En muhabbetli ailelerin bile geçmişinde saklı kurucu sırlar olması ile, ailenin, genç kuşakları da kendine benzeten bir kriminal kuruma dönüştürülmesi, aile ile devlet arasındaki aynılığa işaret ediyor.

SANAT

Sır eve düşen bombadır*

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

Kadın:   Bu geçmişle nasıl yaşayabileceğimi  bilmiyorum. Eğer gitmezsem bu geçmiş beni öldürür.

Erkek: Öldürmez. Kimsenin hiçbir şeyin sana zarar vermesine izin vermem.

K: Madem sana güvenmemi istiyorsun, bana bir sırrını söyler misin? Kimsenin bilmediği sadece benim bilebileceğim bir şey.

E: Benim bir sırrım yok.

K: Hiç mi sırrın yok? Herkesin bir sırrı vardır. (…) Esas kızı havaalanından döndürmek için daha derin sırların olmalıydı.

E: Bir sırrım var, ben sana aşık oldum bayan.[1]

 

Kadın adamdan ayrılır ve uçağa doğru gider ve aslında gidemez. Adamın başka bir sırrı olması ihtimaline vurgundur çünkü.

 

Arşaluys Kayır’ın bir röportajında okuduğumu hatırlıyorum: “Sır eve düşen bir bombadır.”[2]Sır gerçekten aileye düşen bir bombaysa hem aile fertlerini öldürebilir hem de nesilleri zehirleyebilir. Kısacık bir anda okunuveren bu cümle, nesilleri kesen bir uçsuz-bucaksızlığı da içinde barındırıyordu. Herhalde o nedenle de kalmıştı aklımda.

 

Türkiye’nin Hollywood’u aratmayacak dizi endüstrisinin en çok sevilen leitmotifi aile. Bu dizilerin hemen hepsinde aile, korunması şart olan bir kurum olarak ortaya çıkarken, bu koruma için her türlü suçu işlemenin de mubah sayıldığı bir hiyerarşik üstünlük atfediliyor aileye. Masumlar Apartmanı, Kağıt Ev, Çukur, Ramo ve Maraşlı gibi dizilerde ailenin bütününün, nesil nesil suçlulara dönüştüğü, dahası, ailenin korunması için seri halde suç işlenmesi gerektiği savunuluyor. Bu ailelerin tamamında, sırlar aile bireylerinin birbirleriyle ilişkilerini belirliyor, sırları bilenler ailenin her anlamda reisi oluyorlar. Sır aileyi besliyor, var ediyor. En çok sırrı haiz olanı en büyük yönetici ilan ediyor. Hatta gizliliğin karşı konulmaz iktidarında, sırrın hükümranlığının aile kurumunun yerine geçtiğini bile söyleyebiliriz.

 

Bu sırlardan kurucu olanları, kimin kimin çocuğu olduğu ya da olmadığı, kimin yetim olduğu, evlatlık verildiği, örneğin Alev Alev dizisinde olduğu gibi, ya da Maraşlı dizisindeki gibi zengin, Boğaz’a nazır, bahçesine ceset gömülü bir müstakil evde yaşayan ailenin, kızını neden öldürtmeye çalıştığı izlenimi verdiğini anlamaya yönelik hikayede geçmişten fırlayıp gelen sır, aslında aile kurumunun yerine geçip, bütün ilişkileri sırrı kimin bildiği etrafında sürekli dağıtıp yeniden kuruyor. Bu kurucu sırlar ailenin kaderini belirlerken, iktidar alanlarının yeniden kurulmasında daha çok suç işlenmesini de gerekli kılıyor. En muhabbetli ailelerin bile geçmişinde saklı kurucu sırlar olması ile, ailenin, genç kuşakları da kendine benzeten bir kriminal kuruma dönüştürülmesi, aile ile devlet arasındaki aynılığa işaret ediyor. Devlet ile ailenin birbirine muhtaç, birbirine bağımlı tutkusunu ve ailenin devletin mikro düzeyde bir yansıması olduğunu kabul etmek istersek, geçmişinden kaçan, geçmişini inkar eden, sürekli o geçmişin üstünü örterek ve sürekli suça iştirakle kendini var eden bir toplum ve devlet modeliyle karşılaşırız.

 

Aile hukuku adından anlaşılacağı gibi sadece aile ile ilgili değildir. “Aile her şey” ise onun hukuku da her şeyin hukuku demektir. Gerçekten de, aile hukukuna ilişkin düzenlemeler en eski borçlar hukuku metinlerinin içinde geçen haliyle, mesela erkek evladın/oğulun borcundan, babanın aile reisi olarak sorumlu tutulabilecek olması; dini hukuk düzenlemelerinde aileye ilişkin hükümlerin, hukukun kodifiye edilmeye çalışılmasıyla neredeyse eş zamanlı olduğu da düşünülürse aile, suç ve cezanın, hukukun, en temel kurumlarından biri olmuştur. Devlet eliyle üretilen hukuk da aynı şekilde, aile hukukuna, örf ve adetlere büyük önem atfeder. Böylelikle, aile hukuken de devletin aynadaki aksi, bir tür ete kemiğe bürünmüş suretidir. Devletin şiddet kullanması meşru ve bu hakkı hukukla korunmuş bir kurum olduğu tezinden yola çıkarsak, dizilerde bize anlatılan bu aileler her türlü suçu işlemeleri meşru, her türlü cezadan muaf, devletin birer prototipi olarak karşımıza çıkarlar. Dahası, aynen devletin yönetim biçimini içselleştirmiş; gizlilikle, sırla yöneten, oyun kuran aktif bir kurumdur.

 

İşin püf noktası, hepimizin bu kriminal karakterlerle  özdeşleşmesini sağlamakta yatar. Burada da en çok kullanılan strateji bu karakterlerin “gizli ve iyi” bir yanları olduğuna inanmamız için harcanan sakil, beceriksiz çabadır. Patır kütür adam öldürürler; ama onlarda esas görmemiz gereken “gizli ve iyi şeylerdir.” Gizlilik, sır, bazen geçmişlerini bilmemeleriyle, “ailesizlik”, “yetimlik”, “mağduriyet”, “sevgisizlik” vs. olarak ortaya çıkar. “İyilik” ise bu seri katil kıvamındaki suçluların ellerine yüzlerine bulaşan, vıcık vıcık romantizmde, neredeyse tamamı erkek olan başrollerin sevgilileri, eşleri ile olan “az-gelişmişlik-çıkmazında-Türk-usulü-ilişkilerinde” görülür. Sırlar kavuşmalara engelken, döndürülen binbir alavere dalavere dizi ilişkilerinin temel dinamiği olarak karşımıza çıkar.

 

Bir önceki yazıda, dizilerde failliğin, kıskançlık ile ırkçılık aşkının meyvesi olarak sunulmasını tartışmıştım. Kriminal oluşu var olabilmesinin önkoşulu haline getirilmiş aile kurumunun, fail oldukça kendini var edebilen, sürekli sırların hükümranlığında, suç ile sır üretiminin tekelini elinde tutan bir kurum olarak fail bir devletten ne farkı olabilir?

 

Sır aileye düşen bombaysa, bu bombaların seri üretiminin, bu türden bir failliğin ailenin var olması ve korunması için şart olduğunu dayatan bir dil, ailenin zehirleyen, öldürücü bir kurum olduğunu da savunmuş olmuyor mu? Bunu ailenin reisi devlete uyarlarsak, devletin varoluşu da ancak fail olmaktan geçer. Sözüm ona tarih dizilerinin tamamında bu failliğin binbir türünün görülmesi bu bakımdan tesadüf olmasa gerektir.

 

Gizlilik içinde iyilik, iktidar içinde aşk aratan, ‘iyilik uğruna’ suç işleme anına haz gizleyen, faillikten de mağduriyetten de kendine hep daha fazla iktidar alanı açabilecek kadar muktedir, duygusal, fiziksel, düşünsel her sınırı canı istediğinde aşabilen, kıskanç, işgalci, ırkçı, tecavüzcü bir üstünlük temsili esasen ne kadar modern bir toplumda yaşadığımızı gösteriyor.

 

Modern olan gerçekten de devletlerin elinde oyuncak değil, kendileri oyuncu olan, oyun kuran, aynen bu dizilerde olduğu gibi sırla yöneten ve yönetilen ailelerden oluşan bir toplumdur. Bu toplumda, kimsenin kimseye diyecek bir sözü olamaz. Çünkü herkes aynı oranda suçludur. Modern toplumun en benzersiz muhabbeti de buradan, birbirinin gözünün içine baktığında, karşısındakinin de en az kendisi kadar suçlu olduğunu bilmesinden kaynaklanır. Sevgiden değil.

 

 

 

Görsel: Silva Bingaz, “Burgazada Gelincikleri”, Coast (Kıyı) serisi, 2007-2008 (Sanatçının izniyle)

*Kayır, Anne Schützenberger’den alıntılayarak söylemiş. Bkz. https://t24.com.tr/haber/prof-arsaluys-kayir-anneannemin-nefes-alirken-uzerine-toprak-atilmis-nefes-darligi-bize-yadigar-kaldi,294534

[1] Maraşlı dizisinden bir diyalog.

[2] Bkz. Dipnot 1.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YVarılamayan Liman: İyiliğin Kıyıları
Varılamayan Liman: İyiliğin Kıyıları

Bütün katillerin iyi olduğu bir toplumda kötü nedir ya da kim olabilir?

SANAT

YKıskançlık ile ırkçılığın dayanılmaz “aşk”ı: Faillik
Kıskançlık ile ırkçılığın dayanılmaz “aşk”ı: Faillik

Erkin sınırlarını sürekli genişletmesi gerektiğinin mesajını veren siyasal, toplumsal ve devlet söyleminde bu "normallikte" şaşılacak pek az şey vardır. 

Bir de bunlar var

Tamara de Lempicka Resimlerinin Karanlık İhtişamı
Boşnak Kızı
Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin

Pin It on Pinterest