Bir sabah uyandığımızda bir mucize olsun ve iyiler/iyilik kazansın ya da bir akşam bardaklarımızdaki su, onca para dökmemize gerek kalmadan şaraba dönüşebilsin...

KÜLTÜR

“Size ne derse onu yapın”

Bir yıldır oturduğum evime 200 metre uzaklıkta, önünden her geçişimde beni birkaç saniyeliğine dahi olsa düşüncelere gark eden bir kilise var. Bu düşünceler, kilisenin girişinde altın yaldızlı kocaman harflerle “tout ce qu’il vous dira, faites-le” (“size ne derse onu yapın”) alıntısının yazılı olmasından kaynaklanıyor. Başlarda tırnak işaretini fark etmemiştim, dolayısıyla bu sözün İncil’de geçtiğini bilmiyordum. Bağlamından koparılmış haliyle bu cümle bana birkaç şey düşündürüyordu. İlki, cümlenin emir kipi ile çekilmiş oluşuyla alakalıydı. Bu, birçok dini metinde benimsenen bir fiil çekimi, fakat bu cümle özelinde bireyin araçsallaştığı ve eleştirel düşüncenin apaçık askıya alındığı bir çerçeve oluşturuyordu. İkinci şey ise emirlerine uyulması gereken kişinin bir erkek oluşu hakkındaydı – Fransızca’da “il” erkek bir özneyi tanımlar. Bu çerçevede benliğimizi emanet, hatta feda etmemiz gereken otorite bir erkekti ve bu şüphesiz, epey aşina olduğum bir ataerkil baba/erkek figürünü canlandırıyordu kafamda. Kaç kez sarf edilmişti kim bilir, “ben bu evin babasıyım, ben ne dersem o olur” sözü ve kaç kez bir erkek, kendi kendini ilahlaştırmıştı. 

 

 

Mucizeler

 

İşin aslı bu söz, İsa’nın bir peygamber olarak ilk mucizesini gerçekleştirdiği ana gönderme yapar. İsa, havarileri ve annesi Meryem, bugünkü İsrail’in kuzeyinde Celile bölgesinde bulunan Kana Köyü’ndeki bir düğüne katılırlar. Bir noktada şarap biter ve Meryem, İsa’ya “şarapları kalmadı” der. İsa, “Kadın, bunun senin ve benimle ne ilgisi var? Benim saatim henüz gelmedi” diye cevaplar. Meryem, İsa’yı işaret ederek hizmetkarlara seslenir: “Size ne derse onu yapın”. O sırada Yahudi arınma ayini için her biri 80 ila 120 litre kadar su alan altı tane taştan su küpü durmaktadır. İsa, “küpleri suyla doldurun” der ve su doldurulur. İsa, “şimdi birazını alın ve baş kahyaya götürün”der. Su, İsa’nın mucizesiyle şaraba dönüşmüştür ve baş kahya, şarabın tadına baktıktan sonra damadı çağırıp şöyle söyler: “Herkes önce iyi şarabı servis eder, misafirler sarhoş olduktan sonra da kötü şarabı. Fakat sen iyi şarabı şimdiye saklamışsın”. Böylece bir parti İsa’nın ufak bir dokunuşuyla şarapsız kalmaktan kurtarılmıştır.

 

(Epey bakındım internette fakat bu mozaiğin nerede, kim tarafından ya da ne zaman yapıldığına dair bir bilgi bulamadım.)

 

Günümüzün meselelerinden biri de bu tarz “mucizelerin” artık yaşanmıyor, görülmüyor ya da önemsenmiyor oluşuyla ilişkili. Artık, ilk bakışta algıladığımız veya algılayamadığımız birçok olayın ardında –her ne kadar daima tatmin edici olmasa da- bir açıklama olduğunu biliyoruz. Örneğin, bundan bir yıl önce İtalya’nın Modena şehrine bağlı bir kasabada teknik bir arıza yüzünden musluklardan su yerine şarap akmış ve bu haber medyada İsa’nın Kana Düğünü mucizesi anımsanarak aktarılmıştı. Ancak bu olay, ne Tanrı’nın, ne İsa’nın ne de herhangi bir varlığın mucizesi olarak görüldü. Bir şarap mahzeninde şarabı şişelemek için kullanılan boruların su borularıyla bağlantısındaki bir sorun yaşnamıştı. Zaten birkaç gün içerisinde de olay unutuldu gitti.

 

Fakat bu açıklanabilirlik hali, bizi zaman zaman mucizelere inanma arzusu ve ihtiyacından azade kılmıyor. Bir sabah uyandığımızda bir mucize olsun ve iyiler/iyilik kazansın istiyoruz ya da bir akşam bardaklarımızdaki su, onca para dökmemize gerek kalmadan şaraba dönüşebilsin. Mucizelere dair güzel olan esas şey de bu aslında, bir anda ve şaşırtıcı şekilde gerçekleşiyor olmaları. Oysa görünen o ki, şarap fiyatları bir süre daha el yakmaya devam edecek; kötülüğün hafiflemesi ancak yıllar, yüzyıllar sürecek bir mücadele ve değişimle mümkün olacak. Fakat sabrımız azalıyor, mucizelere duyduğumuz ihtiyaç ise her geçen gün artıyor.

 

 

Acizlikler

 

Mucize kelimesi, Arapça acz kökünden geliyor ve aciz bırakan şey anlamında kullanılıyor. Zira doğaüstü bir olay gerçekleştiğini düşündüğümüzde, mucizenin görkemi karşısında adeta kifayetsiz kalıyoruz. Fakat bizi aciz kılan şeyler ne yazık ki mucizelerle kısıtlı değil. İçinde yaşadığımız dönemin sosyoekonomik ve politik koşulları, insanlar olarak ne kadar acizleşebileceğimizi bize her geçen gün hatırlatıyor.

 

Büyük tabloda pandemi, politik ve ekonomik krizler, iklim krizi, ırkçılık, emek sömürüsü ve birçok sebebe bağlı ayrımcılık var. Bütün bunları, bundan birkaç yüzyıl öncesine kıyasla çok daha iyi tanımlayabiliyor ve daha hızlı tespit edebiliyoruz, yalnızca birkaç saniye içinde dünyanın öbür ucunda yaşanan bir durumdan haberdar olabiliyoruz, fakat bütün bu verilerin yüklediği devasa ağırlığı omuzlayabilmek için fazla aciz kalabiliyoruz. Elimizden gelenin en iyisi bile bazen büyük tabloda ufak bir sıyrık açmaktan öteye gidemiyor. Umutsuz olma vakti değil vakit, fakat bunu bu şekilde düşünmemek de bazen elde değil.

 

Bu meselenin gündelik hayatlarımızdaki karşılığı yaptığımız bireysel seçimlerin bedelleri ve getirileri üzerinden şekilleniyor. Yaptığımız ya da yapmadığımız tercihler üzerinden sık sık suçlandığımız ve çoğunlukla seçimlerimizin kayda değer bir sonuç vermediği bir dünyada bazen kaybolmuş hissedebiliyoruz. Bu anlarda tutunacak bir dal bulmak insana iyi geliyor –her ne kadar zamanla bu dal da kuruyup ağaçtan kopsa da. Bu yüzden kilisenin önünden geçtiğim kimi yürüyüşlerimde, “size ne derse onu yapın” sözünü girişte açıkladığım çerçevenin tamamen dışında düşünüyorum. Şimdinin bütün bilinirliği ve geleceğin bütün bilinmezliği, takip edildiğinde “doğru” sonuçlar vereceğinden emin olamadığım bir emirin uygulanabilirliğine inanma ihtiyacı doğuruyor. Bir tür güvence ve sorumluluklardan, benlikten, acizlikten kurtulma arayışı…

 

Geçtiğimiz günlerde bitirdiğim için aklımda buna ilişkin taze bir örnek var. Fleabag dizisinin meşhur günah çıkarma sahnesinde, herhangi bir dini inancı olmayan Fleabag’in ağzından hiç beklemediği bir anda ve bir şekilde şu sözler dökülür: 

Birinin her sabah ne giyeceğimi söylemesini istiyorum. Birinin ne yiyeceğimi söylemesini istiyorum. Neyi seveceğimi. Neyden nefret edeceğimi. Neye sinirleneceğimi. Neyi dinleyeceğimi. Hangi müzik grubunu seveceğimi. Ne için bilet alacağımı. Ne hakkında şaka yapacağımı. Ne hakkında şaka yapmayacağımı. Birinin bana neye inanacağımı söylemesini istiyorum. Kime oy vereceğimi ve kimi seveceğimi ve bunu onlara… nasıl söyleyeceğimi. Sadece, birinin hayatımı nasıl yaşayacağımı söylemesini istiyorum Peder, çünkü sanırım şu ana kadar hep yanlış yaşıyordum. (…)

 

Cinsel, sosyal, ailevi ve profesyonel hayatında yaptığı kimi seçimlerden ötürü ahlaki yargılarla, “başarısızlıklarla”, yalnızlıkla ve beş parasızlıkla adeta sınanan Fleabag karakteri, yabancı bir yerde durmuyor. Fleabag, her ne kadar dışarıya sürekli her şeyin kontrol altında olduğu izlenimini vermeye çalışan bir kadın olsa da bu monolog üzerinden içindeki dağınıklığı açıyor, benliğini askıya bırakabileceği bir varlığa duyduğu ihtiyacı haykırıyor. Nitekim “ben” olarak yapılan seçimler çoğunlukla “yanlış” seçimler oluyor ve çoğunlukla “yanlış” sonuçlar doğuruyor. Bu bakımdan içinde yaşanılan acizliği sonlandıracak bir mucize gerçekleşmesi bekleniyor. Fakat mucize ya gerçekleşiyor, ya gerçekleşmiyor…

 

Sonuç olarak, bireysel ve kolektif seçimlerimiz ve sorumluluklarımız, altından kalkması güç hale geldiklerinde varlığını kabul etmek istemediğimiz insani ihtiyaçlarımızla yüzleştiriyor bizleri. Bu anlamda, “size ne derse onu yapın” sözü (bir dakikalığına da olsa) ataerkil güç ilişkilerini bir kenara bırakacak olursak bir tür hafiflemeyi de vaat ediyor kendi içinde. Uygulanabilirliği ne derece mümkün bilmiyorum, kilisenin önünden geçeceğim bir yürüyüşe bıraktım bu sorgulamayı. Ya da suyun bir dokunuşla şaraba dönüşebildiği bir mucize anına.

 

Peki siz, size denilenleri yapıyor musunuz? 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak

Hataylı kadınların söylediği gibi, Hatay’a bir kez giden, bir kez daha gidermiş. Ben de dönmekte çok gecikmem umarım! 

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak

Hangi kooperatifin ne zaman hangi destekten faydalandığının, bunun bir ayrıcalık mı yoksa bir hak mı olduğunun ya da “bağımsız” kooperatif titrini düşürüp düşürmediğinin çetelesini tutmak hiç de kolay değil.

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak

Hatay’daki kadın kooperatiflerinin gündeminde neler var? Bu kooperatifler neler söylüyor, neler biliyorlar? Ne tür üretim ve ortaklık stratejileri geliştiriyorlar? 

MEYDAN

Y“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”
“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”

“aşk bir rüyaymış, uyandık” ama karında kelebekler de yok değil...

Bir de bunlar var

Oprah’nın Altın Küre Konuşması
Kadın-Erkek Ayrımcılığına Karşı Bir Yazım Rehberi
Afganistan’dan Yükselen Müstehzi Ses

Pin It on Pinterest