İsmin zihnime dönemin sinema sektörünün, gazetelerinin ve dergilerinin sana uygun gördüğü “şuh kadın”, “Yeşilçam’ın çıplak güzeli”, “seksi oyuncu” hitaplarıyla yer etmişti ama yüzünü kolaylıkla gözümde canlandıramıyordum.

SANAT

Sevgili Feri

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

Sevgili Feri,

 

Seni ölümünden yaklaşık yirmi sene sonra, on beş yıllık kariyerinde rol aldığın -benim de son birkaç ayda seyrettiğim- yüzün üstünde filmin aracılığıyla daha yakından tanıdım. İsmin zihnime dönemin sinema sektörünün, gazetelerinin ve dergilerinin sana uygun gördüğü “şuh kadın”, “Yeşilçam’ın çıplak güzeli”, “seksi oyuncu” hitaplarıyla yer etmişti ama yüzünü kolaylıkla gözümde canlandıramıyordum. Hafızamdaki bulanıklıktan rahatsızlık duydum. Belki sinemanın erkeklerinin dilleriyle ve gözleriyle yaratmış oldukları “ahlâksız”lığın sana yaftalanıp, sonra da bu ahlâksızlığın aşağılanmasına isyan ettim. Neden ödüllerin, röportajların, hakkında yazılan kitaplar yoktu? Neden öldükten yirmi yıl sonra bile internetteki bölük pörçük, kalitesiz ya da eksik bir yığın kurmaca film arasında arıyorum seni? Tek bir belgesel görüntünü, ağzından çıkan üç-beş cümleyi bulmak neden bu kadar zor? Sana dair anlatılarda Yeşilçam’ın yıldızlık mertebesinin sözcükleri yok. Feri bir kişi değil, bir rolmüş. Ahlâksız olduğu için kıymetsizmiş de. Böyle kurmuşlar seni sinemada. Yazmışlar, oynatmışlar, çekmişler.

 

2 Eylül 1983’te sevgilin tarafından kızının gözleri önünde öldürüldüğünde ben henüz altı yaşındaydım. Cinayeti hatırlayamamamın nedeni bu olsa gerek – gerçi Bergen’in yüzüne kezzap atıldığı günü dün gibi hatırlıyorum. Ne düşündün sana silahı doğrulttuğu anda acaba? Ezbere bildiğin, ekranda ve muhtemelen sette hiçbir inandırıcılığı olmayan hikâyeler, sahneler geçti mi ki gözünün önünden? Gerçek ne kadar yakındı o filmlere? Belki o tetik çekilmeden çok önceden biliyordun bu yakınlığı. Gazetelerde haber olmuşsun ertesi gün. Hatta birinin baş sayfasının yarısını kaplayan bir fotoğraf ile verilmiş haber: “Feri’nin sonu…” manşeti yakıştırılmış, kırmızı font kullanılmış. Morgda yatan cansız bedeninin üstündeki çarşaf sıyrılmış, göğüslerin çıplak o fotoğrafta. Sinemada nasıl vahşi ve pornografik bir bakışa maruz bıraktılarsa, orada kıstırıp dondurdularsa seni, ölüme de aynı dehşet verici bakışla uğurlamakta sakınca görmemişler. Fotoğrafın filmlerdeki imgelerini andırıyor; oysa hayatta değilsin. Ne acı, demek karşılamıyor hissettiklerimi. Cinayetten ve cesedinin fotoğrafı çekildiğinden beri hiçbir filmine bunlar olmamış gibi bakmak mümkün değil.

 

Ben ortaokuldayken kantin duvarının bir köşesine şu cümle karalanmıştı: “Tecavüzden kaçamıyorsan tadını çıkar.” Aklımdan çıkmamış. Yan masada birkaç kızın bunu okuyup eğlendiğini, gülümsediğini hatırlıyorum. Hiçbirimiz dönüp ne bu cümleyi karaladık, ne de ne kadar korkunç olduğunu konuştuk. “Bir kadın tecavüzden zevk alabilir mi” diye hakikaten düşünmüştüm. Benim için tecavüz Müjde Ar’ın İffet filmindeki sahneydi: Arabanın penceresine giyotine sokar gibi sıkıştırılan bir kadın kafası ve kımıldayamayan kadın bedeni. Müjde Ar zevk alıyor olabilir miydi? Bunu sorma cüretini gösterdiğim için önceleri kendime kızmış olsam da kendimden şüpheye düşmemin müsebbibinin kurmacanın ve gerçeğin imgelerinin yığılarak üzerimize doladığı ataerkil zihniyet olduğunu sonradan anlamıştım. Ben bu filmleri senin hayata veda ettiğin yıl itibariyle sinemada ve ardından televizyonda seyretmeye başlamıştım; gazete haberleri de o filmlerdeki kadınlığı gerçek hayat için de tasdik eder gibiydi.

 

Madem Feri çıplak, şuh, erotik, seksi, ahlâksız ve yapmacık yazılmış hem film senaryolarına hem de gazete köşelerine ve bu sıfatların hepsi de olumsuz ve değersiz bilinmiş, ben de seni özellikle bu kelimelere münhasır kılmak istemedim. Seni nasıl görmek istedilerse öyle tasarlanmış olan filmlerindeki tekrar eden, ezbere bildiğimiz sahnelere, çerçevelere ve diyaloglara inat, seni, oyunculuğunu, oyunculukla ilişkini mimiklerinde, ifadelerinde ve hareketlerinde aradım. Burada kurmacadan taşan bir şeyler var. Kısmen hüznünü ve öfkeni görüyorum; artık kabak tadı vermiş olabilecek, orijinallikten yoksun bir işe duyduğun. Ama çokça da coşkunu, sevgini ve cesaretini. Kamerayı ve rol yapmayı sevdiğini hissediyorum. Her şeyi yapabilecek gücün varmış bence. Sana çocukça bir hayret ve hayranlıkla bakıyorum. Acaba yakın arkadaş olur muyduk?

 

Bu mektubu geç de olsa kavuştuğumuz için yazdım. Ulaşabildiğim filmlerinin tümünü seni aramak için izledim. Videoyu ise bazısı seyredilemeyecek kadar vahşi sayısız şiddet sahnelerinden arındırarak kurguladım. Bil ki, burada kameranın arkasından seni gören en az bir kadın var. Anlatısı umut ile hayal arasında bir şey. Çok konuşulmamış, önemsenmemiş ya da unutulmuş hayatına, ve tabii ölümüne, bu zamandan bakıp senin yasını tutuyorum. Hoşça kal Feri.

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YFeri’nin Sonu, Yeşilçam’ın Ferisi
Feri’nin Sonu, Yeşilçam’ın Ferisi

Ne aile bireyi ya da akrabaydı ne de anne ya da eş

Bir de bunlar var

İslam Sanatından İlginç Bir Kesit: Emevi Saraylarında Kadın Resim ve Heykelleri
Gezi Direnişi: Şarkı Listesi
Çocukluk, Dans Edebilme Özgürlüğü ve Loie Fuller

Pin It on Pinterest