Decca Muldowney’nin Calvert Journal‘ın “Women Recollected” projesi için kaleme aldığı yazının çevirisidir. Kültür dünyasının 20. yüzyıldaki unutulmuş öncü kadınlarına ışık tutma şiarıyla yola çıkan projeyle rastlaşmaya, ileriki haftalarda da, yine bu sayfalarda devam edeceksiniz.
Şair ve şarkıcı Yanka Dyagileva, 9 Mayıs 1991’de ailesinin Sibirya’nın kırsalının derinliklerindeki yazlık kulübesinden yürüyüş yapıp bir sigara tüttürmek için çıkmıştı. Bir daha geri dönmedi.
Sekiz gün sonra bedeni Inya deresinden çıkartıldı. Ölümünün kaza mı, intihar mı, hatta cinayet mi olduğu bugün hâlâ belirsizliğini koruyor. Yalnızca 24 yaşındaydı.
Fakat ardında derin bir kültürel miras bırakmıştı bile. Birçokları için onun trajik ölümü, Dyagileva’nın genç nesilden müzisyenlerle gücünü birleştirerek otoritelerin katı biçimde yasakladığı kaygı ve ızdırabı dışa vuran Sibirya’nın patlamaya hazır punk sahnesinin de sonu anlamına geliyordu. Altı ay sonra Sovyetler Birliği çöktü, hareketin serpildiği kendine has koşulları da beraberinde götürdü.
Yanka Dyagileva, 80’lerin sonu ve 90’ların başlarında Sibirya’daki yeraltı punk hareketinin kalbinde olan birkaç kadından biriydi. Kendine özgü, işlenmemiş folk-punk tarzını gizli gerçekleşen konserlerde, apartman dairelerinde, Houses of Culture’da* ve Sovyetler Birliği’nin dört bir yanındaki üniversite yurtlarında sahneledi. Şarkıları kasete kaydedildi ve sansürden kaçınmak adına elden ele aktarıldı. Şarkı sözleri melankolik akustik gitar nakaratları yerine komünist sloganları, Rus masallarından kısımları ve gündelik Sovyet yaşamından çarpıcı imgeleri – tren rayları, sigaralar, altgeçitler ve buruşturulmuş rubleler – birbirine ördü. Sesi bir nesli kendinden geçirdi.
Başlangıçlar
Yana Stanislavovna Dyagileva, 4 Eylül 1966’da Novosibirsk, Sibirya’da doğdu. Ailesiyle sıhhi tesisatı olmayan ahşap bir evde yaşadı, utangaç bir tek çocuktu, okumayı ve şarkı söylemeyi seviyordu. Ergenliğinde defterlerini şiirlerle doldurdu.
Üniversitedeyken yeraltı gösterilerine katılmaya başladı. Kvartirniki diye bilinen bu gösteriler, özel mülklerde, Sovyet otoritelerinin onayı olmadan gerçekleşiyordu. Şehir dışından ünlü müzik grupları kadar bilinmeyen yerel ekipler de sigara dumanı, alkol ve politik fikir ayrılıklarının baş döndüren karışımında sahne alıyordu. Konserler Dyagileva’nın yaşamının yönünü değiştirecekti.
Sibirya’da patlayan punk sahnesinden ilham alan Dyagileva, üniversiteyi 1986’da bıraktı ve kendini harekete kaptırdı, Cultural Revolution ve Survival Instruction gibi müzik gruplarıyla, Miroslav Nemirov gibi yazarlarla dost oldu.
O zamanlardan arkadaşları Dyagileva’yı uzun boylu ve çarpıcı olarak, uzun kırmızı saçlarıyla hatırlıyor. Erkek pantolonları ve savaş botları giyiyordu, kendisinden bahsederken ve kendi hakkında yazarken eril bir form kullanıyordu. Hiç makyaj yapmamıştı.
“Yanka’nın önemli biri olacağı apaçık ortadaydı,” diyor Survival Instruction’ın baş solisti Roman Neumoyev, Vladimir Kozlov tarafından yönetilen belgesel Traces In The Snow (2014)’da.
Dyagileva, kasvetli şarkı sözlerine rağmen ironik ve mütevazı bir mizah anlayışına sahipti. Fakat oyuncul dış görünüşüyle birlikte, şarkıcının başka bir başka yönü de vardı. “Bir Yanka vardı, kızıl saçlı deli bir arkadaş, erkek pantolonları giyen gerçek bir deli kız” diyordu punk müzisyeni Nikolay Kuntsevic, nam-ı diğer Nick Rock’n’Roll belgesel yapımcılarına. Ama Dyagileva aynı zamanda depresif epizotlardan da muzdaripti. Espri yapmak bile mücadele gerektiriyordu. Müzisyen dostları durumu “haz yitimi” olarak açıklıyordu, ya da “yaşama sevincinin yitirilmesi”.
Tarz ve Üretim
Dyagileva’nın müziği, Batı Rock elementleriyle geleneksel Rus folk ve perestroika** şiirinin kombinasyonuydu. Eleştirmenler tarafından Patti Smith ve Janis Joplin gibi müzisyenlerle karşılaştırılıyordu. Etrafındaki müzik grupları külüstür kayıt ekipmanlarını ve elektronik gitarları, ses bozulmalarını ve hırıltılı vokalleri öne çıkarırken Yanka çoğunlukla sadece akustik gitarı ve berrak, akılda kalan sesiyle tek başına sahne aldı.
“Şiirsel ustalığı onu diğer erkek müzisyen meslektaşlarından ayırdı,” diye yazmıştı Ivan Gololobov ve Yngvar B. Steinholt Punk In Russia’ya. “Şarkıları neredeyse gaddar bir mahremiyetin simgesiydi, her biri ivedilik ve cüretkâr bir gururla sunuluyordu.”
Dyagileva’nın en ünlü şarkılarından biri “Tramvay Rayları Boyunca” [Along Tram Rails] Sovyetler Birliği’nin son dönemlerindeki Sibirya’nın kentsel, endüstriyel manzarasını anımsatıyordu. Şarkının sözleri bir çiftin amaçsız bir halde tramvay raylarının üzerinde dolanıp durmasını tahayyül eder; bir anda sabıkalı deliler olarak yaftalanabilecekleri ufak bir başkaldırıdır bu. Şarkının ana karakterleri nihayetinde “mavi şapkalılar” ya da Sovyet polisi tarafından yakalanır ve ölüme mahkum edilirken Cheka*** yöneticisi Felix Dzerzhinski’nin – Demir Felix (Iron Felix)- portresi onları seyreder.
Tramvay Rayları Boyunca
Beraber yürüyüşe gidelim, tramvay rayları boyunca
Ve boruların üzerinde oturalım çevre yolunun ucunda
Fabrikalardan gelen siyah duman bizim ılık meltemimiz olacak
Sarı bir trafik lambası bizim kutup yıldızımız olacak
Şanslıysak, kafesimize gece çökene kadar dönmeyeceğiz
Biz kendimizi yerin altına gömebilmeliyiz
Ve orada uzanabilmeliyiz üzerimizden siyah arabalar geçerken
Pislikte debelenmeyenleri götürürlerken
Zaman olursa, tramvay rayları boyunca emekleyemeye devam edeceğiz
Sen gökyüzünü göreceksin, bense ayakkabılarındaki kiri göreceğim
Kıyafetlerimizi fırında yakmamız gerekecek eğer geri dönmemiz gerekirse
Eğer mavi şapkalılar bizi kapıda karşılamazlarsa
Eğer bizi bulurlarsa, onlara raylar boyunca yürüdüğümüzü söyleme
Bu suçluluğun veya deliliğin ilk işareti
Demir Felix bize duvardan gülümseyecek
Vakit alacak ama adil olacak
Raylar boyunca yürüdüğümüz için cezamız
Adil bir ceza raylar boyunca yürüdüğümüz için
Onlar öldürecekler bizi tramvay rayları boyunca yürüdüğümüz için yalnız
Özgün Anlar
Dyagileva’nın ilişkilerinden bilhassa bir tanesi kısa yaşamını ve kariyerini şekillendirecekti. 1987’de Yegor Letov’la tanışmıştı. Letov, Grazhdanskaya Oborona [Sivil Savunma] isimli grubun baş şarkıcısıydı. Rus punk’ının babası olarak övülen Letov, halihazırda üç ayını, muhalif şarkı sözleri nedeniyle KGB tarafından yerleştirildiğ psikiyatri koğuşunda hapis geçirmişti.
Âşık olmuşlardı. Letov otoritelerin tarafından yeniden hastaneye kapatılmakla tehdit edildiğinde, ülke boyunca seyahat etmiş, belediye kafelerinde yemek yiyerek, terk edilmiş binalarda ve tren vagonlarında uyuyarak yol almışlardı.
Çalkantılı ilişkileri iki yıl sürdü. Letov, müziğini Omsk’taki geçici stüdyosunda kaydederek bizlere Dyagileva’nın 29 orijinal şarkıdan oluşan mirasını bıraktı. Dyagileva, ülkede turneye de çıktı, ilk olarak Letov’un müzik grubuyla sahne aldı, ardından da tek başına.
Fakat bu üretken süreç kısa ömürlüydü. 1991 yılı geldiğinde, Letov’la ilişkisi parçalandı, annesi öldü ve yakın arkadaşı, şarkıcı Sasha Bashlachev kendini öldürdü. Yanka babasıyla yaşamaya evine döndü ama depresyona girdi ve sahneye çıkmayı bıraktı. Aynı yılın ilerleyen aylarında kendisi de göçüp gitti.
Mirası
Ölümünden sonra, Rus gazeteleri Dyagileva’nın basacakları hiçbir fotoğrafı olmamasından yakındılar. Röportaj vermeyi de reddetmişti. Bir keresinde, 1990 yılında bir gazeteci yorum yapması için ona baskı yaptığında basitçe şöyle yanıt vermişti: “Bilmesi gerekenler benim kim olduğumu ve neden bunu yaptığımı anlayacaklar.”
Dyagileva, her ne kadar ardında yalnızca birkaç tane Lo-Fi (düşük çözünürlüklü) kayıt ve karıncalı video bıraksa da, Rus karşı kültüründe bıraktığı iz kalıcıydı.
Şu sıralar, Rus indie plak şirketi Vyrgorod, Dyagileva’nın müziğini yeniden piyasaya sürme aşamasında. Intermedia ise To The Declassified Elements’in (2018) kendi yayınladıkları yenilenmiş versiyonundan Yanka’nın “muhteşem sesi ve güzel tınısı”nı öven bir “keşif” olarak söz etmekte.
Dyagileva, Batı’da bile tamamen unutulmadı. BAFTA ödüllü yönetmen Adam Curtis de hayranları arasında. Curtis, Yanka’nın müziklerine Hypernormalisation belgeselinde ve Massive Attack ile canlı yayında gerçekleştirdikleri iş birliğinde, “Everything is Going According to Plan”’de, yer verdi. Yayın sırasında, Cocteau Twins’ten Elizabeth Fraser, Diaghileva’nın şarkısı My Sorrow is Luminous’u söylüyordu: “Tavandan sarkan bir televizyon var/ Ve kimse benim nasıl da bok gibi hissettiğimi bilmiyor.”
Bugün bile Dyagileva’nın müziği beklenmedik yollarda dolaşmaya devam ediyor. Ukrayna doğumlu, Amerika’da yetişmiş şarkıcı ve yazar, Alina Simone, 2001 kışında, New York’taki Brighton Beach’te yürürken sokakta müzik yapan Rus punklarıyla karşılaştı. Ona “Yanka” etiketli kaçak bir kaset verdiler. Müzikten etkilenen Simone, “Everyone Is Crying Out To Me Beware” (2007)’i kaydetmesine yol açan bir yolculuğa girişti. Bu Yanka’nin Amerika’da piyasaya sürülen şarkılarından oluşan bir cover albümdü.
Ölümünden on yıllar sonra, Sibirya’dan binlerce mil uzakta, Dyagileva’nın mirası hâlâ, hep olduğu gibi hareket halinde; elden ele, yeni jenerasyonlara aktarılıyor.
* Sovyetler Birliği döneminde, devletin kitlelere kültürel aydınlanma getirmek için organize ettiği halkevi ve sosyal merkezlere verilen genel ad.
**80’lerin ortasından itibaren Gorbaçov tarafından teşvik edilen yeniden yapılanma ve reform hareketi
***Sovyetler Birliği’nin ilk güvenlik ve istihbarat teşkilatı.