Shannon Liao’nun The Verge’de yayınlanan We Can Do Better than The Bechdel Test adlı makalesinin çevirisidir.
Alison Bechdel’in 1985’te yayımlanan Dykes to Watch Out For karikatüründen esinlenilerek oluşturulan Bechdel Testi, bir filmin kapsayıcı sayılabilmesi için üç basit gerekliliği ifade ediyor: içinde en az iki kadın olmalı, bu kadınlar birbiriyle konuşmalı, konuştukları şey bir erkek hakkında olmamalı. Bu kural, kalite veya iyi kurgulanmış kadın karakter göstergesi olmasa da eğlence sektörünün kadınları nasıl dışladığını ve kadınların, hayatını erkekler etrafında kurgulamayan üç boyutlu karakterler olup olmadığını göstermekte kullanışlı bir araç. 2016’da en çok izlenen 50 filmin üçte birinde kadın karakterlerin birbirleriyle anlamlı konuşmalarda bulundukları gösterilmiyor.
Bechdel Testi Hollywood’un temsiliyet konusundaki kör noktalarını ölçen kullanışlı bir cetvel olsa da sinemanın diğer önemli taraflarına – bu rollerin ne kadar merkezde olduğuna, beyaz olmayan insanlara, kamera arkası veya önünde kimin çalıştığına – pek değinmiyor. Bunu göz önünde bulundurarak FiveThirtyEight eğlence endüstrisindeki 13 insandan sinemadaki temsiliyet konusunda kendi standartlarını hazırlamalarını istedi. Site, bu kişiselleştirilmiş testleri Bechdel’e alternatif olarak gösterdi ve yazarları, 2016’nın gişe rekortmenlerini bu testlerle ölçtüler.
Sinemadaki feminizmle ilgili genel geçer bir test yok, bu yüzden farklı ölçümler ve kişisel kapsayıcılık testlerini kullanmak yararlı olabiliyor – özellikle kapsayıcılık gerekliliklerine rağmen sınıfta kalan birçok film olduğu için. FiveThirtyEight’in tüm testlerini geçen hiçbir film yok, fakat Mila Kunis ve Kristen Bell’in başrolünde yer aldığı Bad Moms buna en çok yaklaşanlardan. Testlerden bazıları sadece bir kriterin sağlanmasını yeterli görüyor, örneğin This is Why We’re Single senaristi ve oyuncusu Rory Uphold’un “eğer bir film ekibinin yüzde 50’sini kadınlar oluşturuyorsa” ona göre kapsayıcı kabul edilmesi gerektiğini söylemesi gibi. Fakat bu Uphold Kuralı dizayn olarak çok basit gözükse de incelenen elli filmin hepsi de sınıfta kalıyor. The Conjuring 2, yüzde 90’ını erkeklerin oluşturduğu film ekibiyle en kötü olanları.
Master of None’daki Thanksgiving bölümünün senaristliğini üstlenerek Emmy ödülüne layık görülen Lena Waite’a göre, bir filmin tam olarak temsiliyeti sağlayabilmesi için siyahi bir kadının sağlıklı bir ilişkide ve güç konumunda olması gerekiyor. Bu testten ise sadece beş film geçiyor: Bad Moms, Hidden Figures, Independence Day: Resurgence, Boo! A Madea Halloween ve Central Intelligence.
Go, Diego, Go yapımcısı ve başyazarı Ligiah Villalobos, Latin temsiliyetine dikkat çeken bir test oluşturuyor: “Filmin ana karakteri Latin bir kadın olmalı ve bu ya da başka bir Latin kadın karakter profesyonel, üniversite mezunu, aksansız İngilizce konuşan ve objeleştirilmeyecek şekilde temsil edilmeli.” Uphold Testi gibi bu testi de geçen hiçbir film yok.
Diğer testler ise kadın karakterlerin ne kadar merkezde olduğu veya iyi kurgulanıp kurgulanmadıklarıyla ilgili. Bu kadınlar sadece hamile kalmak, erkek ana karaktere sorun çıkarmak veya ölüm yoluyla erkek ana karaktere bir şeyler hissettirmek için mi varlar? Yardımcı karakterler çoğunlukla erkek mi? The Black List isimli senarist grubunun topluluk yöneticisi Kate Hagen’ın oluşturduğu Hagen Testi’nden geçmesi için, bir filmin tek kişilik sahnelerinin yarısının kadınlara ait olması ve ilk topluluk sahnesinin yüzde ellisini kadınların oluşturması gerekiyor. Yalnızca beş film bu testi geçebiliyor: Bad Moms, Finding Dory, Passengers, 10 Cloverfield Lane ve Lights Out.
Sevimsiz anlatısı ve çok da parlak olmayan yorumlarına rağmen Bad Moms’ın 2016’nın en çok izlenen 50 filmi arasındaki en iyi kadın temsiliyetine sahip olan olması tuhaf ve biraz üzücü. Fakat The Hangover’ı yapan erkeklerden böyle bir film izleyebiliyorsak geleceğe dair halen umudumuz var demektir. Bunun gibi testler bize her zaman filmin bütün olmayan bir resmini verecektir. Sayılar da her zaman filmin ilgi uyandırıcı bir hikayesi olup olmadığını bize söyleyemez; ama bize Hollywood’u olağan durumla yetinmeyip daha iyisini yapması gerektiği konusunda uyarmamızda ve ekranın önü ve arkasında eğlence anlayışımızı daha ileriye götürecek olan çeşit çeşit insanın neden sistematik bir biçimde filmlerin yapım aşamasından dışlandığını sorgulamamızda yardımcı olabilir.