1910 doğumlu Semiha Berksoy, 15 Ağustos 2004’te vefat etmişti. Bir zaman evvel babasına yazdığı bir mektubundan kısa bir parça gördüm bir yerde. Yazdıkları çok güçlüydü, babasına içindeki sanat ateşinin ne kadar yakıcı olduğundan bahsediyordu. Şu yukarıdaki fotoğrafına bir bakın zaten Berksoy’un. Bahsettiğim mektubu okumuş olmanın etkisiyle belki bana öyle geliyor, kararını çoktan vermiş bir insanın en uzaklara bakışı var sanki o fotoğrafta, gencecik yaşında.
Babasına yazdığı bu mektubun, daha doğrusu ona verdiği cevabın yine bir kısmını paylaşıyorum sizinle. Ama bu cevap mektubunun neden gerekli olduğuna değinmek lazım evvela. Babası Semiha Berksoy’a, gece eve çok geç geldiğinden, kapıları vurduğundan, etrafı rahatsız ettiğinden, bu gidişatına bir dur demesi, evin kızı olması lazım geldiğinden bahseden, aslında bu uğurda, ona adeta yalvaran bir mektup yazmış. Kendisine çeki düzen vermezse evi terk etmesi lazım geldiğini de söylüyor açıkça. Yaşça küçük, cahil olduğunu belirtiyor ve “artık tahammülüm kalmadı” diyor. İşte babasının aldığı cevap.
Sevgili Babacığım,
Sana bu mektubu yazarken gözlerimden şıpır şıpır yaşlar akıyor, benim izzeti nefsime çok dokundu. Belki beni henüz gıyaben tanıdığından olacak. Dalgınlığı bir kenara bırakarak bütün hislerimi, düşüncelerimi bir mantık dairesinde anlatacağım. Fakat ilk ve ciddi anlatışım olacak. Şu dakikadan itibaren kızını tamamen görmüş ve tanımış olacaksın.
Kocaman bir kız oldum, seneler geçtikçe boyumla, aklımla beraber ruhumdaki bir çok şeyler de filizlenmeye başladı. Tabiatın önüne geçmek imkânsızdır değil mi? […] Ciddi ve güzel konuşmak istiyorum baba, bende sanata, sanat hayatına, sanatkârlığa karşı büyük bir istidat ve büyük bir meyil var. Bunu sen de tasdik ediyorsun çünkü hiçbir kuvvetin beni korkutmadığının farkındasın. Senin saadetini bu dünyada benim kadar düşünen yoktur. Erkek evladın olmadığı için ihtiyarladığında seni rahata erdirecek, ancak ben olacağım. Seni bizim evin içinde benim gibi düşünen yoktur. Sen de bana sevgini hep ispat ettin. Hiç paramız olmadığı halde senin sayende mektebe gidip gelirken senin paranı kullanırken vapurda, tramvayda, dershanede her zaman senin gümrük kapılarında, karlı fırtınalı havalarda, emeli kızının yarınki mektep parasını düşünen zayıf halini görürdüm. Ben iki senedir vicdan azabı çekiyor, kıvranıyor ve ölüyorum. Tahsilim beni Dar’ülfünun tahsiline hazırlamış bir halde. Onu ancak senin sayende kazandım. Orta mektebi pekiyi derecede geçtikten sonra sana çok yalvarmıştım. Beni Sanayi-i Nefise’ye gönder demiştim. Gözümün önünde bir çok insan portreleri canlanıyordu, istidadım çoktu, belki bu sahada iyice yükselirim demiştim. Sen dünyayı benden çok yaşamış olduğun için hayır dedin. Hakkın vardı. Tahsilini kazanmış bir insan hayatını kazanmış demekti. Uzun zaman kasketimi önüme koydum, bunları birer birer düşündüm. Boğularak çalışma hayatına devam ediyordum. Senin tasavvur ettiğin ve bana her zaman methettiğin arkadaşlarının kızları gibi kendi çamaşırını yıkayan, ortalık süpüren, bulaşık yıkayan, sabahleyin mektebe koşan, akşam eve gelen ve nihayet günün birinde çıkacak kısmetine… O da çıkmazsa çalışacak memuriyet köşesine 60 liralık bir kâtibe ya da daktilo hanımlığına intizar ediyordum. Açıkça söyleyeyim ki bunu yapamadım babacığım. Yandım.
[…]
Kendim mesut olmadığım gibi seni mesut etmeme de imkân olmaz. Ölmek daha evlâdır babacığım. Küçük olmama rağmen belki düşüncelerimde yanılabilirim. Fakat müşterek düşünelim ki saadetim yalnız sana ait değil, çoğu bana da ait olan bir haktır. […] Benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline geçen bir şey var, o da sanat aşkıdır.
***
Mektubun devamında Semiha, babasına o günlerde vakit geçirdiği yerleri, ders aldığı kişilerin açık adreslerini veriyor. “Gel seni Muhsin Ertuğrul ile tanıştırayım” diyor. Mektupların her ikisi de tarihsiz, fakat belli ki bu yazışmalar Berksoy’un önce İstanbul’da tiyatro, sonra Almanya’da aldığı opera eğitiminden önce yapılmış.
Kaynak: 2010’da Kültür Bakanlığı Yayınlarınca basılan Ateş Kuşu Semiha Berksoy kitabından 171-174. sayfalar arasında yer alıyor mektuplar. Yazarı Dikmen Gürün.
Önce kitabı, sonra mektupları bulup gönderen A. Nil Şensu’ya binlerce teşekkür.