“Şimdi erkekler” diyor. Beylerden fazla ses çıkmıyor. Belli ki zor kadın olmak istemiyorlar. “Zor adam deyin” diye tavsiyede bulunuyor Sertap Erener de.

KÜLTÜR

Sertab, Kızlar, Erkekler (Maç Gibi Olsun)

Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’inde popüler kültür üzerine sohbetler ediyorduk ki geçtiğimiz ay Instagram’da canlı yayınlanan Sertab Erener’in konseri üzerine konuşurken konu birden dallandı, budaklandı, kızlar-erkekler ayrımının uyguladığı şiddete, erkek egemen hayatın konserlere sızmasına, bunu görüp rahatsız olan iki eğitimcinin “bunu en azından sınıfta nasıl bitiririz?” diye sorgulamasına dayandı. Bu kendini ve birbirini sorgulayıp, bir şeylere cevap aramanın, kıtalararası diyaloğun bir kısmını okuyucularla paylaşmak istedik.

 

Sezgin: Corona virüsü sebebiyle girdiğimiz ilginç süreçte, bir çok eski alışkanlığımızın yerini yenileri almaya başladı. Bunlardan bir tanesi de evlerden, ekran arkalarından izlemeye başladığımız konserler. Bu süreçte 11.04.2020 tarihinde sesini ve şarkılarını senin de çok sevdiğini bildiğim Sertab Erener, evinden eşi Emre Kula’nın gitarı eşliğinde dinleyenlerine bir müzik ziyafeti çekti. Bu konserde dikkatimi çeken şeylerden biri, sürecin sadece evinde telefon ya da tabletleri başında konseri izleyen dinleyiciler için değil, aynı zamanda kameranın önünde, şarkıları söylediği kişileri görmeden ve enerjilerini hissetmeden şarkısını söylemeye devam edip yine de o coşkuyu yakalamaya çalışan sanatçılar için de yeni bir deneyim olmasaydı. Sertab Erener, konserlerinde kalabalık kitlelerin karşında alıştığı gibi “haydi şimdi sıra sizde” demek istedi, ama aynı odada beraber olup da o konseri izleyemiyor olmamız, hepimizin boğazında düğümlendi. “Ben inanıyorum, söylüyorsunuz siz, duyuyorum” dedi kibarca ve şarkılarına devam etti. Bence çok tatlı, çok insani, çok duru, çok hüzünlü ama çok günümüz bir andı o. Fakat söylediği başka bir şey, beni bir kaç sene önce gittiğim farklı bir Sertab Erener konserinde yaşadığım kekremsi bir tada geri götürdü. O da konserin bir yerinde söylediği: “Hadi şimdi kızlar, sonra erkekler söylesin” lafı. Bunu seninle paylaştığımda “Biliyor musun 2017 senesinde New York’ta verdiği konserde de aynısını yaptı ve ben de o sırada aynısını hissettim” cevabını almıştım. O yüzden bu söyleşimizi yazıya döküp, neler hissettiğimizi, bu basit gibi gözüken ama içimizdeki derin travmaları uyandıran iki üç kelimelik anların bizi nerelere götürdüğünü Sertab Erener’den ve onun müziğinden bağımsız tartışmak istedim.

 

İlker: Konuyu Sertab Erener’den bağımsız tartışacak olmamız ne demek, bunu biraz açalım. Bu söyleşinin amacı Sertab Erener’i doğrudan söylediği şeylerden dolayı eleştirmek değil. Hem dünyada, hem de ülkemizde toplumsal cinsiyet tanımlamaları, rolleri ve deneyimleri kökten bir değişim geçirmekte. Özellikle LGBTİ+ bireylerin günlük hayatını, bedensel, psikolojik ve ekonomik güvenliklerini ve özgürlüklerini doğrudan tanımlayan söylemler şiddet dozlarını bu değişim sırasında ne yazık ki azaltmıyor, aksine artırıyor. Bu nedenle insanları ‘kızlar ve erkekler’ olarak herhangi bir ortamda ikiye bölmenin problemlerini tartışmak, bir pop yıldızının konserde söylediklerinden bir örneği cımbızla çekip incelemekten daha önemli. Ancak tartıştığımız örneğin nasıl yaşandığını biraz açmamız gerek, o nedenle konserde yaşananı biraz hatırlatır mısın Sevgili Sezgin?

 

Sezgin: Tabii. Geçtiğimiz senelerde izlediğim Sertab Erener konserinden aklımda şöyle bir manzara var. İlk şarkılardan birinde Erener şarkıyı seyircilere söyletirken “şimdi kızlar söylesin” diyor. “Kızlar” gururla ne kadar ‘Zor Kadın’ olduklarını terennüm ediyorlar. Sonra Sertab, “Şimdi erkekler” diyor. Beylerden fazla ses çıkmıyor. Belli ki zor kadın olmak istemiyorlar. “Zor adam deyin” diye tavsiyede bulunuyor Sertab Erener de. “Bir de maçtaymış gibi söyleyin,” diye ekliyor.  Erkekler en tok seslerini alıp gümbür gümbür nakaratın devamını söylüyorlar. Benzer diyaloglar konser boyunca 4-5 kez tekrar ediliyor. “Kızlar. Erkekler. Maç gibi olsun.” Bundan çok rahatsız olduğumu, “Sertab bırak hep beraber söyleyelim” diye bağırdığımı (ve onun bunu duymadığını), çevremdeki insanlara bakıp “bir tek ben mi rahatsız oluyorum bundan?” diye düşünmeye başladığımı hatırlıyorum. Biz oraya Sertab’ın güzel sesini dinlemeye, ilkokul servisinden ilk aşkımıza çeşitli anılar içinde kaybolmaya, ve belki de “kimdik, neydik, kimlerdendik?” sorularını anlık da olsa unutup hep beraber şarkı söylemeye gelmiştik. Ne gerek vardı tekrar bölünmeye? Dahası ben hayatım boyunca hiç maça gitmemiştim, gitmek de istemiyordum. Futbol sevmem. Kurallarını bilmem. Tezahürat etmem. Etsem de benden o tok ses çıkmaz. “Neden kendimi ait hissetmediğim o resmin içine durduk yere bir konserde girmeliyim?” diye düşünmüştüm. İlker, sen de zamanında New York’ta izlediğin Sertab konserinden aynı hislerle ayrılmıştın. Biraz bahseder misin, ne düşünüyorsun bu konu hakkında?

 

İlker: Öncelikle şunu söyleyeyim, ben maça gittim. Babamla yaptığımız nadir aktivitelerden olduğu için gitmeyi severdim de. Ama ‘maç gibi’ bir yer o kadar da iyi bir yer değil sanki. Hatırlayacaksınız, Türkiye 1990’larda stadyumlardaki küfür problemini konuştu. Birbirini öldüren taraftarları, ‘holiganlık’ olarak adlandırılan şiddet eylemlerine ek olarak, bugün stadyumlarda Afrika kökenli oyunculara karşı yükselen ırkçılık söylemini ve Yahudi sporculara karşı her seferinde yenilenen şiddet dolu bir Yahudi karşıtlığını da gözlemliyoruz. Küfürlerin süregelen cinsiyetçiliği, taraftarların kamusal alanlardaki aşırı davranışlarının devamı da malum. Yani erkeklerin tok tok bağırdıkları yerler ve o kültürün ifade ettikleri ne kadar bir konserde yer almalı, şahsen kestiremiyorum. Kesin olan bir şey var ki, maçlar zehirli erkek egemen anlayışın beslendiği, serpildiği, hep bir ağızdan bağırılıp kutlandığı yerler. Hatırlatalım: Bir ara futbol takımlarına verilen ‘ceza’lardan birisi sadece kadın seyircilerin alındığı maçlar oynamak zorunda bırakılmalarıydı. Her şeye rağmen futbolu da biraz kuirleştirdik, mesela İstanbul ve Ankara’da LGBTİ+ futbol kuruldu. Ama Sertab Erener’in konserlerindeki ‘kızlar bir tarafa, erkekler karşı tarafa’ bize hala o süregelen, şiddet dolu erkek egemen yaşam şeklimizi hatırlatıyor. Galiba bir yandan bizi eski günlere götüren, bir yandan bizlere zoruklara dayanma gücü veren şarkıları söylerken, Sertab Erener’in böyle bir şey yapması konserdeki iki saatte unutmaya çalıştığımız şeyleri büyük bir hışımla yüzümüze vuruyor diye bu kadar irkiliyoruz.

 

Sezgin: Kesinlikle. Küçüklüğümden beri pek çok kez duyduğum “Hadi şimdi kızlar şu tarafa, erkekler bu tarafa”lar canlanıyor bir anda kafamda. Lisede “seçmeli” derslerde kızlar müziği, erkeklere de sporu “seçmeliydi”. Misafirliğe gidilen evlerde erkekler bir odada oturup sigara dumanı altında futbol ve memleket meseleleri tartışmalı (ya da varsa maç izlemeli), kadınlar mutfakta yemek hazırlığı yapmalıydı. Hatta ilkokul öğretmenimizin bir derste eşcinselliği ima ederek dünyada garip şeyler döndüğünü, ‘aman ha’ kendimize dikkat etmemiz gerektiğini bahsettiğini bile hatırlıyorum. Bunu yaparken de önce erkeklere kol kaslarını sıktırtmış, ne kadar erkek olduklarını tekrar ettirmişti, sonra kızlara hatırlamadığım şekilde yine bir rol biçerek ne kadar kız kalmaları gerektiğini söylemişti. Ben bir eğitimci olarak bu konuda çok hassasım. Kendi yaşadığım deneyimleri öğrencilerimin de yaşamaması için büyük özen gösteriyorum. Ne yazık ki, özellikle çocukluğumuzda anne babalarımızdan ve öğretmenlerimizden duyduğumuz bu sesleri çok fazla içselleştiriyoruz ve zaman geçtikçe kendimizi arama yolculuğumuzda, bazen bu sesleri kısıp kendimizi bulmamız fazla zaman alabiliyor ve yorucu olabiliyor. Aslında bazen sadece çocuklara baksak konunun özünün basitliğini şıp diye anlayabilecekmişiz gibime geliyor. Almanya’ya geldiğim ilk sene, doktoram kapsamında küçük çocuklarla çalışırken ebeveynlerinin ikisinin de kadın olduğu bir öğrencim olmuştu. Bir gün başka bir öğrencim bana gelerek, biraz da hayretler içinde “Sezgin, biliyor musun, Stefanie*’nin iki annesi var?!” demişti. İçimden “eyvah, ne gelecek?” acaba derken, dışımdan “tabii. Kimi insanların iki annesi, kimilerinin iki babası, kimilerinin de bir annesi, bir babası var” demiştim (daha farklı aile formlarından da bahsetmeliydim sanırım). Bana verdiği cevap gözlerimi doldurmuştu: “Tüh ya. Benim sadece bir annem var.”

 

İlker: Her şeyi çocuklara bıraksak belki dünya daha yaşanılır bir hale gelecek. Toplulukların, dersliklerin, dinleyicilerin kadın-erkek olarak ikiye ayrılması bu ayrıma kendilerini ait hissetmeyen, na-binary bireyleri oradaki sosyal ortamdan dışlıyor. Her öğrencinin verilen eğitime ulaşırken eşitlikçi bir şekilde dahil edilmesi noktasında eğitimciler olarak bize önemli görevler düşüyor. İlkokul veya lise öğretmenlerimizin yaptıkları yanlışları yapmamanın bir adım ilerisine geçip, öğrencilerimize nasıl iyi örnek ve destek olabiliriz, onu kestirmemiz lazım. Türkiye’de mesela eğitimde heteroseksizme karşı nasıl mücadele edilir sorusuna cevap bulmak amacıyla önemli çalışmalar yapılıyor. Bunlara ek olarak her türlü kimliği ve deneyimi kapsamak adına, toplumsal cinsiyetin çizdiği çizgileri aşmak, ezberleri bozmak için eğitimciler olarak sınıfta ne yapabiliriz, bunun hakkında ne dersin?

 

Sezgin: Öğrencilerim birbirimizi yargılamadan dinlemek, anlamaya çalışmak, saygı duymak, kendini diğerinin yerine koymak, benim değerlerimin bazını oluşturmakla birlikte, eğitimciliğimi nasıl yönlendireceğim konusunda da bana ilham oluyorlar. Her küçük soruyu, her çıkan tartışmayı, hatta her kızgın eleştiriyi fırsat olarak görüp “birbirimize ne öğretebiliriz?” diye düşünüyorum. Zaten sürekli kullandığım dilin seksist olmamasına çok özen gösteren bir insan olduğum için, sınıf ortamında da bu değişmiyor. Öğrencilerden duyduğum ve negatif anlam yüklü olduğum söylemleri tepeden bakmadan, açıklayıcı bir şekilde düzeltmeye özen gösteriyorum. Ve herhangi bir grup çalışması yaptırırken “kızlar” “erkekler” ayrımı yapmamaya çalışıyorum. Meslektaşlarımdan ya da velilerden “kızlar dersine iyi çalışır” ya da “ah işte erkek öğrenci, hiç çalışmıyor” gibi söylemler duyduğumda ısrarla ve sabırla buna karşı çıkıp, konunun bundan derin ve karmaşık olabileceğini açıklamaya çalışıyorum. Bu söylemlerden dolayı okulda kendini rahatsız hissedecek bir öğrenci bile olsa, bunu gelecek için büyük bir kayıp görüyorum. Çocuklardan gelen söylemler olduğunda, onları da ısrarla tartışma masasına yatırıyorum. Örneğin derslerimden bir tanesinde onlara bildikleri rock gruplarını sordum ve hepsini tahtaya yazdık. Çıkan tüm örneklerin tamamen erkeklerden oluşan gruplar olduğunu fark ettiğimde ise onlara neden kadın rock yıldızlarının çok olmadığını ya da onları bilmediğimizi sordum. Bir kısmı önce “belki onlara bu müzik çok sert geliyordur” gibi teoriler üretince, bunu bir fırsat olarak değerlendirip, sınıfta tartışma ortamı yarattım, ve dersin sonunda tüm bunların müziğin tarzı ya da sertliği ile alakalı olmadığını, verilen fırsatlarla ilgili olabileceği fikrine kendi kendilerine geldiler. Bu bahsettiklerim 12 yaş grubu idi. Sen üniversite ortamında nelere dikkat ediyorsun sınıf ortamında?

 

İlker: Ben son yedi senedir New York’ta özel bir üniversitede ders verdiğim için genel olarak toplumsal cinsiyet ve cinsellik konularında bilinci artırmaya gerek duymadım. Benim sınıfıma gelene kadar pek çok öğrencim özellikle söylem noktasında neyi nasıl konuşmaları gerektiğini öğrenmiş oluyor. Ancak özellikle LGBTİ+ deneyimi yaşayan veya bu konularda hala kafası karışık öğrencilerimin sınıf içerisindeki tartışmalarda diğer öğrencilere kıyasla kendilerini ifade etme konusunda daha çok sıkıntı çektiklerini gördüm. Kendi kimliklerine dair konuşmaktan çekinenler olduğu gibi, sadece kendi kimliklerini konuşuyor gibi görünmek konusunda kaygıları olduğunu fark ettim. Bunun üzerine sınıf içindeki tartışmalarda sorduğum sorularda ve ödevlerine verdiğim geribildirimlerde onların kendilerini ifade etmelerini desteklemeye, kaygılarını azaltmaya ve hem kendi kimliklerine dair hem de kafalarını kurcalayan konulara dair daha fazla kaynak önermeye gayret ettim. Bir noktada onlara bir şey öğretmek yerine onları besleyici ve ufuk açıcı tartışmalara yönlendirmek, özellikle üniversite seviyesinde öğrenciye çok daha yardımcı oluyor diye düşünüyorum. Zira ilk ve ortaöğretimde öğrenciler daha çok kendilerini tanımaya odaklanıyor ve varlıklarının tanınmasına ihtiyaç duyuyorlar. Yüksek öğretimde bu mücadelenin yanına bir de sosyal hayatta, kendi başlarına ve kendi toplulukları içerisinde kendilerini nasıl var edecekler ve yer aldıkları toplumsal tartışmalarda nasıl daha etkin bireyler olacaklar mücadelesi de ekleniyor.

 

Sezgin: Peki nereye varıyor sohbetimiz? Büyük ihtimalle bu düşündüklerimi o gün o konserde bahsetmiş olsam bir çok arkadaşım “Abartma Sezgin, eğleniyoruz burada” diyeceklerdi ve geçeceklerdi ama, ben toplumda her bireyin hissettiğinin özel ve önemli olduğuna inanıyorum. Özellikle bazı konserler bizi ayırmak, yalnız ve anlaşılmamış hissettirmek için değil, aksine bir bütün olduğumuzu (olabileceğimizi – olma potansiyelimizin olduğunu) hatırlatmak için varlar. Sertab Erener’in belki üzerine düşündüğü bir mevzu değildi bu, ve kesinlikle kötü niyetli olduğuna inanmıyorum. Ben yine onun müziğini dinlemeye, ama her seferinde de itirazımı yapmaya devam edeceğim. Belki böyle böyle toplum minik hareketlerle dönüşüp, tüm renkleri ve renklerin farklı tonları ile hepimizi içine alacak. Sen ne demek istersin son olarak?

 

İlker: Meslekleri itibariyle irili ufaklı kitlelere seslenen sanatçıların, öğretmenlerin, radyocuların, veya gazetecilerin iyi örnekler oluşturmasının yanı sıra, onları dinleyenleri bir araya getirici, bilinçlerini artırıcı ve ortada dönen tartışmalarda sesi çık(a)mayan bireylere destek verici bir göreve sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, özellikle toplumsal cinsiyet ikiliği dahil kalıplaşmış ve hayatın her köşesine sinmiş erkek egemen görüşü besleyip devam ettiren söylemleri her fırsatta eleştirmemiz gerekiyor. Eğitimciler olarak farklı yaş gruplarına ihtiyaçları olan desteği vermenin ve başka eğitimcilerle fikir alışverişi yapmanın önemini de seninle bir kere daha konuştuğumuz için çok mutluyum. Eğitimdeki farkındalığa ek olarak umarım artık eskiyen kalıplar üzerinden ayrışmak yerine, aynı toplumda nasıl bir araya gelebiliriz ve herkesin katılabileceği paylaşımları nasıl artırabiliriz, bu konulara eğiliriz.

 

 

 

* isim değiştirilmiştir.

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YTürk Pop Müziğinin Anneleri Neden Hep Acı Çekiyor?
Türk Pop Müziğinin Anneleri Neden Hep Acı Çekiyor?

Herkesin annesi ile ilişkisi, her annenin de çocuğuyla ilişkisi farklı. Bu sevgi her zaman kalıcı ve sonsuz değil. Ama pop müzikte sanki bunun karşılığını çok nadir görebiliyoruz.

Bir de bunlar var

Uzaylıysak da Bir Grup Uzaylıyız
Göz kamaştıran bir beyazlık: Daire
Kuir ve Feminist Bir Aradalıkları Çoğaltmak İçin Bir Yeni Adres: Umami Kitap

Pin It on Pinterest