Serdar Ortaç’ın anlambilim alanına yaptığı katkılar uluslararası arenada oldukça takdir görmesine rağmen ülkemizde ne yazık ki hak ettiği ilgiyi bulamamıştır. Düşünürün zaman zaman jargonla bezenmiş takibi güç dili, okuyucudan kuvvetli bir felsefe altyapısı bekleyen taviz vermez bir tutumla birleşerek, Serdar Ortaç’ı sadece kısıtlı bir kitle tarafından anlaşılan bir figür haline getirmiştir.
Bu makalemde Ortaç’ın anlaşılması görece kolay eserlerinden birisini çözümleyerek filozofun popülerleşmesine katkıda bulunacağımı, Ortaç’ı akademideki marjinal konumundan bir nebze de olsa kurtaracağımı umuyorum. Bu gayretim esnasında düşünürün fikirlerini sulandırmadan olanca karmaşıklığıyla temsil etmeye azami özen gösterdiğimin bilinmesini isterim.
Dansöz: Felsefe Tarihine Genel Bir Bakış
Düşünürün şarkı formatında kaleme aldığı Dansöz
İtiraf ediyorum sana itiraf
Sözleriyle açılıyor. Burada, Ortaç’ın ilk andan itibaren kendisini Aziz Augustinus ile başlayıp Jean Jacques Rousseau ile devam eden köklü itiraf geleneğine eklemlendirdiğini görebiliyoruz.
Hemen ardından gelen
Başladı yaralı aşklara tadilat
dizesi ise daha kriptik olmala beraber, felsefe tarihi uzmanları bu ifadenin Platon’un Sempozyum eserinde Aristophanes tarafından gündeme getirilen aşk/sevgi fenomenolojisi ve öbür yarısını arayan, bu nedenle eksik, “yaralı” olan insanlık haline bir gönderme olduğu konusunda hemfikir.
Eserin devamında ortaya atılan
Yüksek uçan kuşun, yüreği sarhoşun
Acı çeker gibi, kölesi olmuşum
iddialarıyla Platonik ve benmerkezci aşk anlayışının eksikliklerine dikkat çeken Ortaç, tartışmanın Hegelci bir köle-efendi diyalektiğinin desteği olmaksızın yarım kalacağının altını çiziyor.
Ancak Ortaç sevginin doğasına dair derinlikli soruşturmasını burada bırakmıyor ve sorgulanmamış kimi varsayımları akıllıca su yüzüne çıkarmak için
Ölene kadar aşık olamazsın
Birisi çıkar onu anlayamazsın
dizelerine başvuruyor. Köle-efendi diyalektiğine yönelmeden önce “öteki”nin varlığının problematize edilmesi gerektiğini, karşımızda anlayamadığımız “diğer akıl”ın varlığını öncelikle epistemolojik bir sorun olarak ele almamız gerektiğini bize hatırlatıyor.
Elbette ki Dansöz gibi kompleks bir eserin her yönüyle, hele de kısa bir makalede, ele alınması mümkün değil. Hakkında doktora tezleri yazılabilecek bu esere benim nacizane makalemin sadece başlangıç seviyesi bir tanıtım yazısı olarak hizmet edeceğini, Ortaç’ın derin düşün dünyasına dair okuyucuda en azından bir merak uyandıracağını ümit ediyorum.