığının geldiği yeri sordum, anlattı:
Fotoğrafladığın insanlarda seni çeken, gözünü alan şey ne?
Daha önce görmediğim bir şey arıyorum. Kendine özgü bir şey olması lazım. Son moda olması gerekmiyor. Modadan çok kişisel stil peşindeyim.
Ne zamandır yapıyorsun bu işi?
Temmuz 2005’ten beri, yani yaklaşık 12 yıldır.
İkinci el giyenlere karşı özel bir ilgin mi var?
Haha evet galiba var! Bana göre en heyecan verici kıyafetler eskiyle yeninin birleşiminden çıkıyor. Eğer yalnızca yeni kıyafet satın alırsanız, diğer herkes gibi görünmeye başlıyorsunuz.
Endüstriyel tasarım okuyan bir arkadaşım tasarım işini neden bıraktığını anlatırken şöyle bir laf etmişti: “dünyada yeterince ‘şey’ var, daha fazlasına sebep olmak istemiyorum.” Ne zaman ikinci el olmayan bir dükkana girsem aklıma geliyor bu söz. Uzun sorunun kısası: hiç kıyafetlere merak beslemekten rahatsızlık veya suçluluk duyduğun oluyor mu?
İşte bu yüzden alışveriş yapmaktan nefret ediyorum. Çok sık birşeyler ya da bir seferde fazla şey alırsam suçluluk duyuyorum. Neyse ki alışveriş manyağı olmadan da kıyafetlere, stile ilgi duymak mümkün.
Fotoğraflarının arka planına bu kadar özen göstermene bayılıyorum. Var mı fotoğraf sırların?
Basit tutmaya çalışıyorum ki insanların giysileri öne çıkabilsin. Gölgede çekiyorum. Poz vermeyin diyorum.
Niye başladın bu işe?
2005’te Helsinki çok kendine özgü bir yerdi ve pek tanınmıyordu. Sırf oradaki sokak stillerini belgelemek için başladım. Artık orası da değişti. Dünyanın geri kalanıyla daha fazla irtibat halinde ve maalesef herkes Instagram’da aynı trendleri takip ediyor. Bu yüzden artık orada da cool tarzlara rast gelmek daha zor.
Hiç “amaaan giysi giysidir işte, stil dediğin ne ki…” dediğin günler oluyor mu?
Asla! Ama sık sık moda endüstrisinin amacını ve anlamını sorguluyorum. İnsan ölümüne sebep oluyor, çevreyi mahvediyor ve senin de dediğin gibi aslında gezegende artık daha fazla kıyafete ihtiyacımız yok. Fakat ne giymeyi seçtiğin ve onu nasıl giydiğin, bunlar beni hala büyülüyor. Kıyafetler kendimizle ilgili çok şey söylüyor. Çok kuvvetli bir araç.
Moda müessesesinin sokak stili fotoğrafçılığına el koyuşu hakkında ne düşünüyorsun?
Tabii artık sokak stili deyince akla moda haftası çıkışları geliyor. Oysa bunun sokak stilinin çok küçük bir parçası olduğunu unutmamalıyız. Geçenlerde Beyaz Rusya’dan bir mail aldım, orada sokak stili blogu açmanın hayalini kuran bir genç göndermiş. Mesela onun fotoğraflarını görmek için sabırsızlanıyorum! Yerel sokak stili bloglarının yeniden yükselişini bekliyorum yani.
Helsinki’den sonra San Francisco’da çekim yapmak ne gibi zorluklar veya kolaylıklar getirdi?
Şu an NYC Looks’u açmaya hazırlanıyorum. Sırf insan çokluğundan dolayı en kolayı New York diyebilirim. Ama San Francisco halkı o kadar açık, kibar ve arkadaş canlısı ki onları fotoğraflamak da büyük keyifti benim için.
İnsanlara nasıl yaklaşıyorsun? Bir açılış cümlen var mı?
Önce tarzlarına hayranlığımı belirtiyorum, sonra da bir fotoğraf çekebilir miyim diye soruyorum sadece. İnsanların %95’i zaten bunu iltifat olarak görüyor ve memnuniyetle fotoğraflarını çektiriyorlar.
Senin alışveriş alışkanlıkların nasıl?
Vintage ve ikinci ele bayılıyorum. O define avcılığı hissini seviyorum. Eski materyallere, eski kıyafetlerdeki ustalığa ve detaylara bayılıyorum. Ama genelde eskiyle yeniyi karıştırıyorum. Eğer bir şeye ihtiyacım varsa, mesela New York kışında sıcak tutacak ayakkabılar, o zaman planlı alışverişçiyim, yoksa spontane. Ama her zaman aradığım belirli şeyler de oluyor, mesela bu aralar Pleats Please kıyafetleri ve ipek şallar. Samuji, Vuokko, Marimekko gibi Finlandiya markalarını da desteklemeye çalışıyorum. Aalto Üniversitesi öğrencileri mezuniyet koleksiyonlarını satıyorlar bazen, onları da. Uzun yıllar giyeceğim ve seveceğim, çok trendy olmayan parçalar satın almaya çalışıyorum. Blucin gibi basit klasikleri de seviyorum ama bakması eğlenceli, bir ayrıntısıyla ya da rengiyle öne çıkacak kıyafetleri tercih ediyorum. Üstü altı birbirinin eşi olan parçalara bayılıyorum. Uzun zamandır yıl boyu giyebileceğim pembe veya yeşil bir pantalon ceket takımının hayalini kuruyorum. Onu bulursam işte o zaman alışverişe tamamen son vereceğim.
Liisa Jokinen