İzmir’de trans kadınlara yönelik saldırı olayları, devletin transları yerinden etme politikasının ve uyguladığı sistematik şiddetin güncel bir örneği.

MEYDAN

Sermaye, Genel Ahlak, Hortum Süleymanlar, Kolluk Kuvvetleri ve Trans Kadınların Barınma/Yaşama Hakkı

Hannah Arendt, İkinci Dünya Savaşı sırasında evlerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca mültecinin durumunu “haklara sahip olma hakkı” kavramı üzerinden yorumlarken, insan hakları konusunda “vatandaşlık statüsü”nün belirleyiciliğine dikkat çekiyordu.[1] Zira bu statünün yokluğuyla mültecilerin en temel insan haklarından bile mahrum kaldıklarına tanık olmuştuk (ve bugün hala tanık olmaktayız(!)). Nanda Oudejans ise “haklara sahip olma hakkı” kavramını toplumun çeperine sürgün edilmiş diğer özneleri de kapsayacak şekilde genişletmeyi öneriyor.[2] Çünkü gerçekte vatandaş olmak insanları doğrudan insan haklarının öznesi yapmaz, bu haklar için devletin tanımladığı vatandaşlık statüsünün kriterlerine de “uygun” olmak gerekir.[3]

 

1981 yılında transların polisler tarafından trenlere zorla bindirilerek İstanbul’dan başka şehirlere sürülmeleri de “makbul vatandaşlığa” dair bazı ipuçları içeriyor. Bu insanlık suçuna maruz kalanlardan biri olan trans kadın Belgin, 80’lerde Lubunya Olmak isimli sözlü tarih çalışmasında o günleri şöyle anlatıyor: “1981’li yıllarda her zaman olduğundan daha da fazla gaddar ve zalimceydi her şey. Yakaladıkları her yerde, evlerimizde, işyerlerimizde, bakkalda, sokakta, her yerde bir sürek avı başlamıştı bizlere. Topladıklarını Sirkeci’deki o zamanki meşhur Sansaryan Han’a, yani Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler. (…) Halkın çirkin sözleri arasında, tekme tokat bindik trene. Kapattılar kompartımanı, kapıları kilitlediler. (…) Oysa burası Hitler’in Almanya’sı değildi. Ne olduğumuzu biliyorduk; bizler insandık.”[4] Aslı Zengin de doktora araştırması için yaptığı mülakatlarda benzer sürgün hikâyeleri ile karşılaştığından bahseder. Bazı görüşmeciler o sürgünler sırasında kaybolan ve bir daha haber alamadıkları arkadaşlarından söz etmişlerdir. [5]

 

Yaşadıkları yerlerden sürülen ya da gettolara sıkıştırılan kimlikler kapitalist, ataerkil, ırkçı normların baskısı altında birçok ayrımcı uygulamayla karşılaşıyor. Örneğin 1996 yılında İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan Ülker Sokak’ta yaşayan translar sistematik bir şiddete maruz kaldı. O dönemde Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü Ekip Amiri olan Süleyman Ulusoy, karakolda insanlara hortumla işkence yaptığı için “Hortum Süleyman” ismini almıştı.[6] Trans kadınların maruz kaldıkları işkenceye ve “Hortum Süleyman”ın transfobik yaklaşımına,  insan hakları aktivisti Avukat Eren Keskin’in anılarında da rastlıyoruz: “Bir gün İnsan Hakları Derneği’ne yaklaşık 10-15 trans kadın geldiler. Ağır şekilde işkenceye maruz kalmışlardı. Hortum Süleyman tarafından Belgrad ormanlarına götürülmüş, orada kazıklara oturtulmak suretiyle kendilerine işkence yapılmıştı. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı; ama tavır almak, işkenceye karşı ses çıkarmak istiyorlardı. Hep birlikte Beyoğlu Karakolu’na gittik. Ben Hortum Süleyman’ın odasına girdiğimde, arkasına yaslanmış bir şekilde masasında oturuyordu. Ve ‘Siz nasıl bir insansınız, nasıl bu insanlara böyle bir işkence yapıyorsunuz, sizin hakkınızda suç duyurusunda bulunacağız!’ dedim. Gülerek suratıma baktı ve  ‘Avukat Hanım, sen teröristlerle ilgilenmeye devam et, bunlar insan mı ki bunlarla ilgileniyorsun’ dedi.” [7]

 

Ülker Sokak’taki olayların 1996 yılında düzenlenen Habitat II[8] toplantısından önce başlaması ise tesadüf değildi. Bir süredir Beyoğlu ve çevresinde ‘temizlenmesi’ gerekenlere yönelik müdahaleler yapılıyordu. Travestiler, seks işçileri, sokak çocukları, tinerciler, Çingeneler ve köpekler kurtulması gerekenler listesinin başındaydı. Cihangir’de transların hem yaşadıkları hem çalıştıkları bu evler, onların sürülmesiyle daha sonra orta-üst sınıfların kiraladıkları/ satın aldıkları evler haline dönüştü. Bu durum müdahalelerin sermaye ile ilişkisini de özetliyor.[9]

 

Transların barınma ve yaşam hakkına yönelik saldırıların bir başka örneği 2012 yılında İstanbul’un Avcılar ilçesinde bulunan Meis Sitesi’nde meydana geldi. Trans kadınların evlerini yakmaya çalışan failler, trans kadınlara yönelik linç girişiminde, fiziksel ve sözlü saldırıda bulundu. Yaklaşık 50 kişilik grup “ahlaksızlığa karşı meşaleli yürüyüşler” adı altında transfobik eylemler düzenledi. Avcılar’daki bu transfobik şiddetin, diğer örneklerde olduğu gibi sermaye ve kentsel dönüşüm ile yakından ilişkisi vardı. Meis Sitesi’nin bulunduğu Denizköşkler Mahallesi, 99 depreminden sonra neredeyse terk edilmiş bir mahalleydi. Hatta burada bulunan evler medya tarafından ağır hasarlı oldukları ve insan hayatını tehdit ettikleri için “tabut evler” olarak adlandırılıyordu.[10] Düşük fiyatlara satılan ve kiralanan bu evler, 2010’lu yıllarda alt yapı güçlendirme çalışmaları ve kentsel dönüşümler ile değerlenmişti. [11]

 

Ülker Sokak’ta, Esat- Eryaman’da[12], Meis Sitesi’nde translara yönelik tüm bu saldırılar, barınma, yaşam, çalışma gibi en temel insan hakları dahi ihlal edilen transların kent hakkından da mahrum bırakıldığını gösteriyor bizlere. Aslında hem sosyal bilimlerde hem insan hakları alanında uzun yıllardır kentsel mekânların üretimi ve kullanımı hakkında çeşitli tartışmalar yürütülüyor. Örneğin David Harvey şehir hakkını sadece şehrin kaynaklarına erişimle birlikte düşünmenin yeterli olmadığını savunurken, bu hakkı “kenti değiştirme ve yeniden icat etme hakkı” ile ilgili olarak tasavvur eder.[13] Aslı Zengin de Beyoğlu’ndaki Ülker Sokak olaylarını bu çerçevede değerlendiriyor: “Şehir kapitalizmle beraber, cinsiyet, heteronormativite, etnik kimlik ve egemen din öğeleri üzerinden de örgütlenerek, çeşitli şehir sakinlerini şehir hakkından mahrum ve çeşitli mekânlardan saf dışı bırakır.”[14]

 

Canay Özden (2006)

 

2021 yılının son aylarında yoğunlaşan ve hala devam eden İzmir’deki trans kadınlara yönelik saldırı olayları da, devletin transları yerinden etme politikasının ve uyguladığı sistematik şiddetin güncel bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Aralık 2021’de İzmir’e yerleşen trans aktivist Yıldız İdil Şen, Alsancak’ta seks işçisi translara yönelik saldırıları şu sözlerle aktarıyor:

“Aralık’tan beri gözlemlediğim İzmir’de çok yoğun bir nefret saldırısı var. Bunun tabii beş yıldır bir geçmişi de var. Beş yıldır Alsancak’ta devam eden bir polis ablukanın sonucunda var olan bir şiddet aslında bu. Balyoz ekip dedikleri özellikle de trans seks işçilerinin çalışmasını engellemek, sosyal hayatını engellemek için orada var olan bir ahlak şube ekibi var. Ama bir şekilde beş yıldır trans kadınlar, seks işçileri bununla mücadele ediyor.

 

Ama asıl soru şu yani: beş yıldır bu sokaklarda bu kadar polis ablukası varken bu nefret saldırıları nasıl gerçekleşebiliyor? Ya da bu failler kimden güç alabiliyor?

 

20 Kasım (2021)’da Alsancak’ ta bir erkek iki trans kadını bıçaklıyor. Önce bir kadının evine giriyor, saldırıyor, bıçaklıyor, evden çıkıyor. Bir yan sokağa elini kolunu sallayarak gidiyor, sonra başka bir trans kadını bıçaklıyor. Ardından da yoluna devam edebiliyor polise ablukasına rağmen. O kadar bekçiye rağmen, bunu yapabiliyor.

 

Yine 27 Kasım (2021) gecesi Basmane Gar’da iki trans kadın saldırıya uğruyor ve Berrak isimli trans kadın arkadaşımız katlediliyor. Ardından 16 Ocak (2022)’ da Günay Özyıldız yaşadığı apartmanın önünde boğazı kesilerek öldürülüyor. Faili halen bulunamadı. Sadece bunlardan 20 Kasım’da iki trans kadını bıçaklayan fail ceza aldı, halen hapiste, dava devam ediyor.

 

Şimdi soru şu: o polislerin görevi ne? Hangi amaçla oradalar? Bizi korumak için mi? Ki değil… Yine bir dönem polislerle tartıştığımızda bize bir saldırı gerçekleşmişti ve polislere ‘Alsanıza artık bunları gözaltına’ dediğimizde, ‘Sizi korumak zorunda değiliz’ cevabını almıştık. Bundan üç ay önceki basın açıklamamızda da bunu söylemiştik. Bizi korumak zorunda değillermiş… Biz de aslında bunu biliyoruz; orada var olma amaçları aslında bizi korumak değil, seks işçiliğini, trans var oluşunu kriminalize etmek.

 

Bu saldırılar ramazan ayı ile birlikte daha da katlandı. Sadece nefret saldırıları değil polis baskısı da, aslında bunlar tamamen bütünleşti. Mesela erkek geliyor, saldırıyor, sen tepki gösterince bu kez polis sana ‘Ne yapıyorsun? Rahatsızlık veriyorsun’ deyip ceza yazmaya çalışıyor. Sen buna tepki gösterince işkence ile seni gözaltına almaya çalışıyor. Ya da kabahatler kanunundan ceza yazıyor. En basitinden mesela 3 Mayıs günü birçok insanın hem yaşadığı hem çalıştığı sokağa geliyor şikâyet var diyerek, bayramın ikinci ya da üçüncü günüydü herhalde. Geliyor sokağa, şikâyet var, gürültü yapılmış diyor. Tamam, diyoruz. Aracı sokağa park ediyor ve sokağı kapatıyor. Biz de bunun böyle olamayacağını söylüyoruz, hani şikâyet varsa gelin, işlem yapın ama sokakta neden bekliyorsunuz? Çünkü siz bizim çalışmamızı engellemek için bu sokağı kapatıyorsunuz dediğimizde, sokağa indiğimizde ve bunu protesto ettiğimizde de yine biber gazına, darba, şiddete maruz kaldık. Arkadaşımızın biri şeker hastasıydı, kriz geçirdi, ambulansı sokağa sokmadılar. Sonra araya İnsan Hakları Derneği girdi. Emniyet arandı, emniyet tarafından böyle bir operasyondan haberimiz yok dendi. İzmir emniyeti, ilçe emniyetini arıyor. İlçe emniyeti polisleri aradığında, polisler inisiyatif kullanmış, kendi inisiyatifleriyle gelip sokağı kapatmış. Bunları öğreniyoruz.

 

Ve en son saldırı 17 Temmuz gecesi yaşandı. Üç trans kadın arkadaşımız sokak ortasında yaşadıkları, ikamet ettikleri evin önünde sohbet ederken önce bekçilerin sözlü tacizine, ardından fiziki şiddetine maruz kalıyor. Olaya müdahale etmek isteyen diğer trans kadınlar da o şiddete, işkenceye maruz kalıyor. Toplamda altı trans kadın fiziksel şiddete ama civarda bulunan yirmi trans kadında yine biber gazına maruz kalıyor. O gece zaten sokağı ablukaya aldılar. 10 tane çakarlı araç, sirenleri açarak sanki bir savaş hali… Ne oluyor yani? Sokağın hepsini ablukaya aldılar. Sonra karakola gittik, ciddi darplar vardı arkadaşlarımızda. Görüntüler paylaşıldı. Bu bir insan hakkı ihlali. Aslında sana şunu diyor: bu sokakta seni bir erkekle konuşurken görmeyeceğim, o senin en yakın arkadaşın da olabilir, sevgilin de olabilir, müşterin de olabilir. Kim olursa olsun, bir travesti olarak, bir trans olarak o görüntüyü vermeyeceksin. Neden? Çünkü genel ahlak! Benim var oluşum kriminalize ediliyor.”

 

Sermaye, ‘genel ahlak’, Hortum Süleyman’lar, ‘inisiyatif’ alan kolluk kuvvetleri… Alsancak’ta da trans kadınlara yönelik saldırıların birden çok faili olduğunu söyleyebiliriz.

“Bu aslında bir soylulaştırma projesi. Çok yakın bir zamanda Bornova Sokağı güzelleştirme projesi adı altında trafiğe kapatıldı, birçok mekân açıldı. Sanki hiç mekân yokmuş gibi. Orası şu an çok kalabalık olduğu için kızlar çıkıp orada çalışamıyor. Daha çok iç sokaklara çekildi. Orada evi olan bile, arka sokaklara gidip müşteri almak zorunda kalıyor. Bununla alakalı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer bir tweet atmıştı, ‘herkes çok memnun’ falan diye. Trans aktivistler, lubunyalar bu tweete tepki göstermişti.

 

Biz aslında bunun bir rant ya da emniyetteki bir değişiklikle ilgili olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Esat- Eryaman’da da, Ülker Sokak’ta da, Tarlabaşı’nda da öyle olmuştu. Ya il emniyet amiri ya da ilçe emniyet müdürü değişiyor, baskı artıyor ya da bir rant var, seni oradan sürmek istedikleri için bir baskı ortaya çıkıyor… Bize ahlak şube polislerinin kendileri de söylüyor: burada yaşayın ama çalışamazsınız, çalışmak isteyen çıksın şehrin dışına doğru, orada çalışsın. Ama buralar zaten çetelerin elinde olan yerler. Aslında seni şehrin içinden çetelerin kucağına itiyor. Çünkü devlet bunu yıllardır yapmak istiyor, çünkü devlet seks işçiliğini bitiremedi, bitiremeyecek. Bunu Ülker’de de gördük, Esat- Eryaman’da da gördük. Hatta dün bir yayınına katılan, işkence görenlerden bir arkadaş şey demişti: ‘Ben Alsancak’ ın en kötü dönemlerini gördüm ama onlar gitti, ben yine buradayım.’ Gerçekten de öyle. Çünkü gitmeyecek bu insanlar buradan. Devlet de bunu bitiremeyecek. Çünkü bir noktada işleyen bir anayasa var, iyi veya kötü. Hak var, hukuk var, insan hakları var. Ondan seni böyle çetelerin kucağına itmek istiyor.”

 

Kuruluş aşamasında olan 18 Haziran Derneği[15]’ nin sürecin takipçisi olduğunun altını çizen Yıldız, kimlerin yaşananlara karşı dayanışma gösterdiği ve ses çıkardığı sorusuna ise şu yanıtı veriyor:

“İnsan Hakları Derneği bu süreçte yanımızdaydı. İki kere basın açıklaması gerçekleştirdik İHD’de. Başvurularımızı aldılar, oradan Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na yönlendirildik. Psikolojik destek ve yaşanan işkenceyi, insanlık suçunu raporlamak için TİHV de bize kapısını açtı. HDP İzmir İl Örgütü tüm süreçte yanımızdaydı. Her basın açıklamamızda muhakkak bir milletvekili ve il yönetiminden birini gönderdi. Zaten soru önergeleri veriyorlar sürekli. Yerelde bir lubunya örgütü var, Genç LGBTİ Derneği. Basın açıklamamızda kızların avukatları vardı. Bağımsız aktivistler, ÖHD ve ÇHD’den avukatlar da gelmişti. Onun dışında zaten biz bizeydik yani…”

 

Yıldız’ın ifade ettiği bu « biz bizeydik » halinin gerçekliği, diğer bir deyişle var olan adaletsizliğe karşı toplumsal bir refleksin gelişmemesi, aslında birlikte bir yaşam kurma kapasitemize dair de bir şeyler anlatıyor bize. Translara, kürtlere, mültecilere, göçmenlere yönelik şiddette ve genel anlamda adaletsizliğin olduğu her koşulda sorumluluğumuzu hatırlamak hepimizin yükümlülüğünde. Çünkü “İnsanlar arasında, insan olmalarından gelen bir dayanışma vardır ve bundan ötürü herkes, dünyadaki her adaletsizliğe ve yapılan her yanlışa karşı sorumludur, bilhassa da kişinin tanıklığında işlenen yahut bilmiyor olamayacağı suçlara karşı. »[16]

 

 

Ana görsel: 18 Haziran LGBTİ+ Derneği arşivi (2022)

 

[1] Hannah Arendt, Totatitarizmin Kaynakları-2: Emperyalizm, Çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 2016, s. 304.

 

[2] Nanda Oudejans (2014). “The Right to Have Rights as the Right to Asylum”, Netherlands Journal of Legal Philosophy.

 

[3] Ezel Buse Sönmezocak (2019). “Trans bedenlerin ‘soyut çıplaklığı’: İnsan haklarının öznesine cinsiyet geçiş süreçleri üzerinden bir bakış”, SPoD Hukuk Yazıları, s.48-52.

 

[4] Erdem Gürsu, Sinan Elitemiz (2012). 80’lerde Lubunya Olmak, s.82.

 

[5] Aslı Zengin (2014). « Trans- Beyoğlu : Kentsel Dönüşüm, Şehir Hakkı ve Trans Kadınlar »  in Ayfer Bartu Candan, Cenk Özbay (eds.), Yeni İstanbul Çalışmaları, Metis Yayınları, İstanbul, s.365.

 

[6] Pınar Selek (2011).  Maskeler, Süvariler, Gacılar, Ayizi Kitap, s. 148.

 

[7]Eren Keskin, ‘Normal’ sayılanı iktidarlar belirler. 28.07.2022. Yeni Yaşam Gazetesi. https://yeniyasamgazetesi3.com/normal-sayilani-iktidarlar-belirler/

 

[8] 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen bu uluslararası toplantıda, “dünya liderleri kentleşen dünyada herkes için yeterli konut ve sürdürülebilir insan yerleşimleri oluşturulması konusunda küresel bir eylem planını kabul etmişlerdir.” 28.07.2022.  https://habitat.csb.gov.tr/habitat-konferanslari-i-5746

 

[9] Aslı Zengin (2014). s.367-371.

 

[10] « Travestiye, öğrenciye ucuza ağır hasarlı ev » 28.17.2022.

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/travestiye-ogrenciye-ucuza-agir-hasarli-ev-358550

 

[11] Emrah Karakuş (2014) “Toplumun sınırlarında: Neoliberal kentsel dönüşüm ve genel ahlâk kıskacında trans kadınların mensubiyet yitimi”, Toplum ve Bilim, sayı 129, s.123-127.

 

[12] Nisan 2006 tarihinde Ankara’nın Eryaman semtinde yaşayan yaklaşık 30 trans kadın çeşitli saldırılara maruz kaldı. 28.07.2022 http://www.fotografya.gen.tr/yazdir?808DD43FF6FB573A5F919CD73C819AA6

 

[13] David Harvey (2013) « Asi Şehirler », Metis Yayınları, Çev.Ayşe Deniz Temiz, İstanbul, s.44.

 

[14] Aslı Zengin (2014). s.361.

 

[15] https://www.instagram.com/18haziranlgbti/  28.07.2022

https://twitter.com/18haziranlgbti 28.07.2022

 

[16] Steve Biko, “Beyaz Derilerin Altında Siyah Ruhlar mı?”, Siyah Bilinci, Der. Barış Ünlü, Çev. Onur Eylül Kara, Dipnot Yayınları, 2014, s.31. [Steve Biko yukarıdaki alıntıyı Karl Jaspers’ın metafizik suç kavramından bahsederken kullanmıştır.]

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YDuvardan Sokağa: Grafiti Sohbetleri
Duvardan Sokağa: Grafiti Sohbetleri

Müzelere pek meraklı biri değilim. Cis-heteronormatif beyaz erkeğin sanat yapıtına karşı ilgisizliğim ve uçuk giriş ücretleri elbette bu durumun başlıca sebeplerinden. Oysa kapalı mekanların, yani giriş-çıkış kapısı olan yerlerin aksine sokak, üretimleriyle sizi bir anda yakalayabiliyor. Feminist bir yaşam sürmek kitabında Sara Ahmed’in söylediği gibi, eğer bir kapı varsa, kapı bekçilerinden de bahsedebiliriz. Bu açıdan grafitinin bekçisiz bir sanat olduğu kanısındayım. Grafitiye dair ilgimin yoğunlaşmasında Seyit Aytekin ile sohbetlerimiz etkili oldu.

MEYDAN

YCis-heteroseksizme karşı transfeminist bir örgütlenme: Kapsama Alanı
Cis-heteroseksizme karşı transfeminist bir örgütlenme: Kapsama Alanı

Cis-hetero normatif patriyakal sistemin yarattığı ayrımcılıkları görünür kılmak ve bunlarla mücadele etmek üzere bir araya gelen Kapsama Alanı’nı daha yakından tanımak için ekipten Baran Alaz ile bir araya geldik.

MEYDAN

YMarksizm ve Trans Özgürleşmesi 
Marksizm ve Trans Özgürleşmesi 

Trans özgürleşmesi, kapitalizme karşı komünist mücadele olmaksızın gerçekleştirilemez ve bu mücadele, kurtuluşları için savaşmaya hazır birleşik bir işçi sınıfı olmaksızın başarıya ulaşamaz.

MEYDAN

Yİnterseksler Vardır! (1)*: “Siz Size Düşeni Yapıyor musunuz?
İnterseksler Vardır! (1)*: “Siz Size Düşeni Yapıyor musunuz?

İnterseks deneyimler, yalnızca iki cinsiyetin tanındığı ve bu ikisinden birine ait olma zorunluluğunun söz konusu olduğu ikili cinsiyet rejimine adeta meydan okur, çünkü bu deneyimler “kolayca” ikili kategorizasyon sistemi içine yerleştirilemez.

Bir de bunlar var

“Selam Facebook, Kızım Adet Gördü!”
Bir Akademisyenin Baskıya Karşı Nasıl Direnmesi Gerekiyor?
5Harfliler Kurmacadışı Yaratıcı Yazarlık Atölyesi Devam Ediyor!

Pin It on Pinterest