"Celan’ın 'Senin de yaran, Rosa' dizesi başkalarının yarasına bakabilmeye dair bir önerme olduğu kadar izleyiciye de kendi yaraları hakkında bir hatırlatma."

SANAT

Senin de yaran, Rosa veya Yaralanabilirliğin Politikası: Pelin Uran ile Söyleşi

15 Eylül-24 Ekim tarihleri arasında Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu’nda gerçekleşen Senin de yaran, Rosa sergisinin küratörü Pelin Uran ile söyleştik.

 

 

Sevgili Pelin, sergiyi ziyaret ettiğim gün ayırdığın zaman ve gösterdiğin yakınlık için teşekkür ederim. Serginin adıyla başlayalım. Paul Celan’ın “Coagula” şiirinden aldığın Senin de yaran, Rosa’nın sergi fikri nasıl doğdu ve sergi başlığı ile şiir arasındaki bağlantı nasıl kuruldu?

 

Geldiğin ve ayırdığın zaman için ben teşekkür ederim. Bu sergi, üçlemenin ikinci ayağı. İlki 2018’de küratörlüğünü üstlendiğim ve Galeri Nev İstanbul’da gerçekleştirdiğim böyle olacağını bilmediğimiz de bir o kadar kesin başlıklı, ölüm temalı sergi idi. O sergide, dönüştürücü potansiyeline rağmen ölüm kavramının neden algılanması, düşünülmesi, akılda tutulması en güç şey olduğu üzerine bir düşünme pratiğiyle meşguldüm. Ölümü, üzerinde düşünülmesi gereksiz, olumsuz bir kavram olarak görmek yerine, yaşamın katalizörü olarak gören bir bakış açısından yola çıkmıştım.

 

Pelin Uran

 

Aslında hem böyle olacağını bilmediğimiz de bir o kadar kesin hem de Senin de yaran, Rosa sergisi, James Baldwin’in benim için motto haline gelmiş bir önermesiyle ortaya çıktı: kişisel acını insanların acısına ortak olmak için paylaşmazsan o acının hiçbir anlamı olmayacağı gerçeğiyle, sana işkence edeni diğer insanların acılarıyla temasa geçmek için kullanmak.

 

Sanat alanında çalışmanın verdiği imkânla, ben de kendi bedenimde, zihnimde yara açmış kavramları felsefi, etik ve politik açılardan irdelemeye ve bu konuda eser üreten sanatçıların işlerine ilgi duymaya başladım. Yeni sergi özelinde inanıyorum ki kişinin yaralanabilirliğe verdiği tepki, yaralanabilirlik kavramından ne anladığına bağlı. Sergi başlığı için “Senin de yaran, Rosa” dizesini Paul Celan’ın “Coagula” isimli şiirinden seçtim. Kayıp, yas, Shoah, yara, suçluluk üzerine yazmış olan Celan aynı zamanda bir âşık, bir çevirmen. Yaşadığı intihal vakası yüzünden kırgın. Hüzün, acı ve yaranın en güzel kelimelerini şiirine katmış bir şair. Ayrıca kişisel kaybı üzerine de yazmış Celan. Benim anlam dünyamda Celan’ın “Senin de yaran, Rosa” dizesi başkalarının yarasına bakabilmeye dair bir önerme olduğu kadar izleyiciye de kendi yaraları hakkında bir hatırlatma.

 

Peki, bu işi neden sergi ve kitap olarak iki ayaklı tasarlamak istedin?

 

Senin de yaran, Rosa sergisinin kavramsal çerçevesi şekillenirken uzun süre üzerinde çalıştığım, emek verdiğim ve benim için çok derin anlam içeren yaralanabilirlik temasının etrafında şekillenecek serginin kısa ömürlü olacağının farkındaydım. Kitabın eş-editörü Yasmeen Siddiqui ile tartışırken kitabın serginin bir temsili olması yerine, kendi başına ayakta durabilecek, okuyucunun tekrar tekrar dönebileceği nitelikte olmasında karar kıldık. Tabii, sergi sanatçılarının neredeyse tümünün yazma pratiğine duyduğumuz güvenle.

 

Bazı sanatçılardan yeni yazı sipariş ettik, diğerlerinin halihazırdaki metinlerini kullandık. Daha şimdiden sanatçılardan yazar Gamze Hakverdi’nin bu kitap için kaleme aldığı “Kırılganlığın Sesi” başlıklı yazısı başka bir dergide basılıyor. Bu sayede sergi biterken içimizde oluşan burukluğu bertaraf ettik diyemeyeceğim ama en azından hafifletmiş olduk.

 

 

Yaralanabilirlik mefhumunu majör değil, minör bir yerden ele aldığını söyledin görüştüğümüzde. Bu ne anlama geliyor?

 

Benim bu sergide çıkış noktam bireysel yaralardan hareketle toplumsal olana gitmek. Sergideki çoğu sanatçının işinin bireysel yaralanabilirliklerinden hareket etmesiyle paralel bir yaklaşım. Serginin başlığı tam da bu yüzden.
Hazırlık sürecinde yaptığım araştırmada özellikle ülkemizde bu kavramla ilgili sergilerin azlığını fark ettim ve yaralanabilirliğe bu şekilde yaklaşıldığına pek rastlamadım. Ülkemizin durumu bizi çoğunlukla makro politika üzerinde söz söylemek zorunda bırakıyor.

 

Sergi yaralanabilirlik kavramına özellikle psikanalitik ve fenomenolojik bakış açılarından yaklaşıyor ve meselenin psikanalitik ve fenomenolojik yanlarından söz etmek siyasi yanını önemsizleştiriyor mu, diye de soruyor. Bunlar birbirini dışlıyor mu, yapısal yaralanabilirlik üzerine düşünmek için bir girizgâh olabilirler mi?
En önemlisi de Senin de yaran, Rosa sergisindeki sanatçıların işleri bedenin, kendi kırılganlığından/yaralanabilirliğinden geçici olarak etkilendiğinde değil, onun tarafından tanımlandığında ısrar ediyor.

 

Kitaptaki yazına yaralanabilirlik kavramının fiziksel, duygusal ve ruhsal boyutlarına değinerek başlıyorsun. Sergiyi gezerken dizilime bu açıdan özen gösterdiğini düşünmüştüm. Gordon Hall’un dikeyi yataylaştıran Beni Aşağı Kaldır (2022) işi fiziksel bir bükme gayesi mesela. Üst kata çıktığımızda radyo programcısı Gregory Whitehead’in ses enstalasyonu bedensel kırılganlık meselesine geçiyor. İşleri peşi sıra yerleştirirken gözettiğin görme biçimini anlatır mısın?

 

Gordon Hall ve Alev Ersan sergide mekâna özgü yerleştirme yapan iki sanatçı. Bir diğeri de Jang Minseung. Gordon ve Alev, mekânda eserleri için nereyi kullanacaklarında en başından beri çok netti. Gregory Whitehead ve Jang Minseung’un işleri içinse sakin ve insanların eserle baş başa kalacakları bir ortam gerekiyordu. Gamze Hakverdi’nin metnini okumak için sınıfı sınıf şeklinde bıraktım ki insanlar bu odada bu metinle beraber bir mola da versin. Bu soluklanmadan sonra Özgür Demirci ve Adelita Husni-Bey’in işlerine ulaşıyor seyirci. Son olarak da Amal Kenawy’nin çarpıcı video animasyonuyla bitiriyor sergiyi.

 

Aslında her bir işin gerektirdiği duygusal/düşünsel alanı vermek, serginin bütününün işlemesi için de çok büyük önem arz ediyor. Benim sergi kurma aşamasında en çok odaklandığım bu oluyor.

 

Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu (Fotoğraf: Pınar Gediközer)

 

Lata Mani ve Nicolas Grandi’nin ürettiği Kırılganlığın Poetikası (2015) videosu Mani’nin geçirdiği kaza sonucu hafızasının parçalı bir hâl almasını yansıtmak üzere parçalı bir kurguyla oluşturulmuş. Sergi metninde bu işi tanıtırken “biyografik olanı kolektif bir deneyime dönüştürmek”ten bahsedildiği için şunu soracağım: Videoda “Neden gecenin bir yarısı sesli günlük tutuyorum?” sorusunu Mani “Çünkü öfke atmak için yapılan çoğu şeyden mahrumum,” diyerek yanıtlıyor. Bu konuda neler söylersin?

 

Kırılganlığın Poetikası dediğin gibi Lata Mani’nin metinlerinden yola çıkıyor ve bu metinleri kamuya mal olmuş kişilere okutmayı tercih ediyor. Bu tercihte, güç ve dirençlerine odaklandığımız bu figürlerin kırılganlık ve yaralanabilirlikle ilgili aktardıkları arasında belli bir farkı ön plana çıkarma güdüsü var. Bir taraftan da sorduğun soru, Johanna Hedva’nın kitapta yer alan “Hasta Kadın Teorisi”ne de bağlanıyor. “Eğer yataktan çıkamayacak durumdaysan bir bankanın camına nasıl taşı indirirsin?” Lata Mani’nin sorusu ve cevabı crip teoriye bağlanıyor.

 

Jang Minseung’un Ses-siz (2014) başlıklı, işaret diliyle çektiği haikulardan oluşan bir videosu da var sergide. Videonun gösterildiği odadaki sıralara yerleştirilen haikulardan ve bunların videoyla nasıl bir diyalog içinde olduğundan bahseder misin?

 

Jang Minseung’un Ses-siz’i farklı haikular üzerine kurulu koreografik bir işaret dili performansının video projeksiyonu. Üç dizeden oluşan haikular doğadaki imgelere odaklanan ve ifadenin sadelik, yoğunluk ve doğrudanlığını vurgulayarak bunları sezgisel bir şekilde insanlık durumuyla ilişkilendiren Japon şiir türü.
Ses-siz 2014’te Kore’de bir feribotun batması sonucu çoğu lise öğrencisi yüzlerce kişinin öldüğü ve toplumda kollektif bir travma yaratan Sewol trajedisinden doğmuş bir eser.

 

Sanatçının haikuları işaret diliyle aktarmayı seçmesinin nedenlerinden biri de olayın konuşulamazlığı ve temsil edilemezliğini bir de işaret dilinin sınırlılığı içinde aktarırken, duyum ve duygulanımları öne çıkarmak. Ses-siz daha evvel yer aldığı sergilerde video projeksiyon olarak gösterilirken, Minseung Kurtuluş Rum Okulu’na özgü olarak işi video enstalasyona dönüştürdü ve performansta kullanılan haikulardan bazılarını izleyiciye sundu. Böylece İstanbul izleyicisine bir nebze de olsa ipucu vermiş oldu.

 

Senin de yaran, Rosa, Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu, (Fotoğraf: Pınar Gedikozer)

 

Sergide yer almayıp kitaba bir yazıyla katkıda bulunan sanatçılardan bahseder misin?

 

Sergide yer almayıp kitapta yer alan tek sanatçı Johanna Hedva. Johanna, Berlin’de yaşayan Koreli-Amerikalı bir yazar, ressam, müzisyen ve astrolog. 2021 yılında 5Harfliler’de yayımlanan “Hasta Kadın Teorisi” makalesinin sanatçının güncel olayları göz önüne alarak günümüze adapte ettiği hali yer alıyor kitapta.

 

“Hasta Kadın Teorisi”, sanatçının kronik bir hastalığı atlatabilmesinin bir yolu olarak hayata geçmiş. Hedva’nın kronik hastalığı, sağlık kurumlarının bu hastalıkları ele alış biçimleri metnin merkezinde dururken “hasta kadın”ın ortaya çıkışının siyasal, toplumsal ve ekonomik koşullarını ele veriyor.

 

Bakım, yaralanabilirlik, karşılıklı bağlılık ve ötekine karşı duyulan sorumluluğa dayanan bir topluluğu ön plana alan bir feminist pratiği ileri sürüyor. “Hasta Kadın Teorisi” her gün yaralanabilirlikleriyle ve dayanılmaz bir kırılganlıkla yüzleşenlere, deneyimlerini görünür kılmak için mücadele etmek zorunda kalanlara yönelik bir yazı. Ayrıca, kronik hasta ya da engelli olmayanlardan da empati kurmalarını istiyor. Yazı, bir bedende var olmayı öncelikle ve her zaman yaralanabilir bir şey olarak tarif ediyor. Çünkü bir beden zaman zaman yaralanabilirlikten etkilenmekten ziyade, yaralanabilirliğiyle tanımlanabilir.

 

Senin de yaran, Rosa, Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu (Fotoğraf: Pınar Gedikozer)

 

Alev Ersan’ın mekâna özgü ürettiği Aynadaysa Isırmaz (2022) işi bir ses enstalasyonu, düzyazı şiir ve çıkartmalardan oluşuyor. Özellikle ses enstalasyonu fikrinin çıkış noktası çok enteresan, bundan bahseder misin?

 

Alev Ersan hem çevirmen hem yazar hem de bir görsel sanatçı. İşlerinde ses önemli bir yer tutuyor. Bu sergi için Alev’le yaptığımız ilk görüşmelerden ve mekânı görmeye gitmemizden itibaren Alev sesle çalışmak istediğini biliyordu. Uyandırmak istediği imge, insan-insan dışı arasındaki hatta yer aldığından bunun en etkili yolunun ses olduğunu da biliyordu. Hayvanlarla paylaştığımız kırılganlık, yaralanabilirlik çerçevesinde, onların başkalığını/ötekiliğini es geçmemenin neticesi de diyebiliriz.

 

Sanatçının üç katlı sergi mekânının merdivenlerine yerleştirdiği on iki hoparlör, köpeğin şehir içinde çıkardığı seslerden menkul ve sergiyi gezerken izleyiciye hep eşlik ediyor. Bunun yanında ilk katı çıkarken izleyiciyi karşılayan düzyazı şiiri okuduktan sonra şiirin çağrıştırdığı farklı sesleri taşıyan altı kulaklık da serginin katlarına dağıtılmış durumda.

 

Sergiyi ev kadınlarının ziyaret ettiğinden ve onlardan aldığın yorumlardan bahsetmiştin görüştüğümüzde. Benim gördüğüm, yaralanabilirlik kavramından ziyade yaşandığı haliyle yaralanabilirlik üzerine söz söylediğin. Bu bakımdan ziyaretçilerin farklı yaşantıların izleriyle karşılaştığını düşünmek işten değil. Yakınlaştıran, dayanışmaya alan açan bir iş bu. Kimlerle ne gibi sohbetler açıldı genel olarak?

 

Herhangi bir kurumsal destek almadığımız için, başka türlü olsa daha az zaman geçireceğim sergide neredeyse her gün bulunmanın en güzel tarafı insanların işlerle kurdukları/kuramadıkları bağların hikâyesini dinlemek oldu.
Bunlardan en ilginci bir kadın seyircinin özellikle Lata Mani ve Nicolas Grandi işini seyrettikten sonraki yorumu oldu. Yıllardır yaşlı babasına baktığını ve o sırada yaşadığı yoğun duygu ve düşüncelerin böylesine dile geldiğini görmenin mutluluğunu yaşadığını söylemişti. Bazı izleyiciler tekrar tekrar geldi. Kimisi ise okulun eski öğrencileriydi. Onlardan da okulla ilgili anılarını dinlemek benim için çok değerliydi.

 

Başından beri arzu ettiğim, görsel sanatlarla birebir ilgisi olmayan, sıkı bir sanat takipçisi olmayan bir kitleye de ulaşmak, duyguları harekete geçirmekti. Bu nedenle çok mutluyum. Belirtmem gerekir ki bunu da bir senedir canla başla çalıştığımız sosyal medya ve basın ayağına borçluyuz.

 

 

Biraz da sergiyi yaptığın koşullardan bahsedelim isterim. Bu sergiyi gerçekleştirmeni sağlayan maddi koşullar nasıl oluştu?

 

Bu sergi için yola çıktığımda sergiye destek olacağını bildiğim kişiler vardı. Belki de o yüzden bunu bağımsız gerçekleştirmeye cesaret edebildim. Yıllar içinde iş yapma/yapmama biçimimi bilip yapmayı seçiyorsam bunun ardındaki emeği gözlemleyen kişilerdi onlar.

 

Başından itibaren sadece kişisel katkı yapılmasını tercih ettim bu sergi için, süreç içinde darlansam, zorlansam da. Kurumları dahil etsek belki daha kolay ilerleyebilirdi, ama benim seçimim sanata, sanatçıya, Türkiye’de sergiler düzenlenmesine uzun zamandır destek olan kişilerle çalışmaktı. Bunda da neticede başarılı olduk. Bunun haricinde bazı kurumlar barter (değiş tokuş) desteği sağladı. Süreç içinde ilerde birlikte çalışmaktan keyif ve gurur duyacağım yeni koleksiyonerlerle de tanıştım.

 

Son olarak, şu sıralar neler okuyor ve izliyorsun? Hangi kavramlarla haşır neşirsin?

 

Bir sonra gerçekleştireceğim, hayatımda önemli bir yeri olan Hüseyin B. Alptekin sergisinin kavramsal aşamasındayım ve bu serginin kavramsal omurgasını Derrida’nın The Politics of Friendship [Arkadaşlığın Politikası] kitabında buldum. Zaman bulduğumda da altı aydır başucumda duran, Derek Jarman’ın son yıllarında tuttuğu günlükleri ve Phillip Lopate’nin Susan Sontag üzerine yazdığı Notes on Sontag [Sontag Üstüne Notlar] kitabını okuyorum.

 

Ana görsel: Senin de yaran, Rosa kitabı

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBedenin Çoğunlukla Sonralığı: Teyel, Uzuv, İlizarov Sergisi vesilesiyle Çınar Eslek ve Ceren Erdem ile Söyleşi
Bedenin Çoğunlukla Sonralığı: Teyel, Uzuv, İlizarov Sergisi vesilesiyle Çınar Eslek ve Ceren Erdem ile Söyleşi

“Hem bir tek elmadan hem süpürülen topraktan/hem zindandan dönen insan ruhundan” söz eden Teyel, Uzuv, İlizarov sergisi 4 Kasım’a kadar Tütün Deposu’nda görülebilir. Sanatçı Çınar Eslek ve küratör Ceren Erdem'le sergi üzerine söyleştik.

KÜLTÜR

YÇok Renkli Şiirsel Queer bir Bahçe, Kadın+ Açık Mikrofon: Arzu Bulut ve İlke İmer ile Söyleşi
Çok Renkli Şiirsel Queer bir Bahçe, Kadın+ Açık Mikrofon: Arzu Bulut ve İlke İmer ile Söyleşi

Şiir buluşmalarımıza devam edip poetik bir zemin kazandırmak istiyoruz bu adaletin olmadığı, umudun yaralandığı, neşenin kaybedildiği zamana ve bu coğrafyaya.

SANAT

Y“Resimlerimin Deşifresi Meşakkatli, Bazen de Gereksiz:”  Müveddet Nisan Yıldırım ile Söyleşi
“Resimlerimin Deşifresi Meşakkatli, Bazen de Gereksiz:” Müveddet Nisan Yıldırım ile Söyleşi

Müveddet Nisan Yıldırım’ın işleri için seçtiği “Gidişini çizdim” ve “Çocukken nasılsa şimdi de öyle” gibi poetik isimler edebi bir hissiyat yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda güçlü bir dayanışma hissi veriyor. Kâğıt üzerinde pastel bir yara açar gibi, diye düşünerek galeriden ayrıldım, ama yara neden iyi hissettiriyor?

SANAT

YDaireler Çizerek Sürekli Uçuyorlardı: Çağla Köseoğulları ve Kevser Güler ile Söyleşi
Daireler Çizerek Sürekli Uçuyorlardı: Çağla Köseoğulları ve Kevser Güler ile Söyleşi

Daireler Çizerek Sürekli Uçuyorlardı sergisi dilsiz bir harita: Kelimelerde radikal bir tasarrufa gidildiği için meramını hemen anlatmıyor ancak hatları net çizilmiş. Sanatçı ve küratör sezisel veya rasyonel düzlemde yolu az çok bilenlere eşlik ediyor ve yine görmeye talip gözler için örtük bir manzara sunuyor.

Bir de bunlar var

Sessizliğin Dile ve Eyleme Dönüşümü
“Sen ne kadar beni yok sayarsan say, ben buradayım”
Kadınların Sinema Tarihini Yazmak – 2. Bölüm

Pin It on Pinterest