Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir.

ECİNNİLİK

Sevgi Soysal’ın Kendine Özel “Faşizm”i

Bu senenin ilk yazısı olacak diye üzerimde müthiş bir ağırlık üç gündür. Artık zihnimde nasıl bir yazı canlanıyorsa her derde deva, ilaç niyetine, daha başlığında bir ferahlık, bir tür önünün açılması hissiyatı, ağırlıklarından kurtulma…

 

İnsan kendini çok çaresiz hissettiğinde böyle saçmalıyor, büyük büyük çarelerin peşine düşüyor galiba. Kendi kendime değilim iyi ki şu dünyada, bu kez imdada Sevgi Soysal yetişti.

 

Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabını okumadıysanız, bugünler okumanın tam sırası olabilir. Sevgi Soysal kadar dümdüz, hesapsız kitapsız yazanı bulmak çok zor. 12 Mart döneminde sudan sebeplerle tutuklanıp iki defa mahkûm edildiği tutukevi Yıldırım bölge. Askeri bir hapishane burası, mahkûmların er sayıldığı bir yer. Benzerlerine bugünlerde de şahit olduğumuz sıkı yönetim uygulamalarının herkesin hayatını zindana çevirdiği günler bunlar. Memlekette topraktan bitiyor sanki bu karanlıklar, bir bitmeye görsün heryeri sarıveriyor. Fakat hapishane koşullarının en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına mahkûmları nasıl yaratıcı kıldığının da tanıklığını yapıyor Sevgi Soysal.

 

Bana kalsa kitabın her sayfasını alıntılayayım istiyorum da, şimdi buraya koyduğum kısacık bölüm Sevgi Soysal’ın elinden alınan özgürlüğünün öyle o kadar ucuz olmadığını gösteriyor. Bir fikir, bir bakış açısı, aldığın bir pozisyon… Elden giden özgürlüğün olsa, basbayağı bir yere tıkılmış olsan dahi önünde yeni bir alan açılıveriyor o fikirle. Coğrafya diyor Sevgi Soysal zaten doğrudan. Beden ile özgürlük arasına “kendi coğrafyasını” koyuyor. Okuyun:

 

“O sabah da kalkmıştık erkenden, en erkencisi Sevim Onursal’la bendik.

 

Sevim, koğuşta nöbetçilerin pişirdiği çayla sigarasını tüttürürken, ben de jimnastik yapardım. Oldum olası, kurallar içinde yaşamaya zorlandığım zaman, uymak zorunda bırakıldığım kurallardan daha katisını kendim koyanm. Bu bana, dıştan gelen baskıyı kendi coğrafyam içinde tesirsiz bıraktığım duygusu verir. Tutukevinde de öyle yapıyorum. Erken kalkmamız mı isteniyor? Ben daha erken kalkıyorum. Sayım düzeni mi var? Ben ondan daha çok disiplin isteyen bir jimnastik şartı koyuyorum kendime. Sabahın köründe, üstelik iyice havasız koğuşta jimnastik yapmak pek keyif verici değil; taze zemine serdiğim ince askeri battaniye kaburga kemiklerimin acımasını engellemiyor. Sevim, ranzasından gülüp duruyor halime. Ben inadım inat, oflaya puflaya sürdürüyorum jimnastiği. Canım öyle de çay istiyor ki, çayımı alıp Sevim’in ranzasına tumansam, birlikte sigara tüttürsek bir an önce. Ama yok kendimi tutuklamışım bir kez. Böylece öteki tutuklama vız gelmiş olacak. Sen sonuca bak, öyle de olsa böyle de olsa tutuklusun ya: Ama iş öyle değil. Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir. Ötekini ortadan kaldırmayan, ama benim düşünceme göre ötekini içeren bir özgürlük. Jimnastik hareketlerini de sayıya bindirdim. Belim kopsa sayıyı azaltmak yok. On kez öne eğilip ellerimi yere değdiriyorum. On kez öne uzatarak çöküp kalkıyorum. On kez yerde ayaklarımı uzatıp başımı dizlerime değdiriyorum. Yirmi kez bisiklet hareketi. Sonra bir omuzlarım yere değecek biçimde amuda kalkıyorum. Amut hareketinde yirmiye kadar sayılacak, on sekiz olmaz. Jimnastik soluk soluğa bitiyor. Tutukevi günü başlayabilir artık. Kimse de şu sabah kendi kemiklerimi sızlattığım kadar sızlatamaz kemiklerimi.” (52. sayfadan)

 

Aynı fikrin devamı 191. sayfada da var. Bu kez yönteminin adını da koymuş Soysal:

 

“Kendimi bir bilgisayar gibi programladım. Sabahlan 5.30’da kalkıyorum. Yanm saat jimnastik. Sonra, heladaki musluğa taktığım lastik boruyla soğuk duş. Giyinip kahvaltıdan önce biraz okuyorum. Herkesin uyuduğu bu sabah saaderini seviyorum. Sabahlan kendi kendime uyguladığım özel “faşizm” özgürlük duygusu veriyor bana. Gün boyunca bir yığın ufak kural koyuyorum kendime. Her gün sekiz sayfa yazmak gibi. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanını, işte böyle, her gün sekiz sayfa kuralıyla yazdım. Her gün sekiz sayfa, ne eksik ne fazla. Öyle ki sekiz sayfa yazıp yazmamak konusu, o günlerde romanın kendisinden çok daha önemliydi.”

 

Bu fikirdi bana bu yazıyı yazdıran. Koşulları, başka koşulları yaratarak aşabilmek imkânı, hatta ihtimali bile iyi geliyor çok şimdi. Hep bunların peşinde koşayım, peşinde koşmaya değer fikirler üzerine konuşalım istiyorum.

 

Bitirmeden bu sabah jimnastiklerinin nereye vardığını da ekleyeyim:
Soysal’a katılanlar oluyor zamanla bu işte. Bu türden faaliyetlerin fazla bireyci bulunmasıyla jimnastikçiler toplu halde havalandırmaya taşınıyor ilerleyen günlerde. Bilenler bilmeyenlere öğretsin diye. Ama havalandırmada askerlerin önünde jimnastik yapmak önce koğuştaki bazı kadın mahkûmlarca yadırganıyor, derken erkekler koğuşundan haber geliyor:

 

“Kızlar jimnastik, mimnastik yapmasın”

 

Soysal buna bozulup, “Erkek tayfasının buyurduğuna uyup durmasanıza, sizin kafanız yok mu?” dediğinde de bu görüşleri feminist bulunuyor.

 

Sevgi Soysal, Yıldırım Bökge Kadınlar Koğuşu, İletişim yayınları, 6. Baskı, 1996.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKarpuz Kabuğundan Taç
Karpuz Kabuğundan Taç

Maraton yüzen ilk kadın sporcu Canan Ateş, 1979'da katıldığı bir TRT programında yüzücülük kariyerini anlatıyor.

ECİNNİLİK

YAnnesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Annesi Amelya Hanım rolünde Adile Naşit kendi çocukluğuna bakıyor.

SANAT

YSöyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler
Söyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler

Sovyet Azerbaycanı'nın efsanevi ismi Şövket Elekberova'nın bu şarkısı neler anlatıyor?

ECİNNİLİK

YSanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates
Sanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates

Ne yapalım, nasıl yapalım da görünür hale getirelim ev işlerine gömdüğümüz zamanı? 

Bir de bunlar var

KimYe’nin Hayastan Gezisi: Ne Umuldu Ne Bulundu
Sorulmasın Vatanımız, İlimiz…
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Pin It on Pinterest